GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:20.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin sıralarında çok az arkadaşımız var ama Grup Başkanı burada, o yeter zaten.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gelecek-Saadet Grubu olarak hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Haftalardır büyük bir ülkenin, kadim bir milletin sofrasındaki ekmekten çoluk çocuğuna helal kazanç imkânı bulacağı iş ve istihdama, eğitiminden sağlığa, asayişten güvenliğe her bir ihtiyacının nasıl ve hangi imkânlarla karşılanacağına dair karar vereceğimiz bir müzakerenin sonuna geldik. Kısaca, ülkenin bir sene boyunca ne yiyip ne içeceğine, nasıl yaşayacağına onay vereceğimiz bütçenin oylamasını yapacağız. Bizim burada olmamıza, müzakere etmemize ve bu yüce çatı altında konuşmamıza imkân veren şey ise demokrasidir. Millet adına karar veren bizlerin yani seçilmişlerin varlık sebebi tam olarak da budur ve onu çevreleyen hukuktur. Demokrasi isteyenler, demokrasiden dem vuranlar... Demokrasinin arkasına saklanarak onu yok etmek isteyen bir zümrenin seslerinin gür çıktığı bir dönemdeyiz. Tam olarak, "adı millete, tadı iktidara rejiminin" her yanımızı kuşattığı keyfî bir iklimde siyaset yapmaya ve elbette demokrasiyi savunmaya çalışıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte rutin bir noterlik faaliyeti yapan bir kuruma dönüştürülmüştür. Bunun en acı örneği de bütçe müzakerelerinde yaşanmaktadır. Ülkemiz açısından maliyeti geri kalan bütün konulardan daha fazla olan bu mevzuda sadece konuşabiliyoruz; o kadar. Anayasa'ya göre yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir, bu bütçeyi yönetecek kişi kendisidir, burada olması gereken kişi de Cumhurbaşkanıdır. Bazı hususlar var ki vekâletle kotarılacak konular değildir, bütçe de bu konuların başında gelir. Bakınız, bütçeler bir hükûmetin namusudur. Tüyü bitmemiş yetimin ve esasen bütün bir milletin hakkı, hukuku olan ülkemiz kaynaklarını nasıl ve ne şekilde harcayacağının belgesi, sözü ve vaadidir. Bu bütçe teklifi bir program falan değildir, baştan sona "mış" ve "miş"lerin referans gösterildiği, sadece "ecek" ve "acak"lardan ibaret bir temenniler bütünüdür ve her şeyden önce bütçeler her ne kadar rakamlardan mürekkep gibi görünse de a'dan z'ye dört başı mamur siyasi metinlerdir. Bütçeler, politik tercihlerdir. Bütçeler, kabul edildiği takdirde bu, hükûmetlerin ibrası anlamına gelir. Bütçelerin yönetilebilir, tahmin edilebilir olmasının en önemli şartının samimi ve dürüst bir zihniyetten sâdır olması gerektiğini sadece ben söylemiyorum, bu sözleri defalarca iktidar partisi kanadından da duymuştuk. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine, pardon, hükûmet sistemsizliğine ise esasen yine şahit olduk. Ve gördük ki bu bütçe yetim ve öksüz bir bütçedir. Gücünü ve meşruiyetini aziz milletimizden alan Türkiye Büyük Millet Meclisinin en tabii, meşru hakkı ve de sorumluluğu yasa yapmak, kamu kurumlarını ve Hükûmeti denetlemek ve elbette devletin bütçesini yapma ve onaylama hakkıdır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle esasen bu hak, büyük demokrasi vaatleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin elinden alınmıştır. Bu sistemle demokrasinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsi manevisi hiç edildiği için onay almayan bütçenin, Anayasa’nın 161'inci maddesine göre geçici bir bütçe kanunuyla tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesinin önü açıldı. Bu anlayış, Meclisi pranga olarak görüyor, "Zaten ben seçildim, Meclisi istediğim gibi yok sayabilirim. Temsil gücü en yüksek organı olması da neymiş diyor?" diyor âdeta. Sen, Türkiye Büyük Millet Meclisini baypas et, demokrasiyi işlevsiz hâle getir, muhalefeti âdeta bir figüran gibi kullanmayı ilke edin, sonra bunu "İstikrar ve demokrasi" diye pazarla. Bırakın bir bölümünü, bir fıkrasını, bir paragrafını, bir cümlesini, bir noktasını ve bir virgülünü bile değiştiremediğimiz bir bütçeyle karşı karşıyayız, buna da "demokrasi" diyoruz. Bakınız, muhalefet olarak biz çok şeyler söyledik "Tekliflerimiz var, tavsiyelerimiz var." dedik; geçen sene, Plan ve Bütçe Komisyonunda ve burada iktidar partisinin milletvekilleri şöyle sesleniyorlardı, şöyle dediler bize: "Gelecek seneki bütçede bu tavsiyeleri ve telkinleri, bu fikirleri mutlaka değerlendireceğiz." Değerlendirdiler mi dersiniz? Asla. Hiçbir zaman değerlendirmeyecekler ve iktidar diyecek ki: "'Ben yaptım oldu' mantığıyla hareket ediyorum."

