GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:17.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MUSTAFA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, yürütme adına bütçe görüşmelerini takip eden Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sayın Genel Kurul; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılındayız. Devletler için kısa, insan ömrü için uzun bir süre bu. Tabii, cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılını karşılarken Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte yönetiliyoruz. Biraz önce değerli milletvekillerimizin de ifade ettiği gibi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi olağanüstü koşulların getirdiği şartlara uygun olduğu düşünülerek getirilen bir sistemdi fakat bu sistemin bazı açıkları var. Bu açıkların merkezinde, bu sistemin Sayın Cumhurbaşkanının şahsına uygun şekilde tasarlanmış olması kurumsal akla verilebilecek en büyük zarardı. Bir sistem kutsanmaz, bir sistem ululanmaz ancak sistemin neye uygun olduğu, nasıl olduğu ancak bazı şartlarla beraber anlaşılabilir. İlla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, illa başkanlık sistemi, illa parlamenter sistem yerine biz bu sistemlerin ruhunda neyin olup olmadığını önce tartışmak zorundayız. Kuvvetler ayrılığı var mı, denge-denetlemeye sahip mi, şeffaflık var mı? Eğer bunlar varsa sistemin adının ne olduğunun çok da önemi yok. Mesela bütçeyi konuşuyoruz günlerden beri.

Değerli milletvekilleri, bir parlamentonun en önemli gücünün bütçeyi denetlemek, bütçeyi çıkarmak, bütçeyle ilgili eleştirilerini, katkılarını yapmak olduğunu biliyorsak ve bu mevcut Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde şayet bütçe Parlamento tarafından kabul edilmediği takdirde yürütme bunu 2025 yılı için 2024 yılını revize ederek yoluna devam ediyor ve Parlamentoya "Senin kanaatinin, senin katkının benim için bir önemi yok." diyorsa biz bu sistemin denge ve denetlemeye sahip olduğunu söyleyemeyiz. Bakınız, şunu da ifade etmek istiyorum: Tabii, şahsa özel yürütülen bir model olduğunu söylüyorum. Ben -umarım yanılırım- şunu iddia ediyorum: AK PARTİ içerisinde, iktidar kanadı içerisinde bu yetkilerle beraber bir başkasının Cumhurbaşkanı olması noktasında ittifak olduğu kanaatinde değilim "Bir başkası işbaşına gelse bu yetkilerle neye evrileceği belli olmayan bir sürecin muhatabı olabiliriz." diye endişeli olan arkadaşlarımızın olduğunu biliyorum çünkü Tunus'ta -en yakın örnek Tunus'ta- biliyorsunuz, 2011'den sonra Arap Baharı'yla beraber yaşanan süreçte demokratik açıdan bazı kazanımlar elde edildi. Bir süre sonra, o devrimlerin önemli bir unsuru olan Nahda Hareketi ve lideri Raşid Gannuşi çıktı dedi ki: "Bundan sonra biz, Cumhurbaşkanlığı makamında Kays Said'i görmek istiyoruz." Kays Said Cumhurbaşkanı oldu ve üç dört yıldan beri Tunus'ta şu anda Meclis neredeyse kapalı, Anayasa şu anda rafa kaldırılmış durumda. Bunu da isteyen o devrimi gerçekleştirenlerdi. Yarın bir gün sizlerde bu yetkiler bu şekilde devam ederse ve denge ve denetlemeden mahrum hâle getirilirse, üzülerek söylüyorum, bu söylediğimle ben haklı çıkacağım ama ülke olarak hep beraber kaybetmiş olacağız.

Değerli milletvekilleri, bakınız, Meclis güçlü olursa neler kazanırız? Parlamento gerçekten denge ve denetleme yürütürse neler kazanırız? Hatırlarsınız, F-16 sürecini yürütürken biz o dönemde ısrarla F-16 taleplerimizi ilettiğimizde Amerika Başkanlığı dedi ki: "Biz bu noktada yetkili değiliz. Temsilciler Meclisinden çıkacak kararla birlikte ancak biz F-16'ları verebiliriz." Aynı şekilde, Sayın Cumhurbaşkanı da İsveç'in NATO üyeliği sürecinde bir ara artık iyice NATO üyelerinden baskı gelmeye başladığında Parlamentoyu işaret etmişti yani Parlamentoda İsveç'in NATO üyeliğine onay verilebileceğini söylemişti. Bu, ülke adına, kurumsal aklın yürütülmesi adına önemli bir kazanımdı ama şimdi, bugün biz, 600 milletvekili şu anda ülkemizin bu gidişatına yani bu sürecine katkı verememenin üzüntüsünü yaşıyoruz.

Günlerce, saatlerce Plan ve Bütçe Komisyonunda arkadaşlarımız kanaatlerini ifade ettiler, ortak bir kanaat var, muhalefetteki milletvekili arkadaşlarımız dile getirdi sıklıkla, ya, bir tane cümlesinin virgülünün yeri değiştirilmeden Genel Kurula indirildi. Muhalefet partilerinin milletvekillerinin dile getirdiği endişeleri, eleştirileri "Ya, şurası doğru olabilir." düşüncesiyle ortaya getirip de bunu dikkate alan bir anlayış maalesef sergilenmedi.

