GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:20.12.2024

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2023 Yılı Kesin Hesap Kanun Teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz aldım. Bu vesileyle, Genel Kurulu ve ekranları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii, 2025 yılı bütçesini görüşüyoruz, aynı zamanda da kesin hesabı. Bunlar önemli metinler çünkü sonuçta bir toplumun şu anda nasıl bir ortam içinde olduğunu ve burada önümüzdeki dönemde nereye gidecek, ne olacak, hangi politikalar uygulanacak, hangi tedbirler alınacak, ülkenin kaynakları nereye aktarılacak, o konuda bir çerçeveyi, perspektifi çizen metinler bunlar ama ilginç olan şu: Biz bu bütçeyi konuşurken aslında Türkiye'nin içinde var olduğu, yaşadığı sorunların da gittikçe ağırlaştığını görüyoruz; siyasi, ekonomik, sosyal, idari bütün boyutlarda Türkiye çok ciddi bir kriz içinde.

Değerli milletvekilleri, Türkiye demokrasiden hızla otoriter bir rejime doğru kayıyor ve 2017 referandumu sonrası geçilen 2018 Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle bu otoriterliğe kayış hızlanmıştır. Devletin temel organları olan yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı hukuken ve fiilen ortadan kalkmıştır. Her sistemde -sadece parlamenter değil, parlamenter başkanlık, yarı başkanlık, bütün sistemlerde- olmazsa olmaz olan koşul, denge ve denetleme mekanizmasıdır ama ne yazık ki bu sistemde denge ve denetleme mekanizması yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Yürütme hem yasama hem de yargı üzerinde ciddi bir tahakküm kurmuştur.

Bu sistem aynı zamanda son derece keyfîlik içeren bir sistemdir. Bakın, devlet yapısı bu yeni sistemde tepeden tırnağa değişmiştir; kurumlar kapatılmış, birleştirilmiş, yeniden yapılandırılmıştır ve de aynı zamanda bu yetmemiş, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde âdeta paralel bir bürokratik yapı oluşturulmuştur. Kurullar, ofisler, başkanlıklar ve bunların klasik bakanlıklarla olan ilişkisi son derece sorunludur, o ilişki tanımlanmamış bir ilişkidir. Sadece Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle oturup "Şunları kurduk, bunlar bu görevi yapacak." demek yetmiyor arkadaşlar. Bürokrasi bir deneyimdir, bürokrasi bir tecrübedir, bürokrasi bir hafızadır, birlikte çalışma alışkanlığıdır. Bunları yapmadığınız zaman işte o zaman "Geldik, biz yönettik." dersiniz ama Türkiye'yi bugün olduğu gibi yönetirsiniz. Temel hak ve hürriyetlerin Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenemeyeceği Anayasa'da açık olmasına rağmen ısrarla bu konuda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkartılmaktadır.

Bakın, değerli arkadaşlar, komisyonlara, Plan ve Bütçe Komisyonuna yağmur gibi Anayasa Mahkemesi tarafından bozulan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri geliyor. Böyle gayriciddi bir iş olabilir mi? Önümüzdeki hafta burada bir torba kanun görüşeceğiz; 14 maddesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenen hususların Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması, iptal edilmesi ve bunun kanun olarak yapılması için önümüze gelmesiyle ilgili fakat biz daha önce şunu biliyoruz: Gene böyle benzer düzenlemeler geldi ama gene kanun yapılırken de Anayasa'ya aykırılıklar vardı ve sonrasında yeniden Anayasa Mahkemesine gittik. Neden Anayasa'ya uymuyorsunuz? Anayasa'ya uymamayı bir alışkanlık hâline getirdiniz. Bunu neden yapıyorsunuz? Daha önce konuşurken bütçenin ilk gününde "Kendini uygulatmayan bir Anayasa." diye Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun sözcüsü söylemişti; kendini uygulatmayan Anayasa mı olur arkadaşlar? Anayasa'ya uyacaksınız, Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Sonuç itibarıyla "Ben bunun istediğim yerine uyarım, istemediğim yerine uymam." derseniz böyle olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Burası Türkiye Cumhuriyeti; bu ülkenin gelenekleri var, burası muz cumhuriyeti değil, "İstediğimi yaparım, istemediğimi yapmam." olmaz.

Olağanüstü yönetim usulleri bu iktidar döneminde normalleştirilmiştir. Bakın, bugün ülkede OHAL yok ama OHAL kuralları geçerli. Bunun en çarpıcı örneği ise yerel yönetimlere yapılan kayyum atamaları. OHAL döneminde çıkarılmış, değiştirilmiş bir yasa maddesine dayanarak belediye başkanları herhangi bir biçimde "terörle iltisaklı" dendiği zaman belediye meclisi içinden bir seçim yapılması yerine kayyum ataması var. Böyle bir şey olmaz; bu, millî iradenin gasbıdır. Millî irade sadece merkezî hükûmet nezdinde olmaz, aynı zamanda yerel yönetimler nezdinde de bu söz konusudur. Buna uymak gerekir.

