Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 38 |
Tarih: | 18.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA SIRRI SAKİK (Ağrı) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gecenin ilerleyen saatlerinde hepinize iyi bir akşam diliyorum. Ekranları başında bizi izleyen, zindandan sürgüne ve kalbi kardeşlik ve barış için atan herkese çok selam, çok sevgiler.
Burada bütçe görüşmeleri yapılıyor. Ben bu bütçe görüşmelerinde yine Kürt sorunuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isteyeceğim.
Bakın, geçmişten bugüne kadar Kürtler, hiçbir dönem, bin yıllık tarih boyunca Türkiye halklarıyla farklı düşünmediler. En zor günlerde, Malazgirt'ten başlayan Kurtuluş Savaşı'na kadar ve oradan Lozan'a gelen süreçte, "Biz kaderimizi Türkiye halklarıyla birleştirdik ve bu vatan bizim vatanımız, biz bu topraklara aitiz, bu toprakların sahibiyiz." dediler, bundan asla geri adım atmadılar. Bir başka geri adım atmama "Bizim dilimiz var, bizim kültürümüz var. Biz bu dil için, bu kültür için bir ortak vatanda ortak bir hukukla yaşamak istiyoruz." dediler, hep bunları söylediler ama ne yazık ki bu yüz yıllık süre içerisinde bu devletin yöneticileri Kürtlere acı dolu yıllar yaşattılar. Yüz yıl hayal kırıklığı oldu, kavgalar oldu, şiddet oldu, kan oldu, göç oldu; hep bunlar oldu. Ve yıl 1923, Kürt siyasetçileri hep barış istedikleri için ya zindanlarda ya da darağaçlarında oldular. 1923'te -bu Parlamentoda daha önce de söylemiştim, zaman zaman tekrar gireceğiz çünkü sorunumuz yerli yerinde durduğu müddetçe bizim tekrara düşmek gibi bir zorunluluğumuz var- o tarihte Lozan'da bulunan İsmet Paşa Lozan'da Mustafa Kemal'i arıyor, diyor ki: "Eğer Kürtler dönüp demezlerse 'İsmet Paşa Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisidir.' Lozan'da başaramayız." O dönem, Mustafa Kemal, Kürt milletvekillerini, Hasan Hayri'yi ve Yusuf Ziya'yı çağırıyor, ulusal giysileriyle oradan geliyorlar ve bu kürsüye çıkıp konuşma yaptıklarında Mustafa Kemal bir taraftan alkışlıyor, bir taraftan da ayaklarıyla yeri dövüyor "İşte, Kürt-Türk kardeşliği budur." diyor ve sonra, kısa bir süre sonra Hasan Hayri, Elâzığ'da darağacına çekiliyor, ulusal giysilerini giydiği için ve o gün yaptığı konuşma için Elâzığ'da idam ediliyor, Yusuf Ziya da Bitlis'te. İşte, böylesi acı dolu bir süreç yaşanıyor. Yani Kürt siyasetçilerinin nasıl ağır bir bedel ödediğini...
Yıl 1993, çok genç bir milletvekiliyim, Çankaya'da bir resepsiyondayız, rahmetli Özal'la sohbet ediyoruz, tartışıyoruz "Kürt sorunu nasıl çözülür?" Kendisine şunu söyledim: "Bugün bölgede uygulanan bütün antidemokratik uygulamaların mimarı sizsiniz; olağanüstü hâl uygulaması, bölge valiliği, özel tim, köy koruculuğu." Döndü "Evet, bunun mimarı benim ama biz bunları yaptık, bunlarla Kürt sorununu çözemeyeceğimizi de gördük. Şimdi size ve bize önemli görevler düşüyor. Siz Şam'a gideceksiniz, gidip ateşkes sürecini konuşacaksınız Sayın Öcalan'la. Silahları bıraksınlar, gelsinler, siyaset yapsınlar, gelsinler konuşalım." dedi. Bak, yıl 1993, biz Şam'da bir görüşmedeyiz ve bu görüşmede ülkenin, Irak'ın Cumhurbaşkanı olan Mam Celal Talabani var, Sayın Öcalan var, Kürt siyasetinin önemli şahsiyetleri var ve biz oradaydık. Sayın Öcalan da "Bana ne görev düşüyorsa varım, geleceğim çünkü ben Türkiyeliyim, ben sorunu Türkiye'de çözmek istiyorum." dedi ama döndük, geldik, ne oldu biliyor musunuz? Biz Şam'dayken Özal öldü, hemen Öcalan şunu söyledi: "Türkiye'de öyle bir güç var ki Özal'ı onlar öldürdü." Ben de inanıyorum buna çünkü bu topraklarda barışın olmasını istemeyen güçler var; kandan, şiddetten beslenen güçler var. Geldik, alelacele bizim dokunulmazlıklarımız kaldırıldı, partimiz kapatıldı, biz cezaevine gittik. Sonrası ne oldu? Yıl 2013, bakın, o sürecin siyasi aktörleri, başta Selahattin Demirtaş, İdris Balukenler cezaevinde, Selahattin hâlâ cezaevinde; o barış sürecinin aktörlerinden oldukları için. Şimdi, Kürt siyasetçileri böylesi büyük bir bedel ödeyerek siyaseti şekillendirmeye çalışıyor. Peygamber Efendimiz, Allah'ı tarif ederken barış ve esenlikten bahsediyor, Allah'ın adı bu; biz de barışı bu kadar kutsuyoruz.
