GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:20.12.2024

İİYİ PARTİ GRUBU ADINA TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, Saygıdeğer Genel Başkanlar, çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım, Değerli Cumhurbaşkanı Yardımcımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye’nin ekonomisine şöyle bir genel bakış atmak istiyorum başlangıçta. 1994 krizi... Bu krizde aslında kurumlar borçluydu ve o kurumların borçluluğu çabuk toparlandı. 2001 krizinde ise kurumlar ve bankalar borçluydu, yine faturası ağır oldu ama geri dönüş mümkün oldu çünkü o dönemde dünyadan gelen yoğun sıcak para vardı, bu sıcak para bolluğuyla ve daha önceden alınmış kararlarla Türkiye’nin toparlanması mümkün oldu. Bugün ise çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Milletimiz borçlu, halkımız borçlu ve kronik, içten içe devam eden ve giderek derinleşen bir krizle karşı karşıyayız. Sahaya çıkanlar, milletle buluşanlar, çarşı pazar dolaşanlar; esnafla, köylüyle görüşenler, kredi kartıyla hayatını geçirmeye çalışanları görenler ve onlarla konuşanlar bunun ne olduğunu mutlaka biliyorlardır.

Bakın, AK PARTİ iktidara geldiğinde, 2002 yılında bireysel kredilerin millî gelire oranı yüzde 1,8'di, şimdi ise bu oran yüzde 18 yani tam 10 kat artmış durumda. Toplam kredi kartı sayısı 62 milyon ve bunun yarısı 100 bin lira limitin üzerinde. Bireysel kredi kartı borcu olanların sayısı 2,2 milyon kişi artarak 41 milyonu geçmiş durumda. Kişi başına düşen ortalama kredi kartı borcu 63 bin liradan 88 bin liraya ulaştı. Kredili mevduat hesabı kullanan kişi sayısı bir yılda 1,6 milyon artarak 29,7 milyona ulaştı. Kredi kartlarındaki takipteki alacaklar yılbaşından beri yüzde 224 arttı ve batık kredi miktarı ise 300 milyar TL'ye yaklaştı. Tabii, rakamları uzatmak mümkün çünkü bu hakikaten sahada derinden hissedilen, kronikleşmiş ve insanları derin bir çaresizliğe sevk eden bir kriz. Peki, kredi kartından kredi kartına borç aktararak hayatını idame ettirmeye çalışan bu kadar yoğun, bu kadar büyük bir kalabalık varken, bu kadar büyük bir kitle varken asgari ücretin durumu ne? Asgari ücret 17 bin lira ve Türkiye'de asgari ücretle geçinmeye çalışan yüzde 42. Asgari ücretin bir parça üzerinde aylık geliri olanların ise oranı yüzde 60. Tabii, 16 milyon emekliyi de hesaba kattığımızda inanılmaz bir sefalet, inanılmaz bir yoksulluk, inanılmaz bir çaresizlik karşımıza çıkıyor. Milletimiz şu anda kredi kartına mahkûm ve bir karttan diğerine savrulmakla meşgul. İşte, bu yüzden icra ve iflas dosyalarının sayısı 24 milyonu geçti. Tabii, Sayın Erdoğan "Sorunlar gelip geçici." diyor da sorunlar gelip geçmiyor, geçiyorsa da delip geçiyor.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; iktidar cephesinden gelen açıklamalara baktığımızda, yirmi iki yıllık dönemde 2,750 trilyon dolarlık vergi toplandığını anlıyoruz. Yine, bununla birlikte, ihracatın 2,1 trilyon, ithalatın da 3,5 trilyon dolar olduğu ortada. Yani bizim 1,4 trilyon dolarlık bir dış ticaret açığımız var. İktidar cephesinden gelen açıklamalara baktığımızda "İhracat rekor kırıyor." deniliyor. Az önce değerli arkadaşım Sayın Kavuncu ifade etti, ithalat rakamlarından bahsetmiyorsunuz, ithalat rakamları gerçekten ortaya çıktığında vahim tablo söz konusu; cari açık 750 milyar dolar, dış ticaret açığımız 1,4 trilyon dolar yirmi iki yıl içerisinde. Bu süre zarfında üretilen ekonomik hacim 17 trilyon dolar. Yani kabaca Türkiye'nin potansiyelinin üçte 1'i kadar. Bu rakamlara kabaca baktığımızda, İYİ Parti olarak biz, değerli AK PARTİ milletvekilleri, size kocaman bir sıfır veriyoruz. Yirmi iki yıl içerisinde uygulamış olduğunuz ekonomi politikalarıyla bu milleti açlığa, sefalete ve yoksulluğa mahkûm ettiniz ve bu şekilde devam edecek olursa tablo giderek derinleşecek.

