Konu: | Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 48 |
Tarih: | 15.01.2025 |
YENİ YOL GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; YENİ YOL Partisi Grubu adına kanunla ilgili konuşma yapacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün burada iktidar partisinin milletvekili Sayın Murat Alparslan Bey şöyle söylemişti: "Bu kanunu Anayasa Mahkemesi niye iptal etti biliyor musunuz?" Neden iptal etmiş? Efendim, bu kanunun içeriğiyle ilgili herhangi bir problem yokmuş, sadece bu kanun kararnameyle işlevsel hâle geldiği için bunu iptal etmiş. Ya "Şüyuu vukuundan beter." derler, hani özrü kabahatinden büyük. Bundan daha büyük bir hukuksuzluk, bundan daha büyük bir anayasasızlaştırma olabilir mi? Nedir? Yani Sayın Cumhurbaşkanının yanındaki danışmanlar, yıllardır, yirmi iki yıldır Türkiye'yi yöneten bir Cumhurbaşkanı -Başbakan ve Cumhurbaşkanı- veya Meclisteki Grup Başkan Vekilleriniz, hukukçularınız bunu görmüyorlar mı? "Sayın Cumhurbaşkanım, kararnameyle olmaz bu iş; ancak yasamayla olur, kanunla olur. Bunu bilmeniz gerekir." demeleri gerekmiyor mu? Ama şunu yapmak istiyorsunuz: Anayasa Mahkemesi bunu iptal ettikten sonra zaman kazanmak istiyorsunuz; ardından da tekrar buraya geldikten sonra tekrar zaman kazanmak, aynı şekilde bildiğinizi de okumak istiyorsunuz.
Diğer bir konuya gelince, Sayın Murat Alparslan şöyle söylüyordu: "Efendim, 1960 darbesi, Menderes'in asılması, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor. 1980'de bir sağdan bir soldan diyerek astılar." diyordu ve de aynı zamanda 1997 postmodern darbeye, 28 Şubata atıfta bulunuyordu. Peki, ben size söyleyeyim bakalım. Ben 12 Eylülde yargılandım, yedi buçuk sene hapishanelerde kaldım; Askerî Yargıtay Daireler Kurulu tarafından beraat ettirildim. Sayın Arınç yıllardır sizin partinizin kurucusu. Sayın Arınç aynı zamanda benim de avukatım 12 Eylülde. Şöyle söylüyordu Sayın Arınç yeni yazdığı kitabında: "12 Eylülde bu arkadaşların avukatlığını yaptım ve orada her ne kadar yanlış işler yapılsa da yine de burada hâkimler vardı. Askeri Yargıtay Daireler Kuruluna kasalarla, klasörlerle dosyalar götürüyorduk ve orada hâkimler bu arkadaşları beraat ettiriyorlardı." Aynı zamanda 28 Şubatta yargılandım ben, 28 Şubatta 3 defa üniversite hocalığından uzaklaştırıldım. Orada şu görüşten bu görüşten yargıçlar vardı, hâkimler vardı idari mahkemelerde. Geri döndüm. Peki, şimdi size söyleyeyim, "Demokrasiyi getirdik. Yargı bağımsız, objektif." diyorsunuz, buralardan örnekler veriyorsunuz; "2 defa partimizi kapatmak istediler." diyorsunuz, kapatmadılar ama ben şimdi size söyleyeyim bakalım: 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra -ki darbeye karşıyız biz, bu darbelerin hepsine karşıyız- peki, bu darbeden sonra kanun hükmünde kararnamelerle 500 bine yakın insan mağdur edildi. Bunlar içinde kriptolar vardır, bunlar içinde FETÖ'cü olanlar da vardır, darbeci olanlar da vardır ama herkesi aynı kefeye koymak doğru değildir.