Merkezî yönetim-yerel yönetim ilişkisi son derece sıkıntılı. Siz yirmi iki yıldan beri iktidarı yönetiyorsunuz ve 2019 seçimlerinde bazı belediyeler bize geçti, en son 2024 seçimlerinde de büyük anlamda hem büyükşehir hem il ve ilçe belediyeleri kazandık ve birden bire önümüze şu çıktı: Belediyelerin ve belediye şirketlerinin gecikmiş vergi ve sigorta prim borçlarının tahsili için genel bütçeden aldığı payların kesilmesi, aynı şekilde şirketlerin hesaplarına haciz konulması gibi uygulamalar gündeme geldi. Neden bunu daha önce yapmıyordunuz? Yirmi iki yıldan beri iktidardaydınız, bunların borcu yok muydu? (CHP sıralarından alkışlar) Neden bu konuda herhangi bir adım atmadınız da şimdi yapıyorsunuz? "Belediyeleri kaybettik." diye yapıyorsunuz değil mi? Böyle olmaz arkadaşlar; merkezî yönetim ve yerel yönetim bir bütündür ve zaten merkezî yönetimin yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisi var ve bütün her türlü denetime tabi. Yani "Biz gelelim, biz istediğimizi yaparız." Bakın, bu, keyfîlik; Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin özündeki keyfîlik bu, tek adam rejimi ve keyfî bir rejim.

Yargı, yasama... Önce yasamadan bahsedeyim. Parlamentonun konumu bu sistemde zayıflamıştır ve Parlamento işlevsizleştirilmiştir. Bunun en temel tezahürlerinden biri devlet teşkilatının Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenmiş olmasıdır. Devlet teşkilatı, bürokrasi Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenmez. Yasama niye var, Parlamento niye var? Neden seçime gitti insanlar; bu ülkeye bizleri, Parlamentoya seçtiler kendilerini temsil etmek için? Bunları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapıyorsunuz. Meclisin bütçeyi reddetme imkânı dahi yok arkadaşlar. Dünyanın her yerinde bütçeler, bütçe hakkı kapsamında önemlidir ve bütçenin reddi -geçmişte de vardır Türkiye'de örneği- aynı zamanda hükûmetin düşmesi anlamına gelir. Ama burada, bütçe reddedildiği zaman, herhangi bir nedenle, yeniden değerleme oranı yani enflasyon kadar artıyor. Bakın, bu, bütçe hakkının gasbıdır.

Torba kanunlar, bir türlü ihtisaslaşmanın gerçekleştirilememiş olması... Torba kanun, Plan ve Bütçe Komisyonuna torba kanunlar geliyor; bizim Komisyonun ilgisi olmayan konular. Diğer komisyonlar ne yapıyor? Bakın, Meclisin kuruluşunda bir ihtisaslaşma vardır ve ilgili komisyonlar vardır ve ilgili komisyona o konuyla ilgili olan milletvekilleri seçilir. Ama onları çalıştırmayıp hepsini bir yerden bu torba kanun sistematiğiyle ve sonra Mecliste temel kanunla görüştürülmesi yasamayı son derece niteliksiz ve kalitesiz yasa yapmaya teşvik etmektedir. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Ve daha da ilginci, Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasi partinin Genel Başkanıdır. Yasama ve yürütme arasındaki güçler ayrılığı, özellikle başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde son derece sert ve katı bir güçler ayrılığı vardır. Yani burada bütün bu sistem, baktığımız zaman, yürütmenin yasama üzerindeki tahakkümü ve yasamanın işlevsizleşmesidir.

