GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 6111 SAYILI BAZI ALACAKLARIN YENİDEN YAPILANDIRILMASI İLE SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU VE DİĞER BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:62
Tarih:07.02.2012

BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 6111 sayılı Kanun'da yapılması düşünülen değişikliklerin 1'inci maddesiyle ilgili görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım.

Sevgili arkadaşlar, bu Kanun'da tarif edilen iki ayrı nokta var. Bunlardan birisi 213 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesi, diğeri de yine 213 sayılı Kanun'un 15'inci maddesiyle ilgili düzenlemeler.

213 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesi, politik riskin gerçekleştiği tespit edilen ülkede faaliyette bulunan ve bu ülkedeki faaliyetleri nedeniyle durumları göz önünde bulundurulan firmalar ve tüccarlarla alakalı. Öncelikle bu maddenin açıklığa kavuşturulması gerektiğine inanıyorum çünkü "politik risk" kavramı oldukça geniş bir kavram. Bugün baktığınız vakit "Burada anlaşılmayacak ne var? İşte yanı başımızda Libya'da, Suriye'de politik risk var." diyebilirsiniz ama aynı şekilde bana göre Yunanistan da aynı kapsamın içinde. Ödeme zorluğu içerisinde olan Yunanistan benzeri Macaristan, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkeler de aynı kapsamda.

Yine aynı şekilde Afrika'da birçok ülke sürekli çalkantılar içerisinde, Asya'da yine bu durumda olan birçok ülke var, buna Afganistan da dâhil.

Onun için öncelikle bu maddeyle ilgili tanımın hiçbir inisiyatife yani keyfî inisiyatife yer bırakmayacak şekilde tarif edilmesi lazım. Yoksa dünyanın herhangi bir yerinde kendi hatasından dolayı sıkıntıya düşen bir tüccarın bu zararını Hükûmetten tazminine yol açacak davranışlar ve düzenlemeler kanunun suistimali anlamına gelir.

İkincisi de, yine 213 sayılı Kanun'un 15'inci maddesiyle ilgili: Burada da doğal afet nedeniyle mücbir sebep hâli ilan edilen yerlerden bahsediliyor.

Burada da işte en son Van depreminde bu sıkıntıları yaşadık. Burada da nasıl bir yöntem takip edilecek? Bunun kapsamı hangi çerçevede belirlenecek? Yine açık ve seçik bir şekilde ifade edilmesi lazım.

En son geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisine Vanlı üniversite öğrencileri geldiler. Bunların bir kısmı paralı vakıf üniversitelerinde öğrenim görüyorlar, bir kısmı devlet üniversitelerinde. Bunların önemli bir kısmı ailelerin içine düştüğü bu sıkıntılardan dolayı üniversite yıllık öğrenim harçlarını ödeyemiyorlar, vakıf üniversitelerindeki ücretlerini ödeyemiyorlar ama bu konuyla ilgili Afet Koordinasyon Kurulunun aldığı, benim bildiğim kadarıyla -bugün sabaha kadar yaptığım incelemelere kadar, öğlene kadar yaptığım incelemelere kadar- alınmış bir karar yok ancak üniversitelerin kendi senatolarında aldıkları kararlar var, o da bazı üniversitelerin ki Kıbrıs'taki üniversitenin Rektör Yardımcısıyla da bizzat görüştüm. Dolayısıyla bu afet kapsamının da doğru olarak yine tanımlanması  lazım ve kimlere hangi yardımların yapılacağının da yine derli toplu şekilde açıklığa kavuşturulması lazım.

Sevgili arkadaşlar, bu düzenlemelerin bir yıl ile yani  afetin sona ermesini takip eden bir aydan sonraki bir yıl yerine iki ay ve iki yıl olarak düzenlenmesini teklif ediyoruz çünkü bu yaraların sarılması, tüccarın, esnafın, vatandaşın bu afetin yükünü biraz olsun hafifleterek gündelik hayatında normale dönmesi maalesef zaman alıyor. Keşke daha hızlı bir iyileşme süreci olsa da bu süre daha da kısaltılmış olabilse.

Bu görüşlerimi arz ettikten sonra, konuşmamın bu diğer ikinci bölümünde de Muş Milletvekilimiz Sayın Sırrı Sakık'ın Sayın Bülent Arınç'a yönelttiği ancak cevabını alamadığı soruyla ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum.