Peki, şimdi yargıya da sesleneyim: Yargı, kanun hükmünde kararnamelerle atılan bu insanları beraat ettirmiş veyahut da bu yargı takipsizlik kararı vermiş. Peki, idareye döneyim, yargının kararları bağlayıcı değil mi? Bağlayıcı. Döndürüyor musunuz? Hayır, döndürmüyorsunuz bu insanları. Peki, 1980 darbesini yapanların yargısı mı daha demokratik, sizin yargınız mı daha demokratik veya sizin idareniz mi daha demokratik? O zamanlar beraat edenler göreve dönüyorlardı. Ben beraat ettikten sonra üniversitelerde hocalık yaptım, yıllarca öğretim üyeliği yaptım, doçentlik yaptım üniversitelerde; çeşitli bürokratik yerlerde bölge müdürlüğü yaptım, müdürlükler yaptım ve bana hiç kimse dönüp "Bir dakika, sen yargılanmışsın, yedi buçuk sene hapis yatmışsın. Bir dakika, sen 3 defa üniversiteden atılmışsın." demedi. Değerli Murat Alparslan Bey, onun için, burada kıyaslamalar yaparken tarihî dokuları doğru okumamız gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, huzurdaki kanun teklifiyle Türkiye Adalet Akademisinin yapısı yeniden düzenleniyor. Hâkim ve savcıların mesleğe başlamadan önce ve meslek içi eğitimlerinden sorumlu olan bu akademi hakkındaki düzenlemelerin Türkiye Büyük Millet Meclisine gelme amacı, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği daha önceki düzenlemenin işlevsiz kalmasındandır. Peki, niye böyle oldu? Söyleyeyim: Sizin iş bilmez ve vurdumduymaz "ben yaptım oldu" siyasetiniz yüzünden çünkü siz bu ülkede ne Anayasa ne kanun ne de teamül tanıyorsunuz, aynen Parlamentoda yaptığınız gibi. Sizin tanıdığınız tek şey ikbal siyaseti. Bakınız, Anayasa'ya aykırı olduğunu bile bile bu konuyu Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle uygulamaya soktunuz. "Anayasa Mahkemesi iptal edinceye kadar nasıl olsa biz yapacağımızı yaparız, Anayasa Mahkemesi iptal etse de mevzu karar geriye yürümeyeceği için de atı alan Üsküdar'ı geçer." diyorsunuz. Anayasa’nın 140'ıncı maddesindeki yargı mensubu olan hâkim ve savcıların özlük işleri, adaylık süreci ve eğitimlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği hükmünü göz ardı etmenizdeki sebep tam olarak budur. Şimdi, deniz bitip etrafından dolanacağınız bir argüman kalmayınca, mecburen, söz konusu Anayasa Mahkemesi iptal kararının gereği olarak önümüzdeki yasa teklifini huzura getirdiniz. Yahu, hiç değilse böyle spesifik bir konuda torba kanun teklifi olarak getirmeseydiniz diyeceğim ama desem de tesiri yok; aynen Fuzûlî'nin söylediği gibi: "Söylesem tesiri yok, söylemesem gönül razı değil." Aslında, söz konusu yasa teklifinin içerik olarak eleştirilecek tarafları, iktidar zihniyetinin adalet anlayışı ve yargıya bakış zihniyetinden bağımsız olmadığı zaten çok açık bir şekilde kendisini gösteriyor. Mesela, Akademinin başkan, daire başkanları ve Eğitim Kurulunun üye seçimlerinde tatbik edileceği söylenen usullerinde yürütme erkine sınırsız yetkiler verilmektedir. Hani demokratik anayasal devletlerde üç erk vardır ya, yasama, yürütme ve yargı; hani bunlar birbirinin astı, üstü ya da talimat vereni değildi ya; hani bunlar denge denetleme mekanizmasının sacayaklarıydı ya; hiçbirinin birbirine dolaylı, dolaysız etki etme gibi bir durum olmazdı ya; peki, burada ne oluyor? Burada, yürütmenin yani Adalet Bakanlığının neredeyse tüm ağırlığıyla bu Akademiye yön verdiğini görüyoruz, hemen hemen her devlet kurumunda bu şekilde. Eğer devlete ait kurumların içini boşaltıyorsanız, orada birileri aynı kurumlara benzer kurumlar ihdas ediyor ve o boşalttığınız yerleri de oraya götürüyorsunuz, oraya boca ediyorsunuz. Mesleğe başlayacak hâkim, savcılara eğitim verecek olan Eğitim Kurulunun başkanlığını Bakan veya Bakan Yardımcısının yapacak olması, Kuruldaki birçok üyenin Bakanlık, Hakimler ve Savcılar Kurulu, HSK gibi yerlerden atanması meslek etiğinin azami olması gereken yargı mensuplarının iktidarın yani yürütmenin etkisi altında kalması anlamına gelmeyecek mi? "Zaten ülkede tapu müdüründen Cumhurbaşkanı Yardımcısına kadar her atamayı Cumhurbaşkanı yaptığına göre bu Kurulun atamalarını da Cumhurbaşkanının yapması normal." mi diyeceksiniz? Kesin öyle diyeceksiniz. Üstelik, Akademi başkanlarının hâkim, savcı kökenli hukukçu olmasını da fuzuli gören bir anlayışa sahipsiniz. Aynısını üniversitelerde yapıyorsunuz. Çeşitli bölümlerde bölüm başkanlarını atarken veya dekanları atarken de o mesleğe uygun veya o bilime uygun kişileri atamamayı bir noktada meslek hâline getirdiniz.
Değerli milletvekilleri, Adalet Akademisini konuşuyoruz ama sormak istiyorum: Akademisini konuştuğunuz bu ülkede gerçekten adalet var mı? Hani Hazreti Ali diyordu ya "Devletlerin dini adalettir." Hakikaten bu devletin dini adalet midir acaba? Hiç de öyle değil. Adalet olmadığını hepimiz biliyoruz.