Bakın, toplanan vergiden bahsettik, diyorsunuz ki: "2,750 trilyon dolar." OECD, Dünya Bankası ve IMF'nin ortak verilerine baktığımızda, Türkiye'nin millî gelirinin yüzde 38'i kadarının kamu harcamalarına ayrıldığı görülüyor. Yirmi iki yıllık kamu harcaması 6,5 trilyon dolar, bunun yüzde 71'i vergilerden karşılanıyor. Dolayısıyla tabloya baktığımızda esas rakamın yani yirmi iki yıl içerisinde sizin toplamış olduğunuz verginin 4,5 trilyon dolar olduğu ortaya çıkıyor. Sizin ifade ettiğiniz 2,750 ama bizim bulduğumuz rakam 4,5 trilyon dolar. Yanı sıra 70 milyar dolarlık özelleştirme yaptınız, ne var ne yoksa sattınız, ülkenin istikbalini ipotek altına aldınız; elde avuçta hiçbir şey yok, millet derin bir sefalet içerisinde, derin bir yoksulluk içerisinde, enflasyon almış başını gitmiş, borçlar almış başını gitmiş. Bu 4,5 trilyon dolar verginin, 70 milyar dolarlık özelleştirmenin nereye gittiğinin aslında hâlâ kocaman bir soru işareti olduğunu buradan ifade etmek lazım. Tabii, bu kadar yoğun vergi toplanması, bu kadar yoğun satışlar, bu kadar yoğun gelecekle ilgili ipotekler; peki, bunun neticesinde ne var? Biz bütçe açığı veriyoruz 2024'te, 1,2 trilyonluk da faiz ödüyoruz. Korkunç bir şey; 2 trilyonluk bütçe açığı, 1,2 trilyonluk faiz gideri sadece 2024'te. Bakın, 2023 yılında 635 milyar lira olan bütçe açığı bu yıl 2 trilyonu aşıyor ve 3 kat, gelecek yıl nelerin olacağını hepimiz tahmin edebiliriz. Peki, biz önümüzdeki yıl ödeyeceğimiz faizi 12 milyon emekliye vermiş olsak ne olacak biliyor musunuz? Her bir emekli önümüzdeki yıl 10.156 lira her ay daha fazla para alacak. Tabii, size bu paralar nereye gitti diye sorduğumuzda diyorsunuz ki "Kamu-özel iş birliğine verdik, yollar yaptık, köprüler yaptık, hastaneler yaptık." AK PARTİ'nin Sayın Grup Başkan Vekili yaptığı konuşmada şehir hastanelerinden bahsetti. Ben size biraz sonra o şehir hastanelerinin ne kadar büyük bir kara delik olduğunu ve arkasında ne kadar büyük bir rant olduğunu anlatacağım. Ancak diyorsunuz ya "Yol yaptık." diye, hesaplarını çıkardık, AKP iktidarı döneminde 26 milyar dolarlık -kamu-özel iş birliği bunların birçoğu- yol yapmışsınız. Peki, 4,5 trilyon dolar vergi topladınız, hâlâ geriye kalan devasa bir bütçe söz konusu.