Değerli milletvekilleri, sayın iktidar sözcüleri esasen yaşadığımız siyasi ve ekonomik çöküşü süslü ve hamasi cümlelerle kamufle etmeye çalıştıkları siyasi ve ekonomik yıkımın sanki kendiliğinden olduğunu ima ediyorlar. Bu yıkım kendiliğinden falan olmadı, bizzat olması istendi. Bunun için aynen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi gibi dünyada ve literatürde eşi benzeri olmayan saçma sapan bir siyaset ve ekonomi planı devreye sokuldu. Bu plana yataklık eden anlayışın siyasetteki adı "Ben yaptım oldu." keyfîliği, ekonomideki adı da "nas ekonomisi"dir. Bu bütçede hangi kuruma, ne kadar ödenek ayrıldığını biliyor muyuz? Evet, biliyoruz, bu bütçede hangi kuruma ne kadar ödenek ayrıldığını biliyoruz. Ne kadar harcayacaklarını biliyor muyuz? Onu da biliyoruz. Peki, nasıl ve kimlere harcanacağını biliyor muyuz? Hayır, bilmiyoruz çünkü denetlenemeyen bir yapıyla karşı karşıyayız ve bu bütçenin nereye, ne şekilde harcandığını da asla öğrenemeyeceğiz. Bize "Hindistan standartlarında yaşayın ama İsviçre'de yaşıyormuş gibi fatura ödeyin." deniliyor. "Bu millete bunu niye reva görüyorsunuz?" diye sorduğumuzda da "Vatan haini!" diyorsunuz. Ülke için kaygı duymanın, iyi olmasını istemenin adı sizin nazarınızda vatan hainliği mi?

Değerli milletvekilleri "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle beraber Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsiz hâle getirildi." dedim. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir rutini ifa eden noter muamelesi görmektedir. Burada onlarca soru önergesi veriyoruz, bu soru önergelerimize ya cevap vermiyor sayın bakanlar veya veriyorlarsa gelir geçer cevaplarla mevzuat hazretlerini bize gönderip bizi oyalıyorlar. Oysaki Anayasa'yı çiğnediklerinin farkında değiller ve ardından da diyorlar ki: "Bir anayasa yapalım ve bu anayasayla beraber de Türkiye'yi daha zengin, daha özgür, daha mutlu insanlar diyarı yapalım." Ya, mevcut Anayasa’nın hangi maddesi Türkiye'de zenginliğe engel, mutluluğa engel, özgürlüğe engel, Allah aşkına söyler misiniz?