Son yerel seçimlerden sonra ülke siyasetinde olağanüstü değişiklikler ve gelişmeler olmaya başladı(!) Ülkemiz yöneticileri ve liderliği bir gün öncesi mevcut olan ne kadar antidemokratik uygulama varsa rafa kaldırdı(!) Ekonomik olarak bir anda şaha kalkmaya başladık(!) Emeklilerimiz, çalışanlarımız insanca yaşayacakları bir gelire kavuşurken işsiz vatandaşlarımız ise istedikleri işte çalışma imkânı buldular(!) Kaldırılan mülakat uygulamasıyla gençlerimizin ülkeye aidiyeti arttı ve kimse artık yurt dışına gitmekten bahsetmiyor(!) Kaçak ve sığınmacı sorunu da tarihe karışmış vaziyette(!) Bölgemizde ve dünyada ne diyeceği dikkate alınan bir devlet hâline geldik ve her şeyden önemlisi, ülkeye gökten zembille indirildiğini düşündüğüm adalet sayesinde, suçsuz yere cezaevlerinde ömür tüketen insanlar özgürlüğüne kavuştu(!) Beraat eden, takipsizlik alan ve hiçbir soruşturmaya uğramadığı hâlde işlerine iade edilmeyerek hakları gasbedilen insanlar görevlerine iade edilmeye başlandı(!) KYK zulmü sonlandırıldı(!) Peki, bunlar nasıl oldu? Elbette yargının adalet dağıtmaya başlaması sayesinde oldu ki ne mutlu bize(!)
Değerli milletvekilleri, söylediklerime bir kısmınız acı acı gülümsüyorsunuz, biliyorum; bir kısmınız da "Ne diyor bu adam?" diye sesleniyorsunuz, söyleniyorsunuz kendi kendinize, farkındayım. Aslında yaşadığımız bu realitenin bizi buralara nasıl getirdiği çok açık. Nedir o? Ülkemiz, 16 Nisan 2017 yılında referandumla yapılan bir Anayasa değişikliğiyle başkanlık, daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçti. Bu hükûmet sistemiyle beraber yargı bağımsız olacaktı ve yargı makul sürede yargılamalarını yapacaktı, mağdur odaklı bir anlayıştan vazgeçilecekti, reformlar devam edecek ve yargı reformu stratejisi güncellenecekti; daha itibarlı bir Meclis, daha güçlü bir hükûmet, daha etkin ve bağımsız bir yargı olacaktı; derli toplu, etkili bir yürütme fonksiyonları olacaktı; kuvvetler ayrılığının daha sağlıklı uygulanması sağlanacaktı. Cumhurbaşkanlığıyla bürokratik engeller kalkacak, kararlar hızlı ve etkili bir şekilde alınacaktı değil mi? Mesela, bu ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı yurt dışında ne diyordu, orada yatırımcılara ne söylüyordu? "Bizim ülkemizde gelin yatırım yapın." diyordu, "Yatırım yapın çünkü bizim ülkemizde oligarşik bürokrasiye sizi ezdirmeyeceğiz." diyordu, "Çünkü bizim ülkemizde Cumhurbaşkanımız var." diyordu, "Bu Cumhurbaşkanı var olduğu sürece ezilmeyeceksiniz." diyordu. Yani bir Hazine ve Maliye Bakanı böyle konuşur mu? Hazine ve Maliye Bakanının bütün dünyanın gözünün içine baka baka "Bizim ülkemizde yargı bağımsızdır, objektiftir ve tarafsızdır ve de burada verdiği her kararı dünyadaki tüm yargıçlar inceleyebilir ve gelin bu ülkeye yatırımlar yapın." demesi gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, bitirelim lütfen.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Güçlü ve etkili bir ülke olarak Avrupa Birliği katılım hedefi sürdürülecekti, ekonomik büyüme ivme kazanacaktı; faizler, enflasyon ve cari açık düşecekti; Türkiye'nin yatırım cazibesi daha da yükselecekti, vergi kanunlarında kapsamlı reforma gidilecekti. Bu arada, motorlu taşıtlar vergisinin 2 kere alınmasını unutmuşlar zannederim.
Değerli milletvekilleri, demokrasiyi, İç Tüzük'ü, teamülleri, Meclisin saygınlığını, centilmenliği ve daha önemlisi, milletimizin taleplerini konu alan muhalefetin tek bir önergesine dahi "evet" demeyen bir iktidar pratiğiyle bu ülke iç barışını ve birlikteliği nasıl sağlayacak bana söyler misiniz?
Değerli ve sayın milletvekilleri, bu Meclis sizin kör göze sokar gibi uygulamaya soktuğunuz işlerinizi meşrulaştıran bir yer mi, böyle mi düşünüyorsunuz? Bu yaptığınız millete hakaret değil mi? Halkımızla dalga geçmek değil mi? Yazıktır ve günahtır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Bakınız, bugün iktidar olabilirsiniz, kılıcınızın her iki tarafı da kesiyor olabilir ama sesleniyorum size: Hak sillesinin sadası yoktur, bir vurdu mu da devası yoktur diyorum. Bu kanuna da "evet" oyu vermeyeceğiz.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)