Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 39 |
Tarih: | 19.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben de ekranları başında bizleri izleyen tüm yurttaşlarımıza, cezaevindeki arkadaşlarımıza selamlarımı iletiyorum.
Aslında bugün konuşmamın içeriğinde yoktu ama 19 Aralık olması nedeniyle değinmeden geçemem, en azından vicdanımız buna cevaz vermiyor. 19 Aralık'ta Taybet ana Cizre'de katledildi, biliyorsunuz. Oğlunun bir röportajı vardı, hiç değiştirmeden burada okuyacağım: "Annem ilk vurulduğunda haber verdiler, koştuk. Biz daha varmadan amcam gitmek istemiş, onu da vurmuşlar. Gittiğimde amcamı taşıyorlardı komşularımız. 'Annem?' dedim, 'Sokakta kaldı.' dediler. Ben gitmek istedim, tuttular. Ağladım sabaha kadar. Annem sokağın ortasında kaldı öylece. Önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı. Kimi aramadık ki? Vekilleri, kaymakamı, valiyi... Öldü, ölmesine de cenazemizi alalım. Annem ne hissetti acaba? Canı çok yandı, yanmıştır. Biz, sevgi nedir hiç dile getirmezdik ama onun bir sarılması vardı, dünyaya değerdi, binlerce söz gelse anlatılmazdı, o sevgiyi anlatamazdı. Annem tamı tamına yedi gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük. Bir insan, insana ne kadar acı çektirebilecekse bize yedi günde bunu yaptılar. İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor bazen. Yedi gün, benim annem yedi gün kara kış soğuğunda kaldı, en acısı kaç saat yaralı kaldı bilememek. Keşke diyorum hemen ölmüş olsa." (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
İşte, bu ülkede gerçekle yüzleşilmesi gereken konuların başında bu geliyor. Bir annenin oğluna bu cümleleri sarf edebilecek bir acı yaşatmışsak bence hepimizin durup düşünmesi gerekiyor.
Kürt sorununu anlamak ve çözümüne dair fikir yürütmek için yapılması gereken zaruri ve öncelikli işlerden biri dönüp tarihe bakmaktır, az önce ifade ettiğim nokta gibi. Jean Jacques Rousseau, tarihi anlayana kendi gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuz olduğunu işaret eder. Tarih dediğimiz bu kılavuz, bir taraftan geçmişteki ittifakları ve bir arada yaşam kültürünü hatırlatmak ve çözümün anahtarını sunabilmeyi sağlayabilir. Oysa diğer taraftan yine aynı tarih, iktidarların inkâr politikalarının kurumsallaştığı bir mekanizmaya dönüşebilir. Resmî ideoloji oluşturmak için resmî tarih oluşturmak, resmî tarih oluşturmak için de toplumun hafızasını kayba uğratmak, toplumsal birliği yani kolektif hafızayı yok etmek gerekiyor, bozulması ve tahrif edilmesi gerekiyor; bugünün egemenlerinin ihtiyaçlarına uygun bir bellek imal edilmesiyle mümkün olabiliyor. Örneğin, Mecliste "Roboski" dediğimizde, "katliam" dediğimizde yapılan itirazlar bunun en açık ve en yakın örneğidir. Ancak, eğer ortak tarihimize sahip çıkabilirsek -yalancıları, tahrifatçıları- tarih bizi mutlaka özgürleştirecektir. Bakın, 1071 yılında Malazgirt'te Kürtler, sundukları askerî destekle Orta Asya'dan gelen Selçuklulara Anadolu'nun kapılarını aralamışlardır. Dönemin önde gelen tarihçileri 4 bin Alparslan askerinin yanında 10 bin Kürt beyi ve askeri olduğunu söylüyor; bu da her 3 askerden 2'sinin Kürt olduğunu ifade ediyor. Kürtler söz konusu dönemin kilit rolünü bütün yalınlığıyla, açıkça yazmışken, yapmışken modern ulus devletinin inşa sürecinde bu kayıtlar yok sayılmış, Kürt kimliği tarihten silinmek istenmiştir.
Bakın, bu noktada resmî tarihle ilgili Fikret Başkaya Hocamızın, referansla, bir parantezini açmak istiyorum. "Resmî tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya, adıyla çağırılmamaya dayanan bir tarih versiyonudur. Resmî tarih dediğimiz olgu, hâkim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir." Tarihin, geçmişte yaşamış olan iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonu olduğunu ifade ediyor. Bu gerekçeyle toplumsal bellek yok edilmek isteniyor, toplum hafızası kayba uğratılmak isteniyor. Kürtlüğü inkâr etmek ve kart kurt masalından medet umanların bilinçli cehaletine diyecek hiçbir şeyimiz yok.
19'uncu yüzyılda Tanzimat Dönemi'ne baktığımızda, Kürtlerin merkezî otorite güçlerine karşı, politikalarına karşı özerklikleri ellerinden alınmıştır. Kürt beylerinin direnişleri "asi" olarak yaftalanmış oysa arşiv belgeleri Kürt beylerinin yalnızca özerkliklerini koruma mücadelesini verdiğini ortaya koyuyor. Tarihe objektif olarak bakıldığında ise Kürtlerin bu toprakların asli unsuru olduğunu açıkça görüyoruz. Kürtler, Selçuklular Anadolu'ya geldiğinde burada binlerce yıldır zaten yaşıyorlardı. Kürtlerin 1071'deki tutumu Kurtuluş Savaşı'nda da devam etti. "Tarihin tekerleği hep ileriye ve iyiye doğru gider." demiş Karl Marx ama bu, Türkiye için geçerli değil.