Biraz önce iktidar partisinin Grup Başkan Vekili İstanbul'da Sayın Cumhurbaşkanının bulunduğu bir ortamda Sayın Cumhurbaşkanını protesto eden veyahut da orada düşüncelerini söyleyen insanların neler yaşadıklarını şöyle söyledi: "Onlarla ilgili soruşturma açıldı ve gereği yapılıyor." dedi. Hayır, öyle demediniz, önce "Onlarla ilgili hiçbir şey yok. Öyle bir şey yok. Emniyette kötü muamele yok ve aynı zamanda cezaevlerinde kötü muamele yok." dediniz. Ardından, buradaki muhalefet partilerinin bu konuyu sürekli olarak gündeme getirmiş olması ve Türkiye'de az da olsa birazcık gazetecilik yapanların gündeme getirmiş olması ve o kişilerin kendi geleneklerinden geldikleri için, o kesimin de bu konuyu sürekli olarak gündeme getirmiş olmaları nedeniyle bu konuyla ilgili açıklama yapmak lüzumunu hissettiniz ve soruşturma açtınız. Soruşturma açmak yetmez, soruşturma açtıktan sonra soruşturmanın selameti açısından o Emniyet yetkililerini derhâl görevden almanız lazımdı. Şimdi, ben sizlere şöyle sesleniyorum: Bununla ilgili olarak -haftaya salı, çarşamba, perşembe günleri Meclis çalışıyor- bir Meclis araştırma önergesi vereceğiz, gelin bu önergeye "Evet." deyin ve -orada kim bu gençlere- demokratik Türkiye'yi, hukuk Türkiye'sini inşa etmek istediğiniz bir ortamda sizi kim sabote ediyorsa, hangi Emniyet yetkilisi sabote ediyorsa, hangi gardiyan, infaz koruma memuru sabote ediyorsa veya hangi yetkili o salonda sabote ediyorsa onlar hakkında beraberce işlem yapalım. E, "Yaparlar." diyorsunuz, belki de yargı yapar; yargı yapmaz, bunların üstü örtülür.

Değerli milletvekilleri, bizim kanun tekliflerimizden hangisine "Evet." dediniz? Hani Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle beraber Türkiye'de bu Parlamento çok güçlü olacaktı, Türkiye artık bundan böyle Parlamentoyla yönetilecekti, milletvekilleri çok güçlü olacaktı, onların kanun teklifleriyle yönetilecekti. Allah aşkına, şu muhalefetin 244 milletvekilinden birisinin kanun teklifine "evet" demez misiniz siz? Bir tane soru önergemize doğru dürüst bir cevap vermez misiniz siz? Bir Meclis araştırma önergemize "evet" deyip de burada beraberce, birlikte tartışamaz mıyız? Diyorsunuz, diyorsunuz; kadın cinayetleriyle ve kadın istismarlarıyla ilgili, çocuk istismarları ve çocuk cinayetleriyle ilgili baktınız ki pabuç pahalı, "Gelin, hep beraber bir Meclis araştırma önergesi verelim." dediniz. Beraberce verdik ve ardından da Meclis araştırması komisyonu kuruldu değil mi bunlarla ilgili? Peki, bebek ölümleriyle ilgili, yenidoğan bebek ölümleriyle ilgili de aynısını yapmak istediniz. Benden önce söz vermişler size ve demişsiniz ki: "Hep beraber bir araştırma önergesi verelim, araştırma komisyonu kuralım." Ben de arkadaşlarıma daha sonra şunu söylemiştim: "Keşke şöyle yapsaydınız: Biz verelim Gelecek-Saadet Grubu olarak, daha sonra İYİ Parti versin, daha sonra DEM PARTİ versin, daha sonra CHP versin ve Adalet ve Kalkınma Partisinin Grubu da reddetsin. Ardından da Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu versin aynı önergeyi, aynı gün zaten aynı önergeyi vereceğiz, bizler de 'evet' oyu verelim ve diyelim ki: 'Sorumlu muhalefet ve de aynı zamanda, sorumluluğu taşımayan, sorunlu bir iktidarla karşı karşıyayız.'"

Yüksek yargıda hakem olmak isteyen Sayın Erdoğan var. Ne diyor Anayasa Mahkemesi? Anayasa Mahkemesinin kararları bağlayıcıdır; idareyi bağlar, yargıyı bağlar, yürütmeyi bağlar. Peki, bağladı mı, mesela Can Atalay meselesinde? Ben Can Atalay'la 180 derece ayrı görüşlere sahibim ve geldiğim gelenek belli, onun da geldiği gelenek belli ama burada bir haksızlık var. Enis Berberoğlu konusunda, diğer milletvekilleri konusunda veya Sayın Gergerlioğlu konusunda Anayasa Mahkemesinin daha önce vermiş olduğu kararlar burada uygulandı. Peki, burada uygulandı mı bu karar? Uygulandı ama başka türlü, Yargıtay devreye girdi.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı o zaman "Hakem olalım." dedi. Hani yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrıydı? Hani yasama yürütmeye, yürütme yargıya, yargı yürütmeye ve yasamaya müdahale etmeyecekti? Niye yürütme burada yasamaya müdahil oluyor ki? Niye yürütme burada yargıya müdahale ediyor ki? Bu konular çok önemlidir değerli arkadaşlar, eğer bir hukuk devleti olacaksak bu konuda hassasiyetle durmak mecburiyetindeyiz.