Gelelim şehir hastanelerine. "Şehir hastaneleri yaptık." diyorsunuz. Doğru, yapıldı da neye yapıldı, nasıl yapıldı? Gelin, ben size bunları anlatayım. Bu şehir hastaneleri kocaman bir kara delik ve göreceksiniz, bir hekim olarak iddiayla söylüyorum ve bilerek söylüyorum, önümüzdeki yıllarda, Türkiye, bütçesinin çoğunu kara deliğe, şehir hastanelerine ayırmak zorunda kalan bir ülke hâline gelecek. Bakın, 2017-2023 yılında yani tam yedi yıl içerisinde biz 102 milyar lira para ödemişiz şehir hastanelerine, geçtiğimiz yedi yılda. Peki, 2024-2027 yıllarında yani gelecek dört yılda ne kadar ödeyeceğiz biliyor musunuz? 425 milyar lira. Yedi yılda 100 milyar ödedik, önümüzdeki dört yılda 425 milyar ödemek zorunda kalacağız ve şu anda düşük kur, yüksek faiz politikasıyla dövizi tuttuğunuzdan dolayı döviz patladığında bu rakam da alıp başını gidecek. Yani dört yılda ödediğiniz para sizin yedi yılda ödediğiniz paranın tam 4-4,5 katı. Önümüzdeki yıllarda nelerin olacağını tahmin edebilirsiniz.