Sevgili arkadaşlar, Sayın Bülent Arınç, tabii ki Türkiye siyasetinin tecrübeli, yine tabiri caizse, duayen siyasetçilerinden birisi. Mutlaka her siyasetçinin söyledikleri dikkate alınır ama bazı siyasetçilerin, tecrübeli, bilgili, deneyimli ve bulundukları konum itibarıyla da etkili insanların söyledikleri biraz daha dikkate alınır. Bu, siyasetin genel bir kuralıdır. Sayın Bülent Arınç'ın çok yakın bir zamanda bu kürsüden yaptığı konuşma, Barış ve Demokrasi Partisinin milletvekilleri tarafından, tamamı tarafından alkışlandı. Neydi bu konuşma? Cumhuriyet tarihiyle ilgili ciddi bir muhasebeydi, Sayın Şerafettin Elçi'ye, Sayın Leyla Zana'ya yanlışlıklar yapıldığı noktasında tespitlerdi, Sayın Pervin Buldan'ın acısının paylaşılmasıyla ilgili tespitlerdi. Bunların hepsi doğruydu ve bunlar söylendikten sonra da Kürtlerin bütün meşru haklarının, eğitim hakkı dâhil -bunlar işte kelime kelime zabıtlarda var- verileceğiyle ve bu verilmenin de bir lütuf olarak değil, bir hak olarak, bir mecburiyet olarak verileceğiyle ilgili beyanlardı. Bunların hepsinin altına ben ve arkadaşlarım imzalarımızı atarız. Peki, sorun nerede? Sorun şurada: Türkiye'de biz Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetini her eleştirdiğimizde Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımız -şu an yarıdan fazlası hâlâ Adalet ve Kalkınma Partisine oy veriyor- şunu söylüyorlardı: "Çözüm gelecek. Bütün haklar tanınacak. Yeni Anayasa bir fırsattır. Sabırlı olun, bu sabrın sonucunda bütün bu haklar bir zaman içerisinde, bir termin içerisinde tanınacak ve Türkiye yeni bir toplumsal mutabakata kavuşacak." Ve son konuşma buna en büyük örnek olarak gösteriliyordu ama maalesef ondan sonra bir Diyarbakır seyahati -ki benim de katıldığım- ve arkasından da geçenlerde bir televizyon programında -Sayın Sırrı Sakık'ın da soru olarak yönelttiği- talihsiz ifadeler bu ümitleri tekrar boşa çıkardı. Burada iki ifade var yani konuşmanın tamamını söylemiyorum, cımbızla da almıyorum. Konuşmanın içerisinde, Türkçenin bir medeniyet dili olduğu cümlenin akışı içerisinde ifade ediliyor, daha sonra da Kürtçe ana dilli eğitimin bugün niye mümkün olamayacağı, Kürtlere bir faydasının olmayacağı anlatılırken de "Kürtçe bir medeniyet dili midir?" diye bir soru yöneltiliyor. Yani burada da ince bir politika var, hüküm ifade eden bir cümle değil, bu hüküm zımnen soru olarak soruluyor.

Şimdi ben burada iki şey üzerinde durmak istiyorum. Bir, Türkiye'nin sorunlarının çözümünde kendilerine ümit bağlanan siyasetçilerin, oturmuş, imbikten geçmiş, çok düşünülmüş ve ondan sonraya, geriye dönüşü olmayan fikirleri olması lazım. Allah rahmet etsin, Millî Nizam Partisinde, Millî Selamet Partisinde Diyarbakır'da Hacı Sabri Özyaramış diye bir ağabeyimiz vardı, vefat etti, şalvarlı, sakallı, takkeli bir çarıklı erkânıharp, bize ders verirken -ki babamız yaşındaydı, belki daha da büyüktü- "Evladım, dikkat edin, siyasetin estağfurullahı olmaz. Ağzınızdan söz çıktı mı gitti, sahip olun buna." derdi. Onun için, siyasette sık sık "estağfurullah" denilen sözlerin edilmemesi lazım. Burada, Türkiye'de Hükûmetin yeni projesi nedir? Eğer Kürtçe ana dilde eğitim de olmayacaksa, bölgesel yönetim olmayacaksa, Kürtler bir halk olarak, eşit, kardeş ortak bir halk olarak kabul edilemeyecekse o zaman çözüm nedir, nerededir, hangi bahardadır? Ve AK PARTİ içerisindeki Kürt milletvekillerinin de, insaf sahibi Kürt olmayan diğer milletvekillerinin de bu durumu değerlendirme ve muhasebe yapma mecburiyetleri vardır.

Sevgili arkadaşlar, bugün bir anket yayımlandı bir gazetede, AK PARTİ'nin oyları yüzde 54 gözüküyor. CHP konuştukça AK PARTİ artıyor ama AK PARTİ konuştukça da BDP'nin oyları artıyor. Bu duruma dikkatlerinizi çekiyorum. Siz, Konya'da, Maraş'ta, Erzurum'da, Gümüşhane'de yüzde 60 aldınız, yüzde 70 aldınız, Cumhurbaşkanı oldunuz, başkan oldunuz, padişah oldunuz. Şırnak'ı, Hakkâri'yi, Diyarbakır'ı kaybederseniz bu bir Pirus Zaferi'dir. Makas açılıyor, Kürtlerin ümitleri gittikçe azalıyor.

Yine bugün, bu araştırmayı yapan arkadaşın ifadesi; -mümkün olduğu kadar düzgün cümleler kurarak meramımı ifade etmeye çalışıyorum- yüzde 2,3 son altı ayda AKP'den BDP'ye akış olduğunu söylüyor, bu 1 milyon kişiye tekabül ediyor arkadaşlar, 1 milyon seçmen. Ne oldu da 1 milyon seçmen bugün AKP'den BDP'ye doğru aktı? Doğru değildir, yalandır, atıyor diyebilirsiniz; ben sadece durumu size arz ediyorum.

Sevgili arkadaşlar, bir proje ortaya konulması lazım, doğru düzgün bir çözüm ortaya konulması lazım ve bu çözümün bütün Orta Doğu'yu kapsaması lazım.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tan.