Seçilmiş milletvekili Can Atalay'ın AYM kararına rağmen Mecliste yemin edip göreve başlamaması ve sonra milletvekilliğinin düşürülmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bir utanç kaynağıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Yüksek yargı organları üyelerinin Cumhurbaşkanı veya Cumhurbaşkanının Genel Başkanı olduğu ve Parlamentoda çoğunluğu olan parti tarafından seçilmesi doğru değil. Yargı organları arasındaki çatışma ciddi boyutlara varmıştır değerli milletvekilleri. Geçmişte de vardı, mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarına uymadığını biliyoruz defalarca ama en son, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında var olan sıkıntı ve çekişme son derece ciddidir ve yargının işleyişi içinde de baktığımızda ciddi sıkıntılar yaratmaktadır. Tabii, bu şunu gösteriyor: Yargının verdiği kararlar kamuoyunda tartışılıyor değerli milletvekilleri. Bakın, şunu bilelim: Yargı toplumun vicdanında meşruiyetini yitirdikçe çözümü mafyatik ilişkilerde ve suç örgütlerinde arama anlayışı yaygınlaşmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar) Yargı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının eksiksiz bir biçimde kurulması ve bütün yurttaşların eşit bir biçimde hukuki güvenliğe sahip olma ilkesi bir demokrasi açısından vazgeçilmezdir. Temel hak ve hürriyetler bütün yurttaşların düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olmasıdır, düşüncelerini özgürce ifade etmeleri demektir ama biz biliyoruz "dezenformasyon yasası" denilen sansür yasası, sonra etki ajanlığı gibi uygulamalarla vatandaşın düşüncesini ifade etme özgürlüğüne sınırlamalar getirilmeye çalışılmakta. Demokrasi aynı zamanda eleştiri hakkıdır. Bakın, demokrasiyi sadece sandıktan ibaret, dört beş yılda bir gidilen sandıktan ibaret saymayalım. Bu, demokrasi için gereklilik şartıdır, bir şekil şartıdır, olmazsa olmazdır ama en az onun kadar önemli olan demokrasinin öz ve içerik açısından zenginleştirilmesidir. Bu da temel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesidir, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkıdır, adil yargılanma hakkıdır. İşte, bütün bunların hepsi olduğu zaman o ülkede demokrasi yerleşir. Tabii, siyasal alandaki sorunlar böyle. Acaba ekonomi alanı nasıl, bir de ona bakmak isterim. Birikim, büyüme ve bölüşüm açısından bakacağım. Kalkınma perspektifini kaybetmiş bir ekonomik model vardır. Tekrarlıyorum, kalkınma perspektifini kaybetmiş bir modeldir. Neoliberal ekonomik model tüm kurum ve kurallarıyla devam etmektedir ve yirmi iki yıllık AKP döneminde ekonominin yapısal sorunları çözülmemiş, aksine ağırlaşmıştır ve bunun en önemlisi dış kaynaklara dayalı, dış kaynakta cari işlemler açığı veren bir ekonomidir. Şimdi, bütçe sunuşu sırasında hem Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı hem Hazine ve Maliye Bakanı "Cari açığı düşürüyoruz." diyorlar ama değerli arkadaşlar, cari açığın içinde tabii ki ithalat olarak enerjinin etkisi vardır, aynı zamanda altın ithalatı da var ama esas itibarıyla Türkiye'nin problemi Türkiye'nin üretim ve ihracat yapısının ara malı ithalatına bağımlı olmasıdır. Bunu değiştirmediğiniz sürece Türkiye'de cari açık problemini çözemezsiniz. Çözemediğinizi siz de biliyorsunuz, yirmi iki yıldan beri hazırladığımız her planda, her orta vadeli programda, her yıllık programda ve bütçede bunu zikretmenize rağmen bu alanda gidilmiş bir yol yok ama bu sene ekonominin yavaşlaması ve bu nedenlerle biraz cari açık düzelmiş gibi gözüküyor ama cari açık böyle düzelmez. Büyümenin niteliği zayıftır, düşük yatırımlar, özellikle kamu yatırımlarında ciddi bir azalış var ve özel sektörün yaptığı yatırımlar bu yatırımların yerine geçmiyor, bunları ikame etmiyor, karşılamıyor. Oysa, kamu yatırımları ile özel yatırımlar arasında tamamlayıcılık ilişkisi vardır iktisatta. Kamu yatırımları özel yatırımları teşvik eder ama Türkiye'de kamu, özellikle bu kamu-özel iş birliği modeliyle ciddi anlamda yatırım fiziki ve sosyal altyapı alanından, özellikle ulaştırma, enerjide ve hastanelerde en son şehir hastanelerinde alandan çekilmiş, bu alanları özel sektöre vermiştir ama özel sektörün yapması gereken normalde ülkede üretimi ve ihracatı artırmaktır. Altyapı yatırımları alanı kamunun alanıdır ve bunlar birbiriyle bir verimlilik ilişkisi içinde gider.

Sanayileşme perspektifi kaybedilmiştir. "Bütün dokümanlarda yüksek katma değerli mal ve hizmet üretimi yapacağız." demenize rağmen ne yazık ki Türkiye bunun uzağındadır. Teknoloji yoğunluğunda beklenen sıçrama sağlanmamıştır. Toplam içinde baktığımızda imalat sanayinin, yüksek teknolojili sektörlerin payı sadece yüzde 3'tür. Bununla mı Türkiye rekabet edecek, bununla mı Türkiye -bırakın gelişmiş ülkeleri- bizim gibi gelişmekte olan ülkelerle rekabet edecek; Endonezya'yla, Malezya'yla, Arjantin ve Brezilya'yla? Bu şekilde, bu modelle Türkiye bir yere gitmez.