Yargıya intikal etmiş olaylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve de yüksek yargı mensuplarının ihsasıreyde bulunması doğru değildir. Aynısını Sayın Adalet Bakanı da yaptı geçenlerde. Kemal Kılıçdaroğlu, bu ülkede uzun yıllar milletvekilliği yaptı, uzun yıllar Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanlığını yaptı ve de Cumhurbaşkanı adayıydı. İnsanların, milletvekillerinin suç işleme özgürlüğü olsun mu? Hayır, olmasın ama Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri bir şeyler söylediği zaman da Sayın Adalet Bakanı şöyle söylüyordu, diyordu ki: "Bakın, bu şekilde devam ederseniz akıbetiniz Kemal Kılıçdaroğlu'nun, eski Genel Başkanınızın akıbeti gibi olur." Bu bir ihsasıreydir. Sayın Kılıçdaroğlu hakkında dava açılmıştır ama henüz yargılanmamış ve de davası bağlanmamış, ceza almamıştır. Ne demek istiyorsunuz? Belki de hakaret kabul etmeyecek yargı. Siz Adalet Bakanı olarak bunu söylerseniz yargı bunu bir emir telakki eder. 15 Temmuzdan sonra yargının korkutulduğunu hep beraber biliyoruz, bilmiyor muyuz Allah aşkına bunları?

Kanun hükmünde kararnamelere gelince... Türkiye, beraberce büyük bir felaket atlattı 15 Temmuz 2016 tarihinde. O gece Meclise gelenlerden biriydim. Ne Meclise gelenlerden... İlk önce silahımı ve mermilerimi alarak Çankaya Köşkü'ne gidip oradan Genel Başkan Sayın Devlet Bahçeli'ye ulaşmaya çalıştım Sayın Ümit Özdağ vasıtasıyla -aklıma Erkan Akçay Bey gelmedi- Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na -Özgür Özel gelmedi- da Engin Altay Bey'le ulaşmaya çalıştım. Dedim ki: "Bir darbe oluyor, bu darbeye karşı hep beraber direnelim." Evet, direndik, herkese çok teşekkür ediyorum; o gece kim kimin yanındaysa yani demokrasinin, Cumhurbaşkanının, Meclisin yanındaysa onlara şükranlarımı arz ediyorum.

Türkiye bir dönüm noktası yaşamıştır ama kanun hükmünde kararnamelere gelince... Bu terör örgütünün, darbeyi yapanların elebaşlarının beyinlerinin tamamı Avrupa'da, Amerika Birleşik Devletlerinde. Darbeden altı ay önce başladılar gitmeye ve eğer darbeyi başarsaydılar gelecektiler. Peki, buralarda kim vardı? Darbeyi yapanlar vardı. Örgütle ve darbeyle uğraşacağız, asla onlara müsaade etmeyeceğiz. Biz Türkiye Cumhuriyeti devletini sokakta bulmadık, son devletimiz, son limanımız, son sığınağımız burası bizim ve son vatanımız burası bizim, elbette ki koruyacağız bu devleti. Ama lütfen şunu yapalım: Burada birileri "Allah" diyerek girmiş, burada şeytan çıkmış; birileri buraya "peygamber" diye girmiş, deccal çıkmış. Biz insanımıza aidiyet duygusunu aşılamak ve öz eleştiri yapma imkânı sağlamak mecburiyetindeydik. O zaman Sayın Cumhurbaşkanına bir mektup yazmıştım -o mektup hem kendisinde var hem Başbakanda var hem bende var- mektubuma şöyle başlamıştım: "Devletlerin dini adalet..." Devletlerin dini adalettir arkadaşlar. "Başkalarına olan düşmanlığınız sizi adalet duygusundan alıkoymasın." diyen bir ayetikerimenin mensuplarıyız; onun için kanun hükmünde kararname tekrar yeniden değerlendirilmelidir, çok ağır bedeller ödeyen insanlar olmuştur. Ne yapsınlar bunlar? Bir yere sığınmak istemişler; "din" demişler, "cennet" demişler, "Allah rızası" demişler ama kandırılmışlar, bu gençlere sahip çıkalım. Biz insanlarımızı kaybediyoruz; Birinci Cihan Harbi'nde kaybettik, Kurtuluş Savaşı'nda kaybettik, 60 darbesinde, 71 muhtırasında, 80'de kaybettik; sağcılarımızı, solcularımızı, dinî görüşte olan İslamcılarımızı, millî görüşçüleri; hepsini kaybettik bu topraklarda, daha da kaybetmeyelim. PKK'yla da kaybettik; onlar da bu toprağın çocuklarıydı, onları kim aldı götürdü bu devletin elinden, onları da düşünmek mecburiyetindeyiz. KHK konusunda da yeniden değerlendirmek ve de aynı zamanda da bunların beraat edenlerini, takipsizlik alanları mutlaka görevlerine döndürmek lazımdır. Stratejik yerlerde çalıştırmayın ama bu insanları lütfen devlet düşmanı olarak alıştırmayın veyahut da buna bu şekilde ön açmayın. Çok fazla kişi bu ülkede devlet düşman oldu, "Bu devlet bizim." demiyorlar artık çünkü devlet onlara şefkatle yaklaşmıyor, bir ana gibi yaklaşmıyor değerli milletvekilleri. Biz insanlarımızı artık kaybetmeyelim.