Tabii, "Hastaneler yaptık." diyorsunuz, "Yollar yaptık." diyorsunuz. Bu hastaneleri nasıl yaptınız? Yolları falan konuşmayacağım, hastaneleri överek bahsettiğiniz için size hastaneleri anlatacağım. Nasıl yapılıyor biliyor musunuz hastaneler? Sayın Erdoğan diyor ki: "Falanca yere bir şehir hastanesi kuracağız. Gel bakalım sayın iş adamı." İş adamı geliyor, diyor ki Erdoğan: "Şuraya şehir hastanesi kuruyorsun." İş adamı "Ben bir kuruş para vermem." diyor. Erdoğan diyor ki: "Para vermene gerek yok, git, Londra'daki bankerlerden al." "Efendim, alırım parayı ama devlet garantisi istiyorlar." diyor, "Onu da veririm." diyor, "Ama o da yetmez, buradaki mahkemeleri tanımıyor Londra." diyor. "E, ne yapacağım?" diyor Sayın Erdoğan. "Londra'daki mahkemeleri tanımanız lazım, ona dair bir teminat vermeniz lazım." diyor. "O da tamam." diyor. İş adamı cebinden bir tek kuruş harcamadan Londra'ya gidiyor, parasını alıyor, teminatını veriyor, oradaki mahkemeleri de tanıyarak Türkiye'ye geliyor ve ondan sonra hastaneyi yapıyor ve hastaneyi yaptıktan sonra Londra'daki finans kuruluşlarına vereceği paranın 4-5 katını devletten geri almaya başlıyor. Şu rant düzenine bakar mısınız? Cebinden bir tek kuruş harcamadan, bir tek risk almadan, bir tek sıkıntılı bir süreç yaşamadan sadece Erdoğan'ın talimatıyla ve Londra'dan gelen teminatla hastaneleri yapıyorsunuz. İşte, ondan dolayı bu devasa bütçe önümüzdeki dört yıl içerisinde 425 milyar ve ondan sonraki yıllarda da trilyonları bulacak, bir kara deliğe bu ülkeyi mahkûm ediyorsunuz. Daha bitmedi; bu hastanelerden nasıl bir rant elde edildiğini size bilim adamı kimliğimle, dünyanın birçok ülkesinde çalışmış bir hekim kimliğimle anlatacağım. Çıkıyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Size şehir hastanesi yaptık." Peki, nedir bunun bedeli, nedir bunun faturası; bu milletin cebinden ne çıkacak ve sonra ne olacak, biraz sonra onu da anlatacağım.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, dünya genelinde hastanelerde bir yatak başına kapalı alan aşağı yukarı 150 metrekaredir; dünyada standart budur yani bir yatak için 150 metrekare kapalı alan vardır. Peki, İngiltere gibi cimri bir ülkede ne kadar bu kapalı alan? 80 metrekare. İngilizler cimridir, bir tek paundunun kıymetini bilir ve yatak başına 80 metrekarelik bir kapalı alanları vardır hastanelerde; çalıştığım için gayet iyi biliyorum. Peki, Türkiye'de özel hastanelerde durum nasıl? Mesela, bir önceki Sağlık Bakanının bir dünya hastaneleri var, onun hastanelerinde durum nasıl? 100 ila 125 metrekare. Şimdi, size şehir hastanelerindeki rakamı veriyorum değerli arkadaşlar: 313 metrekare. Diyor ya Sayın Erdoğan: "Ben size beş yıldızlı otel gibi hastane yaptım." 313 metrekare, bir yatağa düşen kapalı alan miktarı. Peki, diyeceksiniz ki: "Bu sadece bir lüks merakı mıdır? Yani onun için mi yapıldı bu kadar büyük hastane?" Hayır çünkü bu hastanelerin kirasını metrekare üzerinden veriyorlar yandaşlara. Bir taraftan inanılmaz bir rant, bir taraftan inanılmaz bir yatırım ve bu devasa binaların aslında ne anlama geldiğini görebilmek ve anlayabilmek için çok net bir örnek. İddiayla söylüyorum, tarihe not düşmek için söylüyorum. Sizin her Allah'ın günü "şehir hastanesi" diye reklamını yaptığınız, bu milletin gözünün içine soktuğunuz o hastaneler kocaman bir kara deliktir, arkasında inanılmaz bir rant vardır, yabancı finans kuruluşlarının ve Türkiye'deki çetelerin ceplerini doldurduğu inanılmaz bir rant mekanizması vardır ve göreceksiniz -tarihe not düşmek için söylüyorum- önümüzdeki beş on sene içerisinde -gerçi biz herhâlde bu borçları devralacağız ve biz çözeceğiz bu problemi ama- siz eğer görev yapmaya devam edecek olursanız bu borçları ödeyemeyeceksiniz ve bu hastanelerin her birinin kapısına kocaman bir kilit vuracaksınız.

