Konu: | Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 58 |
Tarih: | 18.02.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili yurttaşlar; her pazartesi güne bu hafta torbada ne var diye başlıyoruz, gerçekten de aklımızda olan soru bu; karşımıza gelen ve çok önemli olduğu söylenen bu kanun teklifleri bizim için böyle torbaya tıkıştırılmış, birbiriyle ilişkisiz birçok konudan başka bir şey ifade etmiyor çünkü burada gördüğümüz, sadece bu 28'inci Yasama Dönemine baktığımız zaman gördüğümüz pratik bu; torbadan sürprizler çıkıyor. Bu, Genel Kurul için sürpriz de komisyonlar için değil mi? Bakıyorsunuz, aynı şey orada da geçerli; ilgili komisyona kanun teklifi cuma akşamı geliyor, dört beş günlük bir vakit kalıyor Genel Kurula -daha doğrusu onu görüşmeye- ve de her şey bir alelacele, bir yangından mal kaçırır mantığıyla sürdürülüyor.
Ben de burada aslında bir önceki konuşmacı MHP'nin Değerli Milletvekilinin konuşması gibi daha umutlu bir konuşma yapmak isterdim açıkçası. Her ne kadar umutlu diyorsam da anlaşılan kendileri de söylediklerine çok inanmıyor ki o umuda denk gelen bir heyecan olmuyor sözlerinde. Bizler de umutlu olmak istiyoruz. Ben geçen hafta burada son konuşmamı yaptığımda gayet umutlu bir konuşma yapmaya çalışmıştım. Hatta Meclis Başkan Vekili Sayın Celal Adan burada değildi, gıyabında onun hakkında da konuşmuştum; bir Kürt sanatçının sergisini gezmiş olmasının sembolik önemine vurgu yapmıştım. O gün öyle umutlu bir konuşmaydı ama bugün karşımıza bilim alanını da içeren bir torbaya tıkıştırılmış düzenlemeler geldiğinde aynı umudu koruyamıyoruz. Oysa biz de tutarlı olmak isteriz yani yeni bir süreç başlıyor, yeni adımlar atılıyor, kardeşlikten söz ediliyor vesaire diyerek o bizim de bir ucundan destek olmaya çalıştığımız süreci ve o umudu her konuşmamızda sürdürmek isteriz ama böyle bir tutarlılık yok. Böyle bir tutarlılık zaten o önümüze getirilen süreçle ilişkili olarak da yok. Bir yandan torba yasalar, öte yandan, sabah kalkıyoruz, sabahın erken saatinde, bir önceki hafta kent uzlaşısı çerçevesinde başlatılan bir operasyon; bugün kalkıyoruz, Halkların Demokratik Kongresine yönelik operasyon, 60 yakalama kararı, 52 gözaltı; bir bakıyoruz, kadın özgürlük hareketine, Kürt Kadın Hareketine yönelik operasyonlar; bunlar içinde bir tutarlılık olmadığı için biz de tutarlı bir umudu sürdüremiyoruz. Tabii ki durum bundan ibaret de değil.
