Konu: | Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 47 |
Tarih: | 14.01.2025 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MEHMET EMİN EKMEN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi hakkında söz almış bulunuyorum. DEVA Partisinin fikirlerini ifade etmeye çalışacağım.
Tabii, şunu vurgulamak gerekiyor: Bu kanun teklifi, darbe sonrası oluşturulan KHK düzenine karşı Anayasa Mahkemesinin aldığı nadir kararların sonuçlarında gündeme gelmiş oluyor. İnsanlar "KHK" deyince genel olarak, hakkında bırakınız bir davayı, soruşturma dahi açılmadan işine son verilmiş, SSK kaydı takip edilerek medeni ölüme mahkûm edilmiş ve bu yüke dayanamayarak intihar vakalarıyla gündeme gelmiş bir grup mağdur insanı hatırlıyor. Anayasa Mahkemesinin bu insanlar için de mi bir karar alması gerekiyor ki hiç olmazsa bir yargılama konusu olmamış veyahut da hakkında kesinleşmiş beraat kararı olan arkadaşlar vazifelerine iade edilsinler, on yıl sonra bunların mağduriyeti ortadan kaldırılsın? Ama biz Türkiye Adalet Akademisi Kanun Teklifi üzerinde konuşuyoruz. O KHK düzenini bir hatırlayalım. Zirai ilaçlardan kışlık araç lastiklerine kadar birçok düzenlemede düzenleme âdeta bulunan fırsattan istifade KHK'yle hayata geçirilmişti. Anayasa Mahkemesi bir düzineyi iptal etti, biri de bu.
Adalet Akademisi Kanun Teklifi hakkında burada ne dersek diyelim bir virgülün dahi yerinin değişmeyeceğini zaten tecrübe ettik. Komisyonda muhalefet partileri ve milletvekilleri birçok konuda çok önemli değerlendirmelerde bulundular. Ben, her ne kadar önemli bir kısmı burada olmasa da AK PARTİ'li arkadaşlarımızı şöyle yirmi iki yılın sonunda AK PARTİ'nin adalet karnesi hakkında bir tefekküre davet etmek istiyorum. Daha önce yine bu kürsüde AK PARTİ'nin millî eğitim politikalarının yirmi üç yıllık çıktısını, başka bir konuşmamda kültür politikalarının yirmi üç yıllık çıktısını sormuştum.
Evet, arkadaşlar, bugün dünyanın en büyük havalimanlarına, dünyanın en büyük adalet saraylarına, dünyanın en uzun otobanlarına, dünyanın iki ayağı en yüksek açıklıkta ve yerden yükseklikte köprülerine sahibiz ama bütün bunları kendisi için yaptığımızı varsaydığımız vatandaşlarımız mutlu değil. Sadece uluslararası mutluluk endekslerinden değil aynı zamanda TÜİK'in de yürüttüğü mutluluk ve memnuniyet endekslerinden ve araştırmalarından da bunu okuyabiliyoruz.
Peki, arkadaşlar, vatandaşımız mutlu değilse, vatandaşımız memnun değilse, vatandaşımız verdiği oyu bile kendi zihin dünyasındaki bir sıkışmışlıkla cebren veriyorsa biz bu binaları kimin için yaptık ve bu binaların içini yani Türkiye'nin, dünyanın, Avrupa'nın en büyük adalet saraylarının içini adaletle doldurabildik mi? Bugün niçin vatandaş iyi bir hukukçu aramıyor da yargıda, adliyede, Yargıtayda iş bitirecek, ilişkisi olan, teması olan, mümkünse iktidar ittifakına yakın avukat arıyor? Bunu avukat meslektaşlarımız hayatın her alanında her gün görüyorlar. Bu durum bile adalet sistemimizin içine düştüğü durumun hazin bir çıktısı değil midir?
Adalet Bakanımız bazen uluslararası endekslerin bir eleştiri konusu yapılmasına karşı çıkıyor, "Biz, o endeksleri tanımıyoruz." diyor. Bu, şuna benziyor: Faiz 8'den 50'ye çıkıncaya kadar Sayın Cumhurbaşkanının bundan haberi yoktu ama 50'den 47,5'a düşünce hemen faizi nasıl düşürdüğünü anlatmaya başladı. Ekonomi Bakanımız uluslararası kuruluşların verdiği puanlarla övünüyor, "Şu kuruluş yatırım iyileştirme notunu bunu yaptı." diyor. "Bu kuruluş güven ortamının arttığını teyit etti." diyor. O zaman niçin adalet alanındaki endeksleri kabul etmiyoruz?