Tarım tasfiye edilmiştir. Bakın, bugün gıda güvencesi dünyanın her yerinde stratejik bir sektördür ve gıda güvencesi önemlidir.

İstihdam yaratmayan yoksullaştırıcı bir büyüme vardır. İşsizlik oranlarının yüzde 8, yüzde 9'larda olduğunu söylüyorsunuz ama atıl iş gücü -ki TÜİK hesaplıyor- ona baktığınız zaman en az onun 2 katıdır; yüzde 9 değil, yüzde 28, yüzde 29'dur. 3,5 milyon insan değil, 9-10 milyon insan Türkiye'de işsizdir. Çalışmak isteyip, çalışabilecek çağda olup ama bir biçimde herhangi bir nedenle iş gücüne katılmadığı için işsizdir. Enflasyon yüksek seviyelerdedir ve nispi fiyat yapısı bozulmaktadır. Değerli milletvekilleri, 2006 yılından beri Türkiye enflasyon hedeflemesi rejimi uyguluyor ve orada ilk başlarda da hedef şuydu: Yüzde 3, yüzde 4, yüzde 5 gibi bir enflasyon oranıydı ama Türkiye bunları hiç elde edemedi. Elde edemediği gibi son yıllarda son derece yüksek enflasyon oranlarıyla karşı karşıyayız, birazdan anlatacağım. Gelir ve servet dağılımı eşitsiz ve adaletsizdir. Yoksulluk hem yaygınlaşmakta hem derinleşmektedir ve kamu hizmetleri toplumsal ihtiyaçları karşılamaktan çok uzaktır. Hem nicelik hem nitelik olarak yetersizdir. Çalışma hayatı sorunların en büyük olduğu alanlardan biridir. Sadece iş gücüne katılım oranları ve istihdam oranlarının düşüklüğü değil, kayıt dışılık hâlâ çok yüksek, neredeyse dörtte 1'i kayıt dışı çalışıyor. Sendikalaşma oranları çok düşük, iş sağlığı ve güvenliği yetersiz. Bakın, iş kazaları ki bunlar iş cinayetleridir, bugün hemen hemen bütün alanlarda bunları yaşıyoruz madencilik sektöründen inşaat sektörüne kadar.

İşçi sınıfının en temel müzakere gücü olan grevler var, sürekli grevleri erteliyorsunuz. Grevler yapılacak; o toplumun içinde grev hakkı, toplu sözleşmeli grev hakkı sonuç itibarıyla işçi kesiminin en temel hakkıdır. Başka türlü nasıl bir uzlaşma sağlayacaksınız? Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplamıyorsunuz, 2009'un Şubatından beri toplamıyorsunuz. Soru önergeleri verdim, hâlâ ortada bir şey yok. İşte, "toplanacak" gibi bir kısım ifadelerle geçiliyor, böyle gayriciddi iş mi olur? Bu sizin keyfiniz mi? (CHP sıralarından alkışlar) Anayasa'da var olan kurallara işinize geldiği zaman uyuyorsunuz, işinize gelmediği zaman uymuyorsunuz ve bütün bunların sonucunda şiddet oranları yükseliyor; yolsuzluk ve suç ekonomisi artıyor; çeteleşme, mafyalaşma her yerde var ve yozlaşma, değerlerde yozlaşma ve çürüme var. En son, yenidoğan çetesi olayında yaşadık arkadaşlar, kanımız dondu. Para yüzünden bebeklerin canına kıyan bir yapı ve bu uzun zamandır devam eden bir olay ve sadece belki de baktığımız zaman buz dağının görünen yüzü, altında kim bilir başka neler var? Ve böyle bir yapının gittikçe yaygınlaştığı yapı aslında şunu gösteriyor: Demek ki adalet duygusu, yargının adaleti çözebileceğine ilişkin o yargı, o bakış yok oluyor.