Burada bugün görüştüğümüz kanun teklifi içinde bir yandan da bir bilim alanına ilişkin önemli bir düzenleme var, TÜBİTAK'la ilişkili bir düzenleme var. TÜBİTAK, KOSGEB, kişisel verilerin korunması, ölçüler ve ayarlar hepsi bir arada ama ben biraz daha fazla bu bilim alanıyla ilişkili düzenleme üzerinde durmak istiyorum. Bilim alanında nitelik yükseltebilmek için özgürlük gerekir. Özgürlük alanı bu kadar saldırı altındayken bilim alanında nitelikli bir şey üretmek imkânı yoktur. Aslında bu istenmez de; özgürlüklere saldıran, ifade özgürlüğüne, medya özgürlüklerine, bilimsel özgürlüğe, akademik özgürlüklere sistematik olarak saldıran bir iktidarın bilimde nitelik aradığına niçin inanalım? Çünkü bilim özgürlüklerle, diğer birçok alandan, her şeyden çok daha ilişkilidir. Dolayısıyla bu konuda önümüze gelen teklife hiçbir yönüyle bir umut bağlayamıyoruz çünkü genel bir resim içine yerleştirdiğimizde TÜBİTAK'la ilgili yapılan düzenlemelerde "Acaba yine nasıl bir liyakatsizlik kurumda kökleştirilmeye çalışılıyor? Nasıl bir kayırmacılığın önü açılmaya çalışılıyor? Öğrencilerin hangi kazanımları, öğretim elemanlarının hangi kazanımları ellerinden alınmaya çalışılıyor?" biz ancak bunu görebiliyoruz çünkü iktidarın yirmi iki yıldır -yirmi üçüncü yılındaki bir iktidarın- yaptıklarını biz de bu anlamda yapacaklarının teminatı olarak görüyoruz. Dolayısıyla da hiç de bizi bu kanun teklifiyle, bu alandaki bir boşluğun, bilim alanında faaliyet gösteren öğretim üyesi, öğrenci ya da diğer bileşenler bakımından bir şey vadedeceğini bu anlamda düşünmüyoruz.
Şimdi, baktığımız zaman, bilim alanına yatırımı AKP hangi veçhesiyle daha çok överek önümüze getiriyor? Bugün mesela, Yapay Zekâ Araştırma Komisyonunun bir toplantısı vardı. Biliyorsunuz, bu komisyon, bu araştırma komisyonu yakın zamanda kuruldu ve böyle çok adanmış bir biçimde her hafta toplanıyor yani ilkesel olarak öyle görünüyor. Fakat orada da görüyorsunuz, ziyaret ettiğimiz kurumlarda da görüyorsunuz ki bu kapsamda geçtiğimiz günlerde TÜBİTAK'a da bir ziyaret yapmıştık. Görüyorsunuz ki, aslında yapay zekâ teknolojileri gibi bir alanda bile esas olarak övüncümüz hep böyle bir kapasite, teknik kapasite, işte, bu teknik kapasiteyle biz nerede duruyoruz? Oysaki yapay zekâ teknik kapasiteye indirgenemez. Evet, TÜBİTAK, bu kadar büyük ölçüde tahribat görmüş bir kurum olarak, işte, o 96'larda, Ulusal Enformasyon Altyapısı Ana Planı'nı kurup onu takip eden bir kurum olarak hâlâ bütün bu tahribata rağmen belirli bir yetkinliği teknoloji alanında koruyor olabilir. Ama yapay zekâ, en nihayetinde, arkasında evrensel, özgürlükçü ve çağcıl değerleri sahiplenen zekâlarca yönetildiği zaman insanlığın yararına bir şey olabilir; yurttaşlığın, demokratik yurttaşlığın yararına bir şey olabilir. Aksi takdirde bunun yıkıcı bir kapasite, bir Frankenstein olmasının önüne geçilemez ve bu da hiçbir zaman yurttaşlığın, yurttaşların, demokrasinin ve özgürlüklerin yanında olamaz fakat bilimle ilişkili konuşmak için buraya kim çıksa -bu, üniversiteler olabilir, YÖK olabilir, TÜBİTAK olabilir- hepsinde sıralamalardan, sayılardan söz ediliyor; bilim sayılardan ibaret bir şey değildir. Bu bilim anlayışının kendisi gerçekten de bilim alanını kökten bir biçimde tahrip etmiştir. Bugün, işte, KHK'lerle, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapılan düzenlemeler, AYM tarafından iptal edilen düzenlemeler yeniden kanun teklifi olarak önümüze geldiğinde de gördüğümüz şey budur.