Peki, diyelim, bu hastaneler yapıldı, sağlığa da bu kadar ciddi para ayrıldı. Öte yandan, acaba sağlıktaki hizmet kalitesi nedir? E, diyor ki Sağlık Bakanlığı: "Ben inanılmaz bir para verdim buraya, o sebeple sağlıktaki hizmete ayıracak paramız yok." Bakın, size son derece enteresan rakamlar vereceğim. Şimdi, ben bir genel cerrahi uzmanı olduğum için ameliyatları gayet iyi biliyorum. Geçtiğimiz aylarda bir yakınımı maalesef kalın bağırsak kanseri ameliyatında kaybettim. Sordum doktora: Niye hayatını kaybetti? Ameliyatı nasıl yaptınız, bana gönderir misiniz ameliyat raporlarını? Gönderdi. Dedim ki: "Gayet iyi olmuş, niye öldü bu hasta?" Dedi ki: "Ne olur, benim adımı vermeyin ama artık kanserlerde kullanılan cihazlar Çin'den geliyor, Hindistan'dan geliyor; hepsi son derece kalitesiz ve çok ciddi hasta kaybediyoruz bunlardan dolayı." Geçtiğimiz günlerde ortopedi doktorlarıyla görüştüm, inanılmaz şeyler söylediler. Türkiye'de yılda 130 bin diz protezi, 60-70 bin kalça protezi, 30-40 bin de omuz protezi yapılıyor. Dedi ki ortopedi hocaları: "2010 yılında Sağlık Bakanlığı protez başına 2.100 dolar veriyordu. Bir süre sonra dedi ki: 'Ben bu parayı veremem, bunu bin dolara düşürüyorum.' Firmalar dedi ki: 'Biz sana kaliteli ürün veremeyiz, elde avuçta ne varsa, stokta kalan, demode ürünleri veririz.' Bir süre öyle idare edildi. Ondan sonra Sağlık Bakanlığı dedi ki: '500 dolar veririz.' ve 500 dolar verince bu kaliteli ürünleri veren firmaların hepsi Türkiye'den çekildi ve ondan sonra Hindistan'dan ve Çin'den gelen, beş para etmez -altını çizerek söylüyorum- protezler kullanılmaya başlandı." Çünkü siz bu ülkenin servetini, bu ülkenin birikimini, bu ülkenin sermayesini götürdünüz, Londra'daki bankerlere ve yandaş çetelere boca ettiniz ve bu milletin asil evlatlarının ameliyatlarına kullanacak malzeme parası bulamaz hâle geldiniz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, her alanda o kadar becerikli ve marifetlisiniz ki o kadar uyanıksınız ki TÜİK'te ne yapıyorsanız bunlarda da aynısını yaptınız. Biliyor musunuz ne yaptılar? Tekrar ameliyat olan ve problem yaşayan hastaları biz hekimler takip edemeyelim diye bunların istatistiklerini yayınlamaktan vazgeçti SGK. Girin, istatistik raporlarına ulaşamıyorsunuz. Veri olmadan nereden ulaşacaksınız? TÜİK nasıl yalan söylüyorsa aynı anlayış SGK'nin datalarında da var, verilerinde de var çünkü biz takip edemeyelim, ne kadar büyük bir rezalet var, bunları göremeyelim diye yaptılar.

Şimdi, Sayın Şimşek burada olsaydı kendisine soracak çok sorum vardı ama Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız var, ona soracağım: 2024'ün ilk yedi ayında toplam kredi hacmi 14 trilyonmuş Türkiye genelinde, yüzde 40'ı kamu bankalarından verilmiş ve kamu bankalarından verilen kredilerin üçte 1'i de 100 firmaya verilmiş, sadece 100 firmaya ve bu 100 firmanın içerisinde de tekrar eden krediler var. Diyorum ki: Sayın Bakan, kim bu firmalar? Bu firmalara düşük faizle, piyasanın altında sen nasıl kredi veriyorsun veya verdiriyorsun? Ve bunların geri dönüşleri nasıl; bu firmalar sana ne kadar vergi verdi, bu ülkeye ne kadar vergi verdi? Yapmış olduğu bu destekler, bu teşvikler, bunlara yapmış olduğun bu güzellikler bu ülkeye nasıl döndü? "Hayır, sırdır, söyleyemem." diyor.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Ticari sır (!)

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Soru orada, cevap da orada. Bunlara cevap dahi veremiyor ki biz takip edemeyelim; kimler rantiyeci, devlet kesesinden, millet kasasından kimler destekleniyor ve teşvik ediliyor bunların hiçbirisini öğrenmeyelim diye maalesef hiçbir dataya, hiçbir veriye ulaşamıyoruz.

Öte yandan, kur korumalı mevduatın ne olduğunu, faturasının ne olduğunu hepimiz biliyoruz ve günlerce de bunu konuştuk, bundan sonra da konuşmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, önümüzdeki dönem, 2025 bütçesi tam bir zulüm bütçesidir ve bu bütçe kendi yandaşlarını korurken, kendi etrafını, kendi çevresini korurken maalesef dar gelirliye eziyet eden ve dar gelirliye bir zulüm olarak dönen hakikaten bir zulüm bütçesi olmuştur.

