Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 39 |
Tarih: | 19.12.2024 |
YÜKSEL TAŞKIN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hazırladığım konuşmadan küçük bir sapma yapacağım. Demin, AK PARTİ'den bir arkadaş, gelip Batılı basın kuruluşlarının vesaire, bazı kaynakların Erdoğan'ı nasıl övdüğüyle ilgili bize kupürler gösterdi. Bu, çok enteresan bir sevgi-nefret ilişkisini yansıtıyor Batı'yla. Bakın, Gazze'de yaşananlara kör oldukları zaman haklı olarak "oryantalist" dediğiniz insanlar, reisi övdüğü zaman birden bire sizin için makbul oluyor. Bu, aslında çok tanıdık bir anlayıştır ve temelinde öz güvensizlik de barındırır diye düşünüyorum.
Açıkçası, Avrupa siyasetçisi Von der Leyen, gelip burada "Size 1 milyar euro vereceğiz; burayı transit ülkesi yapmayın, duvar ülkesi olarak kalın." dediği zaman bu anlayış benim onuruma dokunuyor. (CHP sıralarından alkışlar) Sizlerin de onuruna dokunması gerektiğini düşünüyorum. Yani daha önce eleştirel olduğunuz kişilere hemen yumuşamanız, bunlar bana çok tutarlı gelmiyor.
Yine, aşırı sağcı ve son derece İslamofobik olan Trump'ın A kadrosuna bakın, bir zamanlar neoconlar neyse şimdi onlar da o; onları bile övmeye başlıyorsunuz, onlardan bile medet umuyorsunuz, lütfen tutarlı olalım. Bunları söyleme ihtiyacı duydum.
Ben aslında bu konuşmamda, 5'inci madde üzerinde aldığım bu konuşmada Cevdet Yılmaz'ın iki gün önce yaptığı konuşmasıyla ilgili bazı değerlendirmeler, eleştiriler yapmak istiyorum elbette saygı sınırları içerisinde. Cumhurbaşkanı dâhil herkes, herkes eleştiriye açık olmalıdır diye düşünüyorum öncelikle.
Şimdi, Cevdet Yılmaz "Ülkemiz demokrasi içinde kalkınıyor." diyor özetle. Arkadaşlar, öyle bir şey yok, bu ülkede ne adalet var ne kalkınma var ne de demokrasi var.(CHP sıralarından alkışlar) Yani ucundan, kıyısından tutarak bunu değiştiremezsiniz. Bakın, Türkiye'de... Cevdet Yılmaz bir de şöyle demişti: "Sistem önemli değil. Çok önemli değil, takılmayın sisteme." Oysa eğer başkanlık sisteminiz varsa demokrasiden uzaklaşma ihtimaliniz son derece yüksektir, hele hele dünyada parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçme lüzumu gören ülkelerin neredeyse tamamında demokratik gerileyiş ve çöküntü yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Karşılaştırmalı siyaset diye bir bilim dalı var, bize bu bilim dalı bunu söylüyor.
Şimdi, bakın, demokrasi endekslerinde, sadece bir tanesinde değil, hemen hemen bütün demokrasi endekslerinde ilk 10'a giren ülkelerin hepsinin parlamenter sistemle yönetildiğini görüyoruz.
Yine, refah konusuna bakalım. Ben zenginlik kavramını kullanmıyorum, İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde ilk 15 sırada olan ülkelerin arasında başkanlık sistemiyle yönetilen tek bir ülke yoktur, tek bir ülke yoktur. Bu 15 ülkenin neredeyse tamamı demokrasidir, sadece bir tanesi, Singapur "kusurlu demokrasi" olarak tanımlanır.
Şimdi, dolayısıyla, başkanlık sistemiyle demokratik çöküntü, gerileyiş ve fakirleşme arasında bir ilinti vardır çünkü Türkiye gibi bir ülkede "demokrasi" demek "ekmek" demektir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle Türkiye'de kadim bir meselemize, son derece kadim bir siyasi meselemize en yanlış teşhisin konulduğunu düşünüyorum. Nedir bizlerin kadim meselesi? Şudur: Bizler -bakın, "bizler" diyorum- güç, yetki ve sorumluluğun paylaşıldığı bir siyasi yapı ve kültür oluşturamadık. Başka bir ifadeyle, çoğunlukçu zihniyetten koparak çoğulcu zihniyet ve yapıları bir türlü inşa edemedik; aslında ihtiyacımız buydu, tam tersi istikamette gidildi. Aslında, pek çok ırmak, pek çok mücadele buraya doğru akarken birden bire sizler ultra vesayetçi bir atamalar rejimini Türkiye'ye getirdiniz, ultra vesayetçi bir atamalar rejimi. Bu sistemde Cumhurbaşkanı neredeyse Meclisteki çaycıları dahi atama yetkisine sahip olacak, az kaldı.
Şimdi, bakın, bu sistemde -atamalar rejimi dedik- örneğin, mevcut üniversite rektörleri dışında bütün YÖK üyelerini, YÖK üyelerinin tamamını fiilen Cumhurbaşkanı seçiyor ve Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti. Dolayısıyla bu sistemle beraber önce demokratik çöküş, ardından da kaçınılmaz olarak ekonomik çöküş geldi ve bizim partimiz bütün bunların yaşanılacağını tek tek tespit edip ortaya koymuştu ve o yüzden bu sistemik değişime, rejim değişikliğine "hayır" demişti.
Şimdi, başka bir vurgu: Cevdet Yılmaz burada hayli nostaljik kaçan bir demokratikleşme paradigması içerisinden konuşuyordu ve ürkek cümleler kuruyordu bana göre ama partisinden arkadaşlar konuştuklarında veya saraydaki o danışmanlar konuştuğunda güvenlikçi paradigma içerisinden konuşuyorlar. Birileri tekçi bir söylemi vurgularken Cevdet Yılmaz kesret içinde vahdet kavramını kullandı yani çokluk içinde birlik kavramını kullandı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Taşkın.
YÜKSEL TAŞKIN (Devamla) - Ben de soruyorum, madem çokluk içinde birliği savunuyor Cevdet Yılmaz ve partiniz: Neden örneğin "Alevilerin cemevleri ibadethanedir, buna karar verecek olan sadece Alevilerdir, bize sadece kamusal hizmeti organize etmek düşer." diyemiyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, Kültür Bakanlığına bağladığınız o vesayet kurumuyla Alevileri kandıramazsınız. Alevilik bir inançtır, folklorik ve donmuş bir kültür meselesi değildir. Aleviler sizden Audi falan istemiyor, tanınmak istiyor, tanınmak istiyor, tanınmak istiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Ben de Tayyip Erdoğan'ın bir hemşehrisi olarak, kendisi dışındaki insanların mağduriyetlerine de sahip çıkarak asıl demokratik tavrın ne olması gerektiğini de söylüyorum. Siz "Çoğunluğuz ve bizim değerlerimiz asıl olmalıdır." deyip sadece başörtüsü meselesine odaklandığınızda bu insanların meseleleri görmezden geliniyor. Ya hep beraber hepimiz için demokrat olacağız ya da sadece kendimizi yontacağız. Ben bu tavrı kabul etmiyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)