Kalkınma planı, OVP, bütçe ilişkisi... Bakın, bütçe bir kaynak dağıtım mekanizmasıdır. Teknik olduğu kadar aynı zamanda politik metinlerdir değerli milletvekilleri yani devlet vatandaşın gelirinin bir kısmına vergileme yoluyla el koyar, ondan sonra onu belli harcamalara dağıtır. Burada belli sorular, iki tane temel soru var. Bu soruya verdiğiniz cevap o iktidarın, siyasi iktidarın yönelimini, bakışını ve ideolojik pozisyonunu belirler. Bir, vergileri kimden alıyorsunuz? Hangi tür vergiler ve kimden alıyorsunuz? İki, harcamaları hangi alanlara yapıyorsunuz ve bundan kimler yararlanıyor? İşte, bu sorulara verilen cevaplar hükûmetin tercihidir. Bu açıdan baktığımız zaman, daha önceki bütçelerden hiçbir farkı olmayan ve emeğin aleyhine, sermayenin lehine bir bütçedir bu. Öyledir, bunun böyle olmaması gerekiyor. Hele yaşadığımız bu kriz koşullarında tam tersi bir şey olması gerekirken aynı mevcut yapı devam ediyor. Kalkınma planı, OVP, yıllık program, bütçe. Bakın, bunlar üst politika belgeleridir ve bunların her yerinde, dünyanın her yerinde bu üst politika belgeleri arasında bir uyum ve tutarlılık olur ama Türkiye'de bu yok. Kalkınma planı ile orta vadeli programın ilgisi yok. Kalkınma planının son yılı olan 2028 ve orta vadeli programın son yılı olan 2027'nin rakamlarının birbiriyle karşılaştırılması bile mümkün değil. E, ne oldu? Çöpe mi attık? Daha üzerinden bir yıl geçti, kalkınma planını çöpe attık. E, ne oldu o zaman? Bakın, Türkiye'nin 1960'lı yıllardan beri başlayan ciddi bir planlama deneyimi var. Devlet Planlama Teşkilatını kapattınız ama planlama bir biçimde devam ediyor ama bu planlamayı güzel yapalım. Planlama demek bir yol haritasıdır, bir vizyondur. Bugün neredeyiz, yarın nereye gideceğiz? Hangi araçları kullanarak gideceğiz, hangi harcamaları yapacağız? Buna ilişkin bir çerçevedir ve bu anlamda da ekonomideki karar alıcılara, hane halklarına, şirketlere bir yol göstericiliği kalmamıştır bu belgelerin. OVP'nin ve bütçenin temel perspektifi dezenflasyondur değerli arkadaşlar; dezenflasyon, enflasyonun kontrol altına alınması, düşürülmesi. İyi ama şu soruyu sormayacak mıyız: Türkiye neden şimdi bir dezenflasyon süreci içinde? Çünkü enflasyonu patlattınız, çünkü 2021 yılının Eylül ayında Cumhurbaşkanının "faiz sebep, enflasyon sonuç" tezini uygulayarak Merkez Bankası -ki bunu kendine kanunla verilmiş olan görev fiyat istikrarını sağlamak yani Türk lirasının değerini korumak olan Merkez Bankası uyguladı- enflasyon patladı, dolar kuru gitti, bütün ekonominin dengeleri bozuldu; şimdi, o yükselttiğiniz enflasyonu indirmeye çalışıyorsunuz. Ve bunu nasıl yapıyorsunuz? Orada da çok açık ve nettir -2023 seçimlerinden sonra göreve gelen hem yeni Hazine ve Maliye Bakanı ve o dönemdeki Merkez Bankası Başkanı söylediler- rasyonel politikalara dönüş, irrasyonel politikalardan rasyonel politikalara geçiş. İyi ama irrasyonel politikaları uygulayan da sizsiniz. Neden uyguladınız? Neden Türkiye'yi 2021 yılında, 2021 yılının eylül ayında Merkez Bankası politika faizi yüzde 19'ken enflasyon da yüzde 19,25'ken ve dolar kuru 8 lira 30 kuruşken böyle bir yanlış uygulamanın içine koydunuz ve onun sonucunda enflasyonu patlattınız? Ve şimdi ne yapmaya çalışıyorsunuz? Toplam talebi kısmak, sıkı para, sıkı maliye ve sıkı gelirler politikasıyla ve aynı zamanda da yurt dışından sermaye girişleriyle birlikte dövizi baskılamak ve maliyet enflasyonunu bertaraf etmek. İyi ama bakın, enflasyon beklentilerini kıramadınız, enflasyon beklentileri çok yüksek ve ben sık sık görüyorum, özellikle enflasyonun nedenini ücret artışlarında bulan bir yaklaşım var; bu, doğru değil. Tabii ki ücretler bir maliyet unsurudur, reddetmiyoruz ama onun dışında, Türkiye'nin son dönemde yaşadığı enflasyon kâr itişli enflasyondur, yüksek kârlar var. Bakın, bu literatürde de tartışılıyor, buna ilişkin makaleler var. İSO'nun 500 şirketine girin, bir bakın kârlılık oranlarına. Kârların ittiği bir yapı var. Merkez Bankası da zaten basın açıklamalarında bunu mahcup biçimde ifade ediyor. Ne diyor biliyor musunuz? "Ekonomideki fiyatlama davranışları bozulmuştur." E, bu tutanak işte ve bir taraftan bunu yapıyorsunuz, beklentileri kıramıyorsunuz, piyasaların eksik, rekabetçi yapısını tekelci ve oligopolist yapısını değiştiremiyorsunuz. Bugün Türkiye'de belli sektörlerde firmalar hâkimdir piyasaya ve istedikleri gibi fiyatı dikte ederler. Bunu değiştirmedikten sonra enflasyonu kalıcı olarak düşük haneli tek seviyelere indiremezsiniz. Bir yapısal reform yok, bir vergi reformu yok, bir harcama reformu yok, tasarruf tedbirleri bile göstermelik. Cumhurbaşkanının yaptığı harcamalardan görüyoruz bunu. Bu şekilde enflasyonu düşüremezsiniz. Hazine ve Maliye Bakanı miladı kendiyle başlatıyor, ekonomide pembe tablolar çizdi. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da yapıyor. "CDS oranlarını düşürdük." diye övünüyorsunuz, "Rezervleri artırdık." diyorsunuz, kredi rating kuruluşlarının ülkemizin notunu iki basamak artırdığını söylüyorsunuz. İyi ama yirmi iki yıldan beri Türkiye'yi yöneten sizsiniz, CDS oranlarını 900'e çıkaran sizsiniz, rezervleri negatif seviyelere düşüren sizsiniz. Kredi rating kuruluşlarının notunu "yatırım yapılabilir" seviyeden "aşırı spekülatif" seviyeye çeken de sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Yani hiçbir öz eleştiri yapmıyorsunuz, hiç! Yani "Bu sorunlar oldu, biz bir yanlış yaptık, bunu düzeltelim." diye bir yaklaşımı hiçbir politika belgesinde ya da bir sunuşta göremiyoruz. Allah aşkına, insan bir öz eleştiri yapar, der ki... Sorunların hepsini dış dinamiklerde, dış güçlerde değil... Bunların hepsi içeride uyguladığınız yanlış politikalardan kaynaklanıyor. Bunu bilin ve çıkın, bunu söyleyin, itiraf edin, "Yanlış yaptık, düzelteceğiz." deyin ama demiyorsunuz ve Türkiye 2021 Eylül- 2023 Mayısa kadar olan dönem ve şimdi de "2026 sonu enflasyon tek haneye inecek." deniliyordu; yaklaşık beş-beş buçuk yıllık bir dönemi kaybetmiştir. Bunlar, kaybolan yıllarıdır Türkiye'nin. Türkiye burada ciddi anlamda ekonomisini büyütebilecekken, yatırımlarını artırabilecekken; eğitimde, sağlıkta var olan birçok sorunu çözebilecek kaynağa ulaşabilecekken işte, bu yanlış politikalarla kaynaklarını heba etmiştir. Enflasyonla mücadelenin toplumsal maliyeti, bu ülkede yaşayan işçinin, memurun, emeklinin, çiftçinin, esnafın ve sanatkârın üzerine yüklenmiştir ve şimdi, anlaşılıyor ki önümüzdeki dezenflasyon sürecinde de yüklenmeye devam edecektir. Hatırlarsanız, 2026'nın sonunda tek haneli enflasyona inecektik, yüzde 9,7'ydi o da -nasıl bir tek haneyse; 0,3 puanın altında sadece yüzde 10'u- ama şimdi, Merkez Bankası daha yeni, üzerinde dumanı tüterken OVP'nin, bir değişiklik yaptı, onu yüzde 12'ye çekti. Yani anlaşılıyor ki tek haneli enflasyon 2027'lere kaldı ama bu uygulanan politikanın yükünü çeken kesim bu yükü ne yazık ki çekmeye devam edecek.