Bir diğer yandan da beyin göçüyle kaybediyoruz. Biraz önce arkadaşlar söylediler, "Şunları yaptık, bunları yaptık." diye söylüyorlar; alkışlıyorum onları. Elbette ki yapacaksınız; elbette ki barajları, yolları, hastaneleri yapacaksınız ama bunları yaparken şunu da düşünün lütfen: Türkiye'nin çok zeki çocuklarının, dehâlarının Kanada'da ne işleri var, Amerika'da ne işleri var, Avrupa'da ne işleri var, Benelüks ülkelerinde, İskandinav ülkelerinde ne işleri var; bir sorun bakalım bunları. Bir ülkenin yağ tabakası bunlar, kaymak tabakası bunlar ve bu kaymak tabakasıyla biz ancak kıtalar arası füzeler yapabiliriz, 5'inci nesil uçaklarımızı yapabiliriz, teknolojimizi yapabiliriz, yükte hafif pahada ağır teknolojimizi inşa edebiliriz; o zaman biz burada büyük Türkiye'yi inşa edebiliriz. Ve bu beyin göçünü durduramamışsınız "Biz şunu yaptık, bunu yaptık." diyorsunuz; yapın onları ama yaptıklarınızın da hesabını verin diye sesleniyoruz.

Sayıştaya gelince... Bakın, yaptıklarınızın hesabını verin dedim, yaptıklarınızın hesabını vermiyorsunuz. Niye vermiyorsunuz? Sayıştayda geçmişte bu raporları denetçiler bilgisayarla yazıp üste, Komisyona gönderiyorlardı. Sonra o Komisyon kuşa çeviriyordu, tekrar yeniden o denetçiye gönderiyordu, o denetçi de tekrar, yeniden bilgisayar üzerinden gönderiyordu; şimdi bilgisayar üzerinden gönderilmiyor. Lütfen, Türkiye bir hukuk devleti olsun, Türkiye demokratik bir devlet olsun. Demokrasinin adı şeffaflık rejiminin adıdır, açıklık rejiminin adıdır. Bakın, çekinmeyin, içinizde yanlış yapan olur, suçların şahsiliği prensibi vardır. Birileri bir yanlış yaptığında, bir parti mi ilzam edilmelidir, bir kurum mu ilzam edilmelidir? Birileri yanlış yaptığında biz Türkiye Cumhuriyeti devletini mi ilzam ediyoruz? Etmiyoruz. O şahıslara suçların şahsiliği prensibi gereğince gereğini yapın, belediye başkanına yapın, rektöre yapın, rektör yardımcısına yapın, bakanına yapın, bakanlıklarda çalışan bürokratlara yapın değerli milletvekilleri.