Bir yandan TÜBİTAK'ın uhdesindeki bursların YÖK'le ilişkili olmasından dolayı onun denetiminden çıkarılması ve üstün zekâlı olan öğrencilerin desteklenmesi gibi vaatler getiriyor. Oysaki bu üstün başarının -yapay zekâdan söz ettiğim için- kriteri nedir? Bunun üstün başarı olduğuna kim karar verecek? Kurumda buna karar verecek bir kapasite, bir liyakat var mıdır? Bütün bu çerçevelerden baktığımız zaman elbette ki hiçbirine olumlu bir yanıt üretemiyoruz.
Yine, bunun gibi, ilgili düzenlemede bilim kurulunun yerine yönetim kurulunun getirilmeye çalışıldığını görüyoruz TÜBİTAK'ta. Bu iptal edilmişti biliyorsunuz ve iptal edilen bu şeyler başka görünümler altında karşımıza geliyor yine de. Aslında, son bir yıl içinde karşımıza gelen birçok düzenlemede böyle bilim kurullarının yerine ya paralel akademilerin ya da yönetim kurullarının getirilmesi gibi bir çabayı görüyoruz. Bu, basit bir terminolojik değişiklik değil aslında; bilimin o alanda söz sahibi olmasına son vermek, orayı bir şirket gibi görmek, içini boşaltmak ve ticarileştirmek; bilim alanına yapılan budur. Bilim alanı hiçbir zaman diğer faaliyet alanlarından farklı bir alan olarak görülmemiştir. Aynı şeyi, aynı zaafları KOSGEB'le ilgili olarak da görüyoruz ama sanırım partimizin diğer konuşmacısı o konuya daha çok yer ayıracaktır. Biz TÜBİTAK'ın sadece 2003'ten yani AKP'nin iktidara gelmesinden bugüne kadar olan kronolojisine baktığımız zaman nasıl ağır bir tahribatla daha ilk yıldan karşı karşıya olduğunu görebiliriz. Daha 2003 yılında kurumun özerkliğine son verebilmek için Başbakan Erdoğan tarafından tek seferlik yapılmış bir düzenlemeyle başkan ataması yapılmıştı. Bu tabii ki iptal edilmişti ama beş yıl boyunca biz onun kavgasının sürdürüldüğünü görmüştük. Bu beş yıl içinde ataması durdurulan isim vekâleten getirilmiş, en sonunda beş yıl sonra asaleten atanmış, bu arada eşi de yine TÜBİTAK'ın önemli kurumlarından birinin başına getirilmişti. Sadece TÜBİTAK'ta değildi bu yolsuzluklar, liyakatsizlikler, kurum personelinin fişlenmesi meselesi, böyle bir skandal bile yaşamıştık. Bilimsel değerler yerine faaliyet alanlarında ideolojik ve dinsel referansları güçlendirmek, TÜBİTAK'ın en önemli icraatlarından biri olan dergisine yönelik sansür, bütün bunlar hatırladığımız şeylerdir ve bu alanlarda yapılanlar da yapılacakların teminatıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
SEVİLAY ÇELENK (Devamla) - Dolayısıyla bu şekilde bir yasama faaliyetini elbette kabul etmiyoruz. Yine, KOSGEB'le ilgili düzenlemede de karşımıza gelen aynı şeydir. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin güçlendirilmesi meselesi hiçbir zaman kayırmacılığın ötesinde gerçek bir güçlendirme faaliyeti olmamış, bu alanda destek almak isteyen küçük ölçekli işletmeler bürokrasinin o güçlükleriyle başa çıkamamış, taşradakiler merkeze göre dezavantajlı olmuş. Aslında her zaman büyük sermayeyi kollama derdinde olan AKP iktidarları bu alanda da hiçbir zaman küçük işletmelerin yanında ve onların yararına bir faaliyet içinde olmamıştır. Bu kanun teklifiyle ilişkili olarak söyleyeceklerim bunlardır. Bu tür bir yasama faaliyetini kabul etmiyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)