2025 yılı bütçesi, kısaca ona bir değinmek isterim. Bütçe açığı azalıyor baktığımız zaman. Yıl sonu enflasyon yüzde 17,5'du OVP'de, Merkez Bankası yüzde 21'e çıkardı ama tabii, bunlar yıl sonu, buna bakarken bizim ortalama enflasyona bakmamız lazım. Yani gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 33,9 -ki o da çıkacak, büyük ihtimalle yüzde 40'ların üzerine çıkacak- harcamalardaki artış yüzde 31, vergi gelirlerindeki artış yüzde 46,5. Harcamaları kısıyorsunuz, vergileri artırıyorsunuz. İşte, bu bütçe nedir? Kime hizmet ettiği burada çok açık ve net olarak ortada. (CHP sıralarından alkışlar) Bütçe açığı kadar faiz harcaması var, 1 trilyon 950 milyar lira faiz harcaması; onu çıkardığınız zaman daha da aşağı doğru düşmüş ve çok ilginçtir, bütçedeki yatırım harcamaları -nominal olarak söylüyorum, mutlak rakam olarak- sadece binde 8 artıyor, reel olarak enflasyondan arındırdığımızda nasıl bir negatif seviyede olduğunu bir görün. Sermaye transferleri bile nominal; o da yüzde 56 azalmış mutlak rakam olarak, reel olarak çok ciddi bir azalma var. Yani faiz dışı harcamalar aynı zamanda ekonominin, kamunun hizmet yaratma, hizmet üretme kapasitesini gösterir. Hizmet üretme kapasitesi azalıyor. Vergi gelirlerindeki artış çok yüksek, vergi yükü artıyor. Burada hem Cumhurbaşkanı Yardımcısı hem Hazine ve Maliye Bakanı hep Türkiye'nin vergi yükünün OECD ülkeleri içinde çok yüksek olmadığını söylediler ama bakın, yıllar içinde artıyor, son üç yıl içinde 2,5 puanlık bir artış var; bir kere onu söyleyelim.