Önceki gün, yine, aynı şekilde şöyle bir durum söz konusu oldu... Cumhuriyet Halk Partilileri bu noktada tenzih ederim, sakın yanlış anlamasınlar, bu başka bir parti için de olabilirdi. Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanı size geldi ve terör örgütleri hakkında bir sunum yaptı; ya, Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanı buraya, bütçesine gelmiyor, bütçesine gelmiyor yüz bir yıldır buraya. Diyanet İşleri Başkanı gelmiyor. Niye size geliyor? Gelmesin, bize de gelmesin. Buna kim gelsin? Cumhurbaşkanı Yardımcısı gelsin, Sayın Yılmaz gelsin, Mecliste versin kapalı bir oturumda veya Parlamentoda grubu bulunan partileri ziyaret etsin, bunları versin. Aynı zamanda, bir MİT Başkanının gidip Emevi Camisi'nde namaz kılmasını da uygun bulmuyorum. Bir yandan Trump başka şeyler söylüyor, bir yandan basın başka şeyler söylüyor, bir yandan Ömer Çelik başka şeyler söylüyor. İleride başımıza gelebilecek felaketleri görerek bizim... "Bu Suriye'nin iç dinamikleridir." ifadesini kullanıyor ki takdir ettim kendisini, teşekkür ediyorum kendisine. O nedenle, lütfen, bir MİT Başkanı bu tür şeylerde öne çıkmasın, onlar görevini yapsınlar. Mahrem yerlerdir burası, o mahrem yerleri ifşa etmeye kalkmasınlar. MİT Başkanı buraya gelip bize brifing verebilir mi? Vermiyor ki. Bütçesini sunmayan bir kişiyi niye gönderiyoruz partilere veya başka yerlere? Bunu da doğru bulmuyorum. Esasen, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle vesayetin sona erdirilmesi değil, vesayetin el değiştirmesi amaçlanmış gibi geliyor bana.

Değerli milletvekilleri, dışarıda tüttürülen barış çubukları, içeride ötekileştirilen, düşmanlaştıran ve ülkeye aidiyet duyguları yok edilen insanımıza dayatılan çaresizlik var bu ülkede. Bir yandan, dış politikada, ya, Allah aşkına düne kadar bu İsrail'in yaptıklarını, Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Doğu'da yapmış olduklarını şöyle bir tahayyül edelim lütfen; eğer Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler gerek Yunanistan'la gerek Avrupa Birliği ülkeleriyle gerek Rusya'yla gerek Amerika Birleşik Devletleri'nin dışında Mısır'la, Birleşik Arap Emirlikleri'yle, Suudi Arabistan'la, İsrail'le ilişkilerini normal yürütmüş olsaydı bugün bunlar olur muydu diye düşünelim bakalım. Bu sırada da zaman kazanmış olsaydık ve Türkiye'de aynı şekilde insanlarımıza eşit muamele etseydik yani bir devlet dairesine birileri girerken "Bu sağcı, bu solcu; bu Alevi, bu Sünni; bu Kürt, bu Türkmen." demeden herkesi, mülakat olmadan KPSS sınavıyla ve güvenlikle almış olsaydık Türkiye daha güçlü olmaz mıydı? Dış politikada bu savrulmaların sonucunda İsrail'in Hamas'ın saldırısını bahane ederek, aynen Hitler'in Reichstag Yangını'nı bahane ederek Almanya'ya el koyduğu gibi, Netanyahu da Filistin'e, Gazze'ye el koyup bir mıntıka temizliği yapıyorlar Amerika Birleşik Devletleri'yle beraber. Buna karşı da hep birlikte olmamız gerekiyor ama o dış politikanın yanlışlığı, savrulmaların sonucunda da bir bedel ödediğimizi söylemek isterim. Bir yandan Rahip Brunson için diyorsunuz ki: "Bu can bu tende durduğu sürece kimse alamaz." Şunu söylemeniz gerekiyor: "Bizim yargımız bağımsızdır." Bizim yargımızı bütün dünya yargıları inceleyebilir ve de gelirler görürler ki bizim yargımız için "Doğru kararlar veriyor." derler. "Yargı, beraat ettirirse ettirir, yargı beraat ettirmiyorsa, ceza veriyorsa ceza verir, karışmayız." diyeceksiniz ama Brunson davası bizde çok ciddi yaralar açtı.

F-35'lerle ilgili; parasını ödemişiz ve parasını ödediğimiz hâlde bize vermiyorlar bunlar. Niye? F-16'larla bizi kandırmaya çalışıyorlar. Bunlar bilinen şeyler.