Şimdi, bunları niye söylüyorum? Vallahi bu topraklarda bir barış iklimi başladı. Şimdi ne oluyor? 2013 yılında, ben yine bu kürsüde, Sayın Erdoğan'a seslenmiştim: "Hüda'dan başka kimseye övgü yağdırmam ama ben size ve Sayın Öcalan'a övgüler yağdırıyorum. Gelin, bu ülkenin azizi olun; bakın, üç yıldır kanı durdurdunuz." Şimdi, bu akşam buradan yeniden sesleniyorum: Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli, yanı başınıza Sayın Özgür Özel'i de alın, Sayın Selahattin Demirtaş'ı da alın, barışa katkı sunacak bütün siyasi aktörleri alın, gelin, bu ülkenin azizi olun, olabilirsiniz, biz yeni bir iklim yaratabiliriz. Bakın, bizim başka yerlerde barış projemiz yok; ne New York'ta ne Oslo'da ne Londra'da ne Paris'te. Biz bu topraklarda, şurada, bu iklimde bir Ankara modelini oluşturabiliriz. Ne yapabiliriz biliyor musunuz? Valla, dünyaya örnek olacak bir model sunabiliriz. Bakın, Sayın MHP Grup Başkan Vekili Erkan Bey, barış size çok yakın, çok; bakın, bir nefes, bir adım atsanız barış burada; size de görev düşüyor, sadece Sayın Bahçeli'ye ve Erdoğan'a bu işi yüklemeyelim, Selahattin Demirtaş'a, Öcalan'a değil, hepimize. Bakın, orada kimler oturuyor? Orada Nevroz oturuyor. Orada kim oturuyor? Beritan oturuyor. Orada kim oturuyor? Hristiyanları temsilen bir kardeşimiz George oturuyor, orada Alevileri temsilen Celal oturuyor. Burası bir bahçe; işte, bütün halkların, bütün inançların, bütün kimliklerin bahçesi burada. Siz kalkıp bir el tutsanız barış gelecek. Leyla Başkan, siz elinizi oradan uzatsanız, emin olun, barış burada. Bu iklimi bu akşam burada hayata geçirin, yarın Türkiye'nin şekli değişir çünkü bunu 2013'te gördük, milyonlarca insan Diyarbakır'da toplandı ve hepsi barış istiyordu. Onun için barış bize çok yakın. Bir başka arkadaşımın adı Heval -yani Kürt isimlerini vererek söylüyorum- bunların hepsi sizi bekliyorlar; el uzatsanız bir el kadar size barış yakın. Bunu yapabilirseniz, emin olun, siz de barışa çok büyük katkılar sunarsınız. Hep söylüyoruz ya Türkiye'nin üç tarafı deniz; bir tarafı, kara tarafı da vallaha hep Kürtler. Nereye gitseniz Kürtler karşınızda, Orta Doğu’nun neresine giderseniz gidin; ister Rojava'da ister Suriye'de ister İran'da ister Türkiye'de, çıkmaz sokakta bile Kürtler sizin karşınızda: "Benim haklarımı gasbetmeyin."
Biz de Türkiye halklarına ve Türkiye'yi yönetenlere sesleniyoruz; Sayın Bahçeli'ye, Sayın Erdoğan'a sesleniyoruz: Gelin, bu ülkenin azizleri olun; gelin, bu ülkeyi birlikte... Yanı başımızda diktatörlükle yönetilen ülkeler vardı, Irak öyleydi, Suriye öyleydi, oradan bağırıyorlardı, "Kanımızla, canımızla seninleyiz ey Saddam." diyorlardı ama Saddam'ın düştüğü gün ne oldu biliyor musunuz? Valla, ilk önce yanı başında olanlar gittiler, onun büstünü, heykellerini yerle bir ettiler.
Şimdi buradan çağrımızdır siyasi aktörlere, bu ülkeyi yönetenlere: Sayın Erdoğan'ın bu konudaki cesaretini biliyorum geçmişten, bunu yapabilir, barışı sağlayabilir; yanı başına Sayın Bahçeli'yi de aldığında, emin olun, bu topraklarda barış inşa edilir, Sayın Özgür Özel'i aldığında barış inşa edilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sakik, lütfen tamamlayın.
SIRRI SAKİK (Devamla) - Onun için, Türkiye'nin buna ihtiyacı var, Türkiye'nin bir an önce barışını sağlaması gerekir ve Türkiye Rojava'yla dostluklarını sürdürmelidir; kendi Kürt'üyle barışmalı ve diğer Kürtlerle mücadele değil müzakereyi sürdürmelidir. Rojava'daki bütün siyasal oluşumlara, Türkiye'nin dışında herkes ona "seküler bir hareket" olarak bakıyor, bir tek Türkiye ona "terörist" diyor. Oysaki onlar kendi topraklarında yaşıyorlar. Hakan Fidan diyor ki: "Çekip gitsinler." Kardeşim, orası onların toprakları; onlar orada doğdu, orada büyüdüler, kökleri orada, hayatları orada. Oradan gitmesi gereken tek bir birim varsa oradaki cihatçılardır, orayı işgale giden güçlerdir, siz gitmelisiniz; o halk orada yaşıyor, o topraklar bu halkın toprakları.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sakik, teşekkür ediyorum.
SIRRI SAKİK (Devamla) - Sayın Başkan, size de görev düşüyor. Biliyorum, umuyorum, bu süreçte siz de o görevi üstlenirsiniz.
Tekrar teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)