Bu konulardan biri de elbette bu kadim toprakların asli unsuru olan Kürt meselesidir. İktidara sorsak çağ atladığımızı, artık zamanın eskisi gibi olmadığını, değiştiğini söylerler ama hangi çağı atlasak da değişmeyen tek gerçek Kürtlere yönelik imha ve inkâr politikalarıdır. 1923 yılında cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte 21 Anayasası'nda eşit yurttaşlık anlayışı terk edilmiş, 24 Anayasası'yla Kürtlerin hakları tümüyle inkâr edilmiş, ana dili kamusal alandan silinmiş, Kürtlerin yaşadığı bölgenin adı olan "kürdistan" ismini telaffuz etmek yasaklanmıştır, Kürtlere yönelik inkâr politikaları ise sistematik bir hâl almıştır. 24 Anayasası'yla birlikte vatandaşlık tanımı Türklerden oluşan bir ulus anlayışıyla yapılmış ve Kürtlerin anayasal düzende varlığı yok sayılmış, inkâr edilmiştir. Kürt halkına düşman bu yaklaşım, Kürtleri sadece resmî söylemde olacak şekilde, o da yalnızca zararlı cemiyetler olarak tanımlanmıştır. Ders kitaplarında Kürtlere dair verilen tek başlık Kürt Teali Cemiyeti olmuştur ve bu cemiyet sadece bölücülük ve isyanla ilişkilendirilmiştir. 1925'te Şeyh Sait isyanında Kürt kimliği hedef alınmış, Şark Islahat Planı devreye konulmuştur. Bu plan, yalnızca isyanı bastırmak girişimi değil aynı zamanda, Kürtçe konuşmayı yasaklama, yerleşim yerlerinin adlarının değiştirilmesi ve sürgünü içermiştir.
Yine, 1937-1938 yıllarında Dersim katliamıyla Kürt coğrafyasının insansızlaştırılması ve Kürt kültürünün hafızasının yok edilmesi hedeflenmiştir.
Bakın, bugün Seyit Rıza ve Şeyh Sait'in mezar yerleri açıklanmıyor; yıllardır soruyoruz, neden açıklamıyorsunuz? Hiçbir cevap yok ama biz biliyoruz, cevabını ben vereyim: Çünkü o mezarların bir hafıza mekânına dönüşmesini engellemeye çalışıyorsunuz da ondan; işte bunun için açıklamıyorsunuz.
Yine, "Şeyh Sait" adı ve mücadelesi "dengbej"lerin "klam"larında dilden dile dolaşıyor, bugün her yerde bunu duyabilirsiniz, bir vasiyete dönüşmüş bu. Yine, Seyit Rıza'nın darağacına giderken söylediği sözler en büyük vasiyetimizdir ve her anlamda, her yerde bunu ifade edeceğiz. Yani unutturmak istediğiniz şey kolektif hafıza ama bu, bizim hafızamızı daha diri tutuyor. Yani demek istiyoruz ki hakikat yüzleşmeyi gerektiriyor ve dayatıyor. Buna direnen, savaş politikalarından medet umanlar, barış ve demokrasinin birleştirici gücünden korkanlardır. Onurlu bir barışla aydınlık bir geleceği ve demokratik bir cumhuriyeti inşa etmenin umudunu daha da büyütmenin tam da zamanıdır diyoruz.
Değerli milletvekilleri, Kürtlere karşı yüz yıldır sürdürülen inkâr ve imha politikalarının günümüzde de aynı şekilde devam ettiğini görüyoruz. Rojava'da Kürtlerin öncülüğünde kurulan demokratik sisteme yönelik saldırılar bu tarihî inkârın en açık göstergelerinden biri değil midir? Bugün Kürtlerin farklı inanç ve kimliklerle birlikte inşa etmiş olduğu ortak yaşama saldırı, saldırılara göz yumulması bir çelişki ve vahim bir hatadır.
Bakın, bir örnek vereyim: Ben Nusaybin'de yaşıyorum, Mardin Nusaybin'de. Kurtuluş Savaşı'na katılan amcamızın dedesi dönmemiştir Kurtuluş Savaşı'ndan; onun çocukları geçim derdine girince Suriye yani Kamışlı'ya göç etmişlerdir ve Kamışlı'da yaşıyorlar. Binlerce akrabamız şu anda Kamışlı'da. Bugün sizin tecrit etmek istediklerinizin ya da vahşilere yem etmek istediklerinizin aslında ataları, bu ülkenin kurulmasında kanlarını döktüler, mezar yerleri bile belli değil. İşte, bu anlayışla bakmak lazım, bunu unutmamak gerekir. Orada yaşayanlar, bir zamanlar bu ülkenin vatandaşı ve bu ülkenin kurulması için en büyük mücadeleyi verenlerdir. Bunu bir kez daha hafızaya hatırlatmak gerekiyor. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
Tarih kitaplarından "Kürt" adını çıkararak, Kürtleri yok sayarak, iradesine kayyum atayarak, Kürtlerin dilini ve kültürünü inkâr ederek kendi ellerinizle yarattığınız Kürt sorunu bugün çözülmeyi bekleyen en büyük sorun olarak ortada duruyor. Türklere Anadolu'nun kapılarını açan Kürtler, imparatorluğun kurulmasına vesile olan Kürtler, Kurtuluş Savaşı'nda bu ülkenin bağımsızlığı için savaşan Kürtler ne yazık ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen tamamlayın.
YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Kürtler de vardı yani...
KAMURAN TANHAN (Devamla) - Pardon...
YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Devam edin.
KAMURAN TANHAN (Devamla) - ...kart kurt oldu, bölücü oldu, asi oldu, Türk oldu ama bir türlü Kürt olamadı, eşit vatandaş hiç olamadı.
Bu duygularla hepinizi selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)