Bir diğer taraftan... FETÖ konusunda Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderilen metinlerle ilgili neler olduğunu söyledim ben. "Ya, gelin, Türkiye olarak bir 'web' sayfası açın; İngilizce, İspanyolca, Rusça, Türkçe olarak ne gönderdiyseniz açıklayın ve Amerika Birleşik Devletleri'ni bütün dünyanın hukuku izlesin ve 'Amerika bir FETÖ örgütünün liderini, bir darbeciyi koruyor.' desin. Bütün dünyada bu algıyı oluşturun." dedim. Amerika Birleşik Devletleri'ne de seslendik: "Gelin, siz de aynı şekilde yapın, açıklayın bu bizim gönderdiğimiz bilgileri ve belgeleri. Niye teslim etmediğinizi de söyleyin 'Bu belgelerle teslim edilmez.' deyin veyahut da 'Etmiyorum.' deyin, biz de buna göre bir tavır takınalım." diye söyledik.

Ve aynı zamanda vize randevusu bile verilmiyor. Allah aşkına, bir düşünebilir misiniz lütfen? Avrupa Birliğine girmeye çalışıyorduk, "Avrupa Birliğine bizi alsınlar." diyerek gayret sarf ediyorduk. Şimdi, dünyanın en pahalı pasaportu cebimizde ve bazıları artık pasaport da almak istemiyor ama hiçbir Batı ülkesi bize vize vermiyor, vermemek için âdeta direniyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Sezgin Baran Korkmaz davası, Rıza Zarrab davası, Halk Bankası davası âdeta ayağımızda bir pranga.

Yine, bu kürsüde "İsveç'in NATO'ya üyeliği konusunda gerçek niyetinizi yakında göreceğiz." demiştim. İsveç'e önce kapıyı gösterip sonra geri vites atıp onay vereceğinizi söylemiştim. "Eğer aksi olursa söz, sizi tebrik edeceğim." demiştim. Oldu mu? Tam tersi oldu. Lozan'a "hezimet devri" demeyi bırakın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tek bir devlete tanıtın diye sesleniyorum. Ve aynı zamanda şu adalar konusunda da lütfen... Bakın, bu adalar konusunda da tavrınızı görmek istiyoruz. Önce buraları işgal etmeye başladılar, sonra ilhak ettiler. Lozan'da yok bu adalar, Lozan burayı dışarıda bırakmış, "Ne Yunan'ın ne Türk'ün demiş." Yunan işgal etmeye başlayınca Yunan'la oturarak "Bir dakika, bu 25 tane adadan şunlar şunlar sana yakın, senin olabilir; bunlar bunlar bana yakın, benim olabilir." diyebildiniz mi? Demediniz. "Bir gece ansızın gelebiliriz." dediniz, ardından da "Ben bunu teröristlere söyledim." diye tevil ettiniz. Tevilin dibi yoktur arkadaşlar, tevilin sonu yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Toparlıyorum.

Uluslararası antlaşmalar kanunlarımızın üstündedir değerli milletvekilleri. Bu uluslararası antlaşmalara riayet edin, işinize geldiği zaman AİHM'in kararlarını kabul ediyorsunuz, işinize gelmezse kabul etmiyorsunuz.

Körfez ülkeleriyle olan ahbap çavuş ilişkilerinizi bir kez daha dile getiriyorum ve aynı zamanda şunu söylemek istiyorum: Özellikle de yedi yılda, bırakın herhangi bir Batı ülkesini ,Uzak Doğu Asya ülkelerinden en fakir olan Vietnam bile sıfırdan 137 milyar dolarlık yüksek teknoloji ürün ihracatı yaptı. Peki, biz ne kadar yaptık? Söyleyeyim mi ne kadar yaptığımızı? 2 milyar dolar yaptık.

Sağlık Bakanlığı... Ya, onlarca soru önergesi verdim, hiçbirine cevap vermedi, layüsel zannetti kendisini ve ardından da giderken şöyle söyledi... 70-80 milyar dolar zannediyorduk şehir hastanelerinin bedelini, ne kadarmış biliyor musunuz? Onun ifadesini söylüyorum: "322 milyar euro"ymuş. Türkiye'nin gayrisafi millî hasılası 2025'te ne kadar? 420 milyar dolar.

Değerli milletvekilleri, son söz olarak şunu söylemek isterim: Bu bir zam bütçesidir, bu bir vergi bütçesidir, faiz bütçesidir; zengine selam, yoksula ölüm bütçesidir; adı millete, tadı ise saray bütçesidir diyor ve bu bütçeye ret oyu vereceğimizi saygıyla arz ediyorum.

Teşekkür ederim. (Saadet Partisi, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)