İki: OECD ülkelerinde Türkiye'nin vergi yükü çok yüksek olmayabilir ama vergi yükü yüksek olan ülkelerin aynı zamanda kamu harcamaları da yüksek, çok daha yüksek seviyedeler onlar; İskandinav ülkeleri ve diğer ülkeler. Bu anlamda konuya sadece vergi yüküyle bakarak olmaz, diğerlerine de bakacaksınız, kamu harcamalarına bakacaksınız ve vergi yüküne dolaylı ve dolaysız vergi yükü anlamında baktığımızda dolaylı vergilerin yani mal ve hizmetler üzerinden alınan ÖTV, KDV gibi vergilerin yükü son derece yüksektir. Dolaysız vergiler -ciddi bir vergi reformu yapmadığı için Türkiye- bu noktadadır. Dolaylı vergilere dayalı yüzde 65-yüzde 35 çarpık yapı devam etmektedir.

Vergi harcamaları... Ben kendimi bildim bileli, bürokrasiden itibaren, Devlet Planlama Teşkilatındaki bürokratik yıllarımdan itibaren hemen hemen her planda, programda "Vergi harcamaları yani istisna, muafiyet ve indirimler yoluyla vazgeçilen vergiler gözden geçirilecek etkinlik açısından ve daraltılacak." yazmasına rağmen daraltılmadığı gibi artmıştır.

Bakın, 2025 yılı için bütçe açığı yaklaşık 2 trilyondur, vazgeçilen vergi 3 trilyondur. 3 trilyon lira vergiden vazgeçilmesi son derece sıkıntılıdır. KÖİ modeline, kamu-özel iş birliği modeline önümüzdeki üç yıldaki harcanacak para 689 milyar liradır. Kur korumalı mevduat sisteminin yükü; bu, bütçe açığıdır, bunu da bütçe açığına koyacaksınız; bu, bütçe açığıdır. (CHP sıralarından alkışlar) 2023 yılında 830 milyar liradır, bu sene de açıklamadı Merkez Bankası ama Merkez Bankası bilançosunun aktifindeki diğer kalemden bakınca 350 milyar liraları geçtiği anlaşılıyor.

Bölüşüm ilişkileri bozulmuştur değerli arkadaşlar. Gelir dilimlerine göre en düşük gelire sahip yüzde 5 gelirin yüzde 1'ini alırken, en zengin yüzde 5 yüzde 23,9'unu alıyor, tam 24 katı ve gene uluslararası bir kısım araştırma kurumlarının, bankaların yaptığı çalışmada Türkiye'deki en zengin yüzde 1 ülkedeki servetin yüzde 40'ını alıyor, geri kalan yüzde 60'ını yüzde 99 paylaşıyor. Böyle bir adalet olur mu? Bu ülkede huzuru ve refahı nasıl sağlarız, nasıl sağlarsınız? Ve daha da ilginci, önümüzdeki kalkınma planında ve orta vadeli programda buna ilişkin hiçbir perspektif yok. Gelir dağılımı konusu sanki şeydir... Hatta, Hazine ve Maliye Bakanının açıklamalarından anlaşılıyor, diyor ki: "Önce enflasyonu tek haneye indireceğiz, ondan sonra işçinin, memurun, emeklinin hâli düzelecek. Ört ki ölem. Böyle bir şey var mı arkadaşlar? Türkiye'nin ihtiyacı olan bir kalkınma stratejisidir, yeniden kalkınmaya dönmektir. Cumhuriyetimizin 101'inci yılında Türkiye bu temel üzerinde hareket etmelidir.

1) Yüksek büyüme hızları sağlanmalıdır; Türkiye yüzde 6, yüzde 7'lik büyüme hızlarını sağlayabilmelidir ve geçmişte sağlamıştır.

2) İnsan odaklı bir kalkınma; dengeli, nitelikli, kapsayıcı. Sadece büyüme değil insanlarımızın yaşam standardının, refahının ve yaşama kalitesinin yükseltilmesidir. Barınma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik; bütün bu alanlarda yani bir sosyal devletin yeniden tam anlamıyla kurgulanması, var olması gerekiyor.