Şimdi, bakın, 2020 yılında 943 milyar lira vergi toplanmış, 2025'te ise hedef 12 trilyon 651 milyar lira; fark ne kadar? Yüzde 1.241. Bir daha söylüyorum: Yüzde 1.241; beş yıl içerisindeki vergi artışı. Yaptığınız bir tek şey var: Ya vergi alırsınız ya para basarsınız ya da tefecilerden borç alırsınız. Üretelim, yatırım yapalım, istihdam yapalım ve bu ülkenin katma değerini üretelim, yurt dışına satalım; böyle bir derdiniz yok çünkü baktığınız her yerde rant gören, talan gören bir anlayışa sahipsiniz. Elinizde bir imkân var, para basıyorsunuz; elinizde imkân var, el açıyorsunuz tefecilere; oradan gelen paralarla rantiyecilere ve etrafınıza bu paraları boca edip zengin ediyorsunuz ama Türkiye artık bir daha böyle şey yaşamayacaktır ve Türkiye gerçeklere dönüp, inşallah, doğru düzgün yönetildiğinde bunların hiçbiri olmayacaktır diyorum.

Şimdi, Sayın Leyla Şahin Usta dedi ki: "Teknolojiye çok ciddi yatırımlar yaptık." Ben size söyleyeyim teknolojiye ne kadar yatırım yaptığınızı: Son beş yıl içerisinde orta ve yüksek veya yüksek ve orta yüksek teknolojideki dış ticaret açığımız tam 250 milyar dolar. Bir daha söylüyorum: "Yatırım yaptık, şunu yaptık, bunu yaptık..." Her Allah'ın günü anlatıyorsunuz ya, son beş yıl içerisinde yüksek ve orta yüksek teknoloji ürünlerindeki dış ticaret açığımız tam 250 milyar dolar. Şurada, Konya'dan küçük Tayvan; oradaki bir firmanın yıllık ihracatı 150 milyar dolar. Birkaç tane SİHA yaptınız, İHA yaptınız; tebrik ediyoruz; bunlarla yaptığınız ihracatla diyorsunuz ki: "Teknoloji ürettik." Bakın, Türkiye'nin ihraç ettiği ürünlerin teknolojik olarak yüzde 3'ü teknolojik ürünler ama ithal ettiğimiz ürünlere baktığımızda, ürünlerin üçte 2'si, maalesef, teknolojik ürünler. Tabiatıyla, teknolojiye son derece ciddi para harcıyoruz ve bununla ilgili de hiçbir yatırım yapılmıyor.

Tabii, maalesef, teşviklerden bahsediliyor. Önümüzdeki yıl 3 trilyon liralık bir teşvik verilecek; geçtiğimiz dönemde verilen teşvikler de 2 trilyonun üzerindeydi, değerli konuşmacılar bununla ilgili yorumlar da yaptılar. Bu teşvikleri "know-how" üreten, katma değer üreten, AR-GE yapan, istihdam sağlayan, ihracat yapan ünitelere vermediniz; bu teşvikleri yandaşa verdiniz ve biz bunların hesabını sorduğumuzda bize cevap dahi veremediniz.

Zamanım kalmadı ama özellikle bir noktanın altını çizmek istiyorum. Geçtiğimiz dönemde Bakanlık yapan Sağlık Bakanına defalarca soru önergesi verdim, bu Meclisin kürsüsünden kendisine defalarca çağrıda bulundum, dedim ki: "Sayın Bakan, sen bu ülkede Bakan olduğunda veya AKP iktidara geldiğinde bu ülkede 'Medipol' diye bir hastaneler grubu yoktu." Ama bugün devasa hastaneler grubu sahibi. "Peki, Sayın Bakan, Unkapanı'ndaki TEKEL binaları, o milyarlık binalar sana verildi mi, verilmedi mi?" dedim, cevap yok. "TEKEL'in Beykoz'daki 220 bin metrekarelik arazisi sana verildi mi, verilmedi mi?" Cevap yok. "Peki, bu milletin, okul yapılsın, çocuklara eğitim verilsin diye vermiş olduğu 4 bin küsur metrekarelik Üsküdar'daki arazi senin hastanene verildi mi, verilmedi mi?" Yine cevap yok. Döndüm bu sefer Ankara'ya geldim, "Ankara'da gar binaları sana verildi mi, verilmedi mi Sayın Bakan?" Cevap yok. Bir soru daha ekledim: "Atatürk Orman Çiftliği'nde sana 555 bin metrekare arazi verildi mi, verilmedi mi?" Yine cevap yok. "Peki, Sayın Bakan, 5 milyar TL, 60 küsur milyon dolar sana teşvik verildi mi, verilmedi mi?" Yine cevap yok.