Değerli milletvekilleri, şunu ifade etmem gerekiyor, bir uyarı vazifesi yapmak adına ifade etmem gerekiyor: "Bize bir şey olmaz." mantığı maalesef çok konforlu bir alan. "Bize bir şey olmaz." mantığını bir an önce terk etmemiz gerekir. Niçin? Osmanlı'ya altı yüz yılın sonunda ne olduysa, Allah korusun, ülkemizin başına da o gelebilir; Selçuklu'ya ne olduysa ülkemizin başına o gelebilir. Bu konforlu alanda, ayakları yerden kesilmiş, zafer naraları atarak yürütülen dış politika süreçleri maalesef aklımızı başımızdan alıyor, bir anda çok farklı bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Lütfen, "Bize bir şey olmaz." mantığını artık dillendiren değil, gereğini yapan bir ülke konumuna düşelim. Herkes çok iyi teorisyen, herkes çok iyi teoriler üretiyor ama pratiği karşısındakinden bekliyor, bu mantık da bizi maalesef bir çıkmaza sokuyor. Teorilerin pratiğe dönüşmesi küçük bir adım da olsa herkesin ortak bir adım atması gerekir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bir devleti iki şey ayakta tutar: Biri ahlaktır, diğeri adalettir. Ahlakın ve adaletin olmadığı toplumlar çürür. Bunu çok net bir şekilde görüyoruz. Nedir o? Koçi Bey, IV. Murat'ın yanında danışmanlık yapan önemli bir isim, önemli bir şahsiyet, "Şimdilerde -bakın, 17'nci yüzyıldan bahsediyorum- ulufeli kul topluluğunun sayısı arttığından kul çoğaldıkça masraf çoğaldı, vergi çoğaldıkça halka zulüm çoğaldı ve böylece bütün âlem harap oldu." diyor. Şimdi, bu ne demek? Bu, ahlaken toplumun çürümüş olduğunu gösteriyor ve ahlaksızlığın yaygınlaşması neticesinde devletin gördüğü zararı ortaya koyuyor. Dün burada Hazine ve Maliye Bakanlığının bütçesi konuşulurken özellikle değerlendirildi. O değerlendirmelerden biri de neydi? 2025 yılında bir ayda 162,5 milyar TL ödeyeceğiz, 2023 yılında dış borç faizi olarak 18 milyar dolar ödedik, 2024 yılında 20 milyar doları aşacak. Şimdi, asgari ücret 17.002 lira; asgari ücretin 17.002 lira olduğu yerde açlık sınırı 20 bin lira, yoksulluk sınırı 65 bin liraya gelmiş ve biz bu toplumdan sağlıklı bir şekilde geleceğe kendisini taşımasını bekliyoruz. Milletimizi tenzih etmek tabii ki görevim, "Zor oyunu bozar." diye bir tabir var, bu şartlar altında geçim mücadelesi verirken bu insanların bütün ahlaki değerleri tam ve kâmil manada ayakta tutmalarını beklemek ne kadar akla uygun bir hâle geliyor?

Değerli milletvekilleri, yani 1 trilyon 950 milyar faiz ödüyoruz. Dün burada Ankara Milletvekilimiz Mesut Bey de ifade etti, İstanbul Milletvekilimiz Selim Bey de ifade etti; kurumlar vergisi 1 trilyon 600 milyar civarında, belediyelerin bir yılda yaptığı bütçe 1 trilyon 600 milyar civarında. Faize ödediğimiz paranın altındaki gelirlerle belediyeler yönetilsin, kurumlar vergisi alınsın diye bunları yürütmeye çalışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, ahlakın ve adaletin olmadığı bütçelerin ülkelerin geleceğine katkı sunması mümkün değil yani insanların açlık sınırının altındaki maaşlarla yaşamaya mecbur edildiği bir bütçenin insanlığa mutluluk getirmesi mümkün değil. Adil olmak zorundayız, adaletli davranmak zorundayız. Bütçe ortaya koyarken bizim yapmamız gereken şey, önce "Benim insanım kaç parayla ayakta kalır, kaç parayla yaşar?" diye sormaktır. Şunu söyleyerek sözlerimi tamamlayacağım, bir alıntı da Selçuklu Veziri Nizâmülmülk'ten olsun, Nizâmülmülk diyor ki: "Bir kişiye birden fazla iş yükleyip onlarca kişiyi işsiz bırakmak akıl kârı değildir, devlet adamı bunun dengesini gözettiği sürece iyi bir devlet adamıdır; aksi takdirde, saltanatının zeval bulması çok yakın olacaktır."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, devam edin.

MUSTAFA KAYA (Devamla) - Teşekkür ederim Başkanım.

O yüzden, ben, ahlakını ve adaletini kuşanmayan bütçelerin, yönetimlerin, anlayışların maalesef, gelecekte başarılı olmaları mümkün değildir; günü kurtarırlar, günü kurtardıklarında başarılı olduklarını zannederler ama içerden başlayan çürüme, bir süre sonra "Bize bir şey olmaz." diyen anlayışı alır, yerle bir eder; sonra Allah korusun, hep beraber çok büyük felaketlerle karşı karşıya kalabiliriz diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)