Peki, adalet alanında bizi 139 ülke arasında 117'nci gösteren, güveni yüzde 21'e teyit eden araştırmaları bir kenara bırakıyorum; o çok sevdiğimiz ifadeyle, sizinle "yerli ve millî" birkaç endeksi paylaşmak istiyorum: Mesela, Anayasa Mahkememizin kararları ışığında Türkiye'nin adalet karnesini arayalım desek, Anayasa Mahkemesinin incelemeye değer, kabule değer bulduğu dosyalarının yüzde 98,2'sinde bir hak ihlalini tespit ettiğini görüyoruz, yüzde 98,2. Bu 75 bin dosya üzerinden 2023 için konuşuldu ama geri kalan milyonlarca dosya sahibi diyor ki: "Eğer mevzuat izin verseydi, benim dosyamı da Anayasa Mahkemesi inceleseydi, vallahi ben de bu yüzde 98,2'nin içerisinde mağduriyeti tescil edilmiş vatandaşlardan birisi olurdum." Yüzde 30'lara düşen adalete güven, adalet kurumlarına güvene ilişkin, karikatürize bir şekilde, geçen hafta bir araştırma kuruluşu, yüzde 1,4 oranında güven tespit etti. Vallahi ben inanmak istemedim ama şimdi bu konuşmayı hazırlarken baktım, yüzde 1,4 güven ile Anayasa Mahkemesinin incelemeye değer bulduğunda ihlal kararı verdiği 98,2 örtüşüyor; demek ki doğru, demek ki vatandaşın yüzde 98,2'si o büyük, avukatların giremediği, hâkim ve savcıların ayrı kapılardan girdiği, akla ziyan güvenlik tedbirlerinin uygulandığı mahkemelerde hakkını bulduğunu, hakkına kavuştuğunu düşünmüyor.
Başka bir endeks: Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı. Arkadaşlar, ilk defa bu yıl yapıldı, başarı oranı yüzde 42. Tamamı AK PARTİ döneminde açılmış fakültelerden mezun çocuklar. Biliyorsunuz, her üniversiteye bir de hukuk fakültesi verildi. Niçin? Dört duvar, bir diplomayla fakülteyi açacak, bugünkü parayla yıllık 500-600 bin liraya üniversiteyi finanse edecek. Bu hukuk fakültelerine bu kadar ihtiyaç var mı? Bu çocuklar mezun olduğunda ne yapacak? Çocuklar artık infaz koruma memurluğu sınavlarına giriyor; bunun hesabını kitabını güden olmadı. Sonuç: Yüzde 58 net başarısızlık. Hani, 2010 referandumunda övünç duyulan yüzde 58 vardı ya, burada da utanç duyulan bir yüzde 58 var. Yüzde 58 net başarısızlık neyin ürünü? Seksen yıllık "Ce-Ha-Pe" zihniyetinin, doksan beş yıllık parlamenter sistemin mi ürünü, yoksa AK PARTİ'nin özene bezene tahrip ettiği, özene bezene pimini çekip patlattığı hukuk eğitim sisteminin mi bir ürünü?
Türk yargı sisteminin bir parçası olan AİHM parametresine hiç girmeyeyim, orada da yüzde 37'lik bir Türkiye'nin başvuru şampiyonluğu var.
Şimdi, Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan sürekli şunu ifade ediyor: Ekonomiyi düzeltmek için çok bir şey yapmanıza gerek yok, orada bir sistem kurarsınız, yürür ama ekonomiyi düzeltmek istiyorsanız hukuka, yargıya, adalet sistemine olan güveni tesis etmeniz lazım. Sayın Mehmet Şimşek geldi, herkes şöyle düşünüyordu: Ali Babacan'la aynı gelenekten geliyorlar, aynı tedbirleri alacaklar; hoş, bu alınan tedbirlerde fakir fukara, asgari ücretli, en alt gelir grubu yok, sosyal destek programları yok, devletin sosyal sorumluluğu yok ama makro anlamda finansal göstergelerle ilgili bazı tedbirler var. Ne oldu? Yirmi ay geçti, TÜİK verilerine göre enflasyon yükseldi, düşmedi; çünkü hukuka, adalete, yargıya güven yok.