Böyle bir Sayın Bakanın Sağlık Bakanlığı yaptığı bir ülkede, az önce ifade ettiğim gibi, kullanılan cihazlar Hindistan'dan geliyor, Çin'den geliyor ve son derece kalitesiz. Ve böyle bir Bakanın kendi şirketlerine devlet tarafından devasa teşviklerin ve desteklerin verildiği bir dönemde bu ülkede, bu yıl, 200 milyar liralık biz ilaç kullanıyoruz. Bu ilacın yüzde 40'ı ithal, yüzde 60'ı yerli, yerli ilacın da yüzde 95 ham maddesi dışarıdan geliyor ve sen 60 tane eczacılık fakültesi kurmuşsun, diyorsun ki: "Ben size şu kadar fakülte kurdum." Ama 1 tane ürettiğin, 1 tane kendine ait ilacın yok. İrlanda gibi küçücük bir ülke, 3 tane eczacılık fakültesi var ve yılda yapmış olduğu ihracat 70 milyar dolar. Niye? Çünkü bu ülkenin sermayesi bu ülkenin Sağlık Bakanının şirketlerinin cebine gidiyor.

Ben buradan, bu Meclis kürsüsünden bu konuyu daha önceden dile getirdim, soru önergesi verdim kendisine. Ne yaptı biliyor musunuz Sayın Bakan? Bu soru önergelerine cevap vermek yerine, gitti, beni mahkemeye verdi, tam 9 kere; kendisiyle mahkemede görüşeceğiz ve hesaplaşacağız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla ben diyorum ki: Bu bütçe bir rant bütçesidir. Bu bütçe bir talan bütçesidir, bu bütçe bir zulüm bütçesidir, bu bütçe bir eziyet bütçesidir; sadece yandaşları koruyan ama fakiri fukarayı, mazlumu hiçe sayan bir bütçedir.

Konuşmamın sonunda, Sayın Şahin'in bu akşam yaptığı çok önemli bir konuşma ve değerlendirmeyle ilgili ben de bir görüşümü paylaşacağım kendisiyle ve kamuoyuyla, tabiatıyla Meclisimizle. Dedi ki: "Biz çok eziyet çektik, biz başörtülü okuyamadık, biz çok çile çektik, hatta, burada okuyamadım, yurt dışına gittim, büyük çileler çektim." Doğrudur, o dönemlere tanık olan birisi olarak bu ifadelerin doğru olduğunu biliyorum ve o dönemde verilmiş mücadelenin yanında olan birisi olarak söylüyorum, kendi kliniğimde, kendi çalıştığım eğitim hastanesinde Türkiye'nin ilk başörtülü cerrahını yetiştirmiş ve şu anda gururla İstanbul'da yaptığı çalışmaları izleyen birisi olarak söylüyorum. Artık yeter, bu başörtüsü üzerinden siyaset yapmayı bırakın! (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Bu millet aç, bu millet sefil. Başörtüsü istismarı üzerinden siyaset yapmayın. Başörtüsü yasağı bir antidemokratik uygulamaydı, biz buna da itiraz ettik ve iyi ki de bu iş bitti ama bu ülkede hâlâ antidemokratik uygulamalar var.

LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) - Nerede var?

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bitireceğim, bitireceğim Sayın Şahin; sabırla dinleyin, sabırla dinleyin.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - Bu ülkede olanlardan haberdar değilsiniz.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bu ülkede sadece başörtülü insanlara zulüm yapılmadı, hâlâ zulümler yapılıyor, hâlâ eziyetler yapılıyor.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - O parmağınızı indirerek konuşun.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Geçtiğimiz günlerde sizin burada bir Grup Başkan Vekiliniz bir zamanlar Adalet Bakanı olduğu dönemde Ergenekon kumpaslarının, Ergenekon zulümlerinin olduğu döneme dair -hepimiz duyduk- dedi ki: "O bir kumpastı."

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - Hâlâ parmak sallayarak konuşuyor.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bakın, Ergenekon kumpaslarının yaşandığı o dönemde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin Sayın Çömez.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - Parmak sallamadan konuşun.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Ben size parmak sallamıyorum. Alınmış olabilirsiniz. Ben konuşurken hareketlerimi yaparım, ona siz karışmayın lütfen.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - Grup Başkan Vekilimize parmak sallayamazsınız.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Ben Sayın Şahin'e meramımı anlattım, o kendi meramını anlatabilir. Parmak da sallanmaz kürsüden, ne millete sallanır ne milletin temsilcilerine. Ama çok alıngansınız, çok alıngansınız çünkü suçlusunuz çünkü suçluluk psikolojisi içerisindesiniz; alıngansınız, utanıyorsunuz yaptıklarınızdan. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - Siz suçlusunuz. Konuşurkenki hâlinize bakın.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bir saniye...

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) - Konuşurkenki hâlinize bakın.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Peki, ben size dönmüyorum.

Az önce dedi ki bir konuşmacı: "Biz de, abimiz falan, çok eziyet çektik." Doğrudur. Ben şimdi döneceğim, size soracağım.

LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) - Hâlâ başörtüsü...

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Ergenekon zulmü yaşandığı dönemde bakanlık yapan 3 tane milletvekili var, 2 tanesi sizin sıralarınızda, 1 tanesi muhalefet sıralarında. Allah aşkına, bugün Parlamentodan diyorsunuz ki...

Bakın, ben kendi grubuma da el işareti yapıyorum sevdiğim için.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bitireceğim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Son kez buyurun.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Parlamentodan diyorsunuz ki "O bir kumpas davasıydı." ve geçip gidiyorsunuz. İş kendinize geldi mi bir mağduriyet edebiyatıyla konuşuyorsunuz, anlatıyorsunuz.

LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) - Edebiyat değil gerçek, gerçek.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Ama sizin zulmünüz yüzünden bu ülkede insanlar hâlâ eziyet çekiyor, hâlâ haksız bir şekilde cezaevlerinde, ağzınızı açmıyorsunuz. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) Ben sizin kumpas davalarınızda sizin 2 tane bakanınızın, 1 tane de başka bakanınızın kumpas davalarında sokaklarda yattım, caddeler süpürdüm, cezaevlerinde yattım ve bugün, aradan yıllar geçmiş, "bir kumpas davası" diyorsunuz ve diyemiyorsunuz ki: "Utanç içerisindeyiz. Biz adaleti ayaklar altına aldık, biz yargıyı siyasallaştırdık." "Biz bu millete eziyet ettik, hâlâ eziyet etmeye devam ediyoruz." diyemiyorsunuz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Hadi oradan ya! Hadi oradan!

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Ben tekraren diyorum ki bu ülkeye demokrasi lazım, bu ülkeye hukukun üstünlüğü lazım...

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Ne anlatıyorsun? İnsan hakları ihlali "mağdur edebiyatı" mı?

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - ...devlet kurumlarının şeffaf ve denetlenebilir olması lazım ve Türkiye'ye Türkiye lazım, siz değil. (İYİ Parti, CHP ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)