3) Kalkınma gelecek nesilleri de kapsamalıdır, sürdürülebilirlik önemli. Bunun bir ayağında çevreyi koruma, doğayı tahrip etmeme var, teknoloji üretme kapasitemizi yükseltmek var, özelleştirme politikalarına son verilmesi var, kamu kaynaklarının haraç mezat yandaş sermaye gruplarına aktarılması var. (CHP sıralarından alkışlar) Buna son verilmelidir ve gelecek kuşakları borçlandıracak politikalara son verilmelidir. Kur korumalı mevduat sistemi bugün -ne zaman çözülecek göreceğiz ama- ciddi bir yüktür. Kamu-özel iş birliği gelecek kuşakları, çocuklarımızı, torunlarımızı, doğmamış kesimlerimizi borç altına sokacak bir yapıdır ve bunun için planlama-piyasa ilişkisinin yeniden kurulması, planlama ve piyasanın kaynak tahsisini birlikte yapması gerekiyor. Tabii ki bütün bunların hepsinin, en başta da söylediğim gibi, demokrasi içinde, hukuk devleti içinde temel hak ve hürriyetlerin geliştirilerek yapılması gerekiyor.

Son olarak bütçe hakkı üzerinde durmak isterim. Bakın, bütçe sürecine ilişkin teknik birkaç şey söylemek isterim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Rahmi Bey, buyurun.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bütçe süreci etkinlikten uzak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçenin nitelikli ve kapsayıcı bir müzakeresine ihtiyaç var ve bu anlamda da Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda bir ihtisasa kavuşturulması gerekiyor. Öncelikle bütçe sistematiği iyileştirilmeli, geçmişte bütçe dışı fonlar, döner sermayeler vardı -döner sermayeler devam ediyor- özel hesap, sonra ajanslar kuruluyor, vakıflar kuruluyor, bakın, olması gereken şeffaf bir bütçe, tek bir hazine, bütçenin birlik ilkesi ve hesap verilebilirliktir. Türkiye Varlık Fonu var, kur korumalı mevduat sistemi var. Bunların hepsinin bir bütün içinde alınması gerekiyor.

2) Kalkınma planları Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı olarak gerçekleşiyor, ortaya konuyor. Biz burada... Yani bir yasalaşma süreci değil TBMM kararıdır. O zaman, kalkınma planının uygulama sonuçlarının yıllık olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmasına ihtiyaç var. Bakarız ne yapılmış ne yapılmamış, bunu görürüz. Kesin hesap komisyonunun kurulması çok büyük önem arz ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Teşekkür ederim.

Kesin hesap komisyonu kurulmalı, sürekli bir komisyon, Plan ve Bütçe Komisyonuyla birlikte çalışacak, başkanı ana muhalefet partisinden olacak ve bütçe uygulama sonuçlarını her anlamda; usul, esas açısından ciddi biçimde inceleyecek. Türkiye'nin buna ihtiyacı var. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin kaynaklarını iyi kullanmaya ihtiyacı var. Bunu Türkiye için, atalarımız için, çocuklarımız, torunlarımız için yapmak zorundayız.

Sayıştay denetimi kapsamı ve etkinliği artırılmalı. Bakın, Sayıştay Kanunu'nun 45'inci maddesi çok ilginçtir; Türkiye Büyük Millet Meclisine, Sayıştaya, denetim talebinde bulunduğu herhangi bir kurumu istediği şekilde denetletebilme yetkisi verir.

Sayın Başkan, bu çok önemli bir konu; kullanılıyor mu bilmiyorum ama buna ilişkin bir soru önergesiyle de gündeme getireceğim. Yani bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yasamanın güçlendirilmesi, Parlamentonun güçlendirilmesi, hem bütçe sürecinde hem de yasama sürecinde çok büyük bir ihtiyaçtır. Bu aynı zamanda bütçe hakkının da ortaya getirdiği bir şeydir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Bahsettiğim bu nedenlerle 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'ne ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'ne Cumhuriyet Halk Partisi olarak...

CAVİT ARI (Antalya) - Bir dakika daha açın Başkanım.

SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Bir dakika...

GÖKHAN GÜNAYDIN (İstanbul) - Bir dakika... Bir dakika...

SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Bir daha, baştan alalım.

CAVİT ARI (Antalya) - Bir dakika, selamlama için...

BAŞKAN - Buyurun.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Sağ olun, teşekkür ederim. Daha anlaşılsın dediniz herhâlde Sayın Başkan.

Evet, bu, yukarıda bahsettiğim nedenlerle, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Kesin Hesap Kanunu Teklifi'ne Cumhuriyet Halk Partisi olarak "ret" oyu vereceğimizi belirtiyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)