Biliyorsunuz, partimizin eylem planları var; baktım, eylem planlarımız arasında en kalın olanı Temel Haklar Eylem Planı. Ayrıca 2 tane de adalet planı var ha! Sadece Temel Haklar Eylem Planı tam 168 sayfa arkadaşlar; üstelik bizimkiler tasarruf olsun diye karınca duası gibi küçük küçük yazmışlar, odalarınıza gönderdik, belki merak edip bakmışsınızdır, tam 168 sayfa. Bundan vazgeçtik, Sayın Abdulhamit Gül'ün, Sayın Yılmaz Tunç'un açıklamış olduğu deklarasyonlardaki düzenlemeler dahi bu Meclisin gündemine gelmiyor. Başta hasta hükümlü ve tutuklular olmak üzere, birçok düzenleme o metinlerde bir taahhüt olarak yer almış olmasına rağmen bugün Meclise getirilmiyor.
Arkadaşlar, adalete olan güvensizlik, bir kadının sokakta özgürce yürüyememesi, bir borçlunun alacaklıyla özgürce tartışamaması, bir ev sahibi ile kiracının birbiriyle konuşamaması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.
MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - ...kadın ve koca arasındaki meselelerin bir anda şiddet sarmalına dönüşmesine sebebiyet veriyor. Bazen yirmi dört saat içerisinde 15-16 kişinin basit bir meseleden dolayı muhatabını öldürdüğünü görüyoruz çünkü bir, adalete güveni yok, benim sorunum yargıya giderse çözülecek diye bir güven yok; ikincisi, kuvvetli bir cezasızlık hissi var "Bana bir şey olmaz. İşte, bir yıl yatar açık cezaevine geçerim, oradan da çıkarım." falan. Bu cezasızlık hissini ortadan kaldıracak bir düzenlemeye de bir an önce şiddetle ihtiyaç var. "Adalet" dediğimiz konu ekmekten, sudan ve her şeyden daha önemli.
İki soruyu daha sorup konuşmamı tamamlamak istiyorum. Bugün İstanbul Barosuyla ilgili bir dava açıldığına dair Sezgin Bey'in bir konuşması oldu, sonra dava metni geldi. Anayasa Mahkemesinin önüne gidecek olduğunda daha ön incelemede neredeyse kabul aşamasına geçilecek sebeplerle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - Bitireyim Başkanım, sizin döneminizde ilk defa konuşuyorum.
BAŞKAN - İnşallah Grup Başkan Vekili olursunuz, bol bol konuşursunuz.
MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - Bir cümle daha var, bitireyim.
BAŞKAN - Buyurun, son defa açıyorum.
MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum nezaketiniz için.
İkinci baroları kurdunuz, hakkaniyete aykırı bir şekilde bütçelerin önemli bir kısmı buraya tahsis ettiniz. Hâlâ niye bu barolarla uğraşıyorsunuz? Bugünkü davanameyi koyun, Anayasa Mahkemesinin fikir ve ifade özgürlüğü ilkelerini koyun; o testten geçmez.
İkinci konu: Benjamin Netanyahu ve savaş kabinesi hakkında soykırım gerekçesiyle yapılan binin üzerinde suç duyurusunu niçin işleme koymuyorsunuz? Sayın Bakan burada yok, Sayın Cumhurbaşkanına sesleniyoruz: İsrail'in soykırımıyla ilgili Türk Ceza Kanunu'na göre Türk savcılarının yapabileceği bir soruşturma için gerekli izinleri niçin vermiyorsunuz? Zaten Güney Afrika sürecine geç katıldınız, hiç olmazsa Türkiye'de bir savcıya yetki verin ve bu savcı, ileride olası uluslararası soruşturmalar için sağlıklı ve yeterli dosyalar oluştursun. Bu izin verilinceye kadar bu kürsüden de bu soruyu sormaya devam edeceğiz.
Teşekkür ediyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)