Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Ortak Türkmen-Türk Genel Eğitim Okuluna İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 61 |
Tarih: | 26.02.2025 |
CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Ben de sözlerimin başında, 33'üncü yılında Hocalı katliamında yitirdiğimiz canlarımıza rahmet diliyorum. İnsanlık tarihine kara bir gün olarak geçen böyle bir günde hayatını kaybetmiş olan 613 Azerbaycan vatandaşı için, 487 ağır yaralı mağdur için ve 1.275 esir alınan ve hâlâ kendilerinden haber alınamayan 150 Azerbaycan vatandaşı için uluslararası planda süren sessizliği de Genel Kurulun yine dikkatine sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ortak Türkmen-Türk Genel Eğitim Okuluyla ilgili anlaşma hakkında söz almış bulunuyorum. Başlangıçta söylemek isterim ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu kanun teklifiyle ilgili olumlu oy kullanacağız. Türkiye ile Türkmenistan arasında eğitim alanında iş birliğinin gelişmesine katkı sağlayan bu mutabakat zaptını desteklediğimizi belirtmek istiyorum. Türkiye ile Türkmenistan ortak dil, ortak geçmiş, ortak kültürel değerlere sahip iki kardeş ülkedir. Bu nedenle Türkiye açısından Türkmenistan'la olan ilişkilerimizde iş birliğini artırmaya yönelik her türlü gelişmeyi desteklediğimizi belirtmek istiyorum. Bu okul, 1992 yılından bu yana Türkmenistan'da eğitime devam ediyor ve iki ülke arasında eğitim ve kültür alanında iş birliğinin gelişmesine katkı sunuyor ve genç nesiller arasında etkileşimin artırılmasını sağlama açısından da bunu değerli bulduğumuzu belirtmek istiyorum. Yine, bu faaliyetlerin hukuki temelinin güçlendirilmesinin de önemli olduğunu belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, uluslararası sözleşmeler hakkında değerlendirmeler yapmak doğal olarak bize dünyadaki gelişmeleri, ülkemizin dış politikasını da değerlendirme imkanını veriyor. Tabii geçtiğimiz günlerde başta Amerika seçimleri ve Almanya seçimlerinin arkasından ortaya çıkan ortam, aslında 2025 yılının ve önümüzdeki dönemin son derece sıkıntılı bir dönem olacağını, sıkıntılı günlerin habercisi olduğunu bize gösteriyor. Almanya'da aşırı sağın yükselişi, AFD'nin Almanya'nın 2'nci partisi konumuna gelmesi; Amerika seçimlerinden Donald Trump'ın zaferle çıkmış olması aslında önümüzdeki dönemin önemli ipuçları arasında bulunuyor. Tabii, bu gelişmeler, sadece ülkemizin bu ülkelerle ikili ilişkilerini değil hem bölgemizde yaşanacak gelişmeleri hem de ülkemizin güvenliğini ve geleceğini etkilemesi bakımından da önem taşıyor.
Sayın milletvekilleri, Trump'ın göreve gelmesiyle birlikte yaşanan en hızlı ve en önemli değişiklik ABD'nin Ukrayna-Rusya savaşındaki tutumuyla ilgili olarak görülüyor çünkü bildiğiniz gibi, daha dün Birleşmiş Milletlerde önemli oylamalar yapıldı ve Amerika Birleşik Devletleri ilk defa Avrupalı müttefiklerinden farklı oy kullandı hem Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yapılan oylamalarda. Tabii, hem konunun uzmanları arasında hem ilgilileri arasında aslında büyük bir şaşkınlık yarattı Amerikan politikasındaki bu değişiklik.
Ukrayna savaşının tabii 3'üncü yılı tamamlandı. Bu ortamda Ukrayna'nın geleceği önemli bir sorun olarak bölgemizin geleceğini derinden etkileyecek gibi görünüyor. Rusya'nın önemli ölçüde geriletildiği bir ortamda Rusya-Avrupa ilişkilerinin, Rusya-ABD ilişkilerinin ne olacağı ve tabii daha çok odağını Pasifik'e çevirmiş ABD politikasının Çin karşısındaki tutumu, Rusya'nın bu konu bakımından nasıl ele alınacağı önümüzdeki dönemin temel belirleyicileri olacak gibi görünüyor.
Ancak, değerli arkadaşlarım, ülkemiz açısından bu konuyla ilgili esas belirleyici unsur şudur: Belirsizliklerle dolu bir yeni döneme girmiş görünüyoruz. Kural bazlı uluslararası ilişkiler düzeninin geçerliliğinin önemli ölçüde tartışıldığı bir dönemin içinde bulunuyoruz. Ticaret savaşlarıyla küreselleşmenin gerilediği ama buna karşılık bölgeselleşmenin ağırlık kazanacağı bir dönemin başlangıcında bulunuyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu gelişmeler, uluslararası planda karşı karşıya bulunduğumuz bu altüst oluş doğal olarak hem bölgemizi hem Orta Doğu'yu, tabii başta Suriye'yi de etkileyecekmiş gibi görünüyor. Suriye rejiminin devrilmesinden sonra maalesef ülkemizde bir yalancı bahar havası estirildi; bu gelişmenin Türkiye açısından çok yeni fırsatlar, çok yeni imkânlar ortaya koyacağı anlatıldı. Ama bugün, Suriye'de siyasi istikrarın sağlanması bütün gelişmeler olumlu seyretse bile epey zaman alacak gibi görünüyor. Ve tabii Trump'ın sözde Gazze planı başta olmak üzere bölgede yaşanan gelişmeler, uluslararası hukukun ayaklar altına alınmasında bugüne kadarki tablonun bile belki de aranabileceği bir dönemin başlangıcında olduğumuzu bize gösteriyor.
Ayrıca, tabii, Suriye'deki rejim değişikliği vatandaşlarımız açısından en çok Türkiye'deki sığınmacıların durumunun ne olacağı, sığınmacıların Türkiye'den ayrılıp ayrılmayacağı bakımından ele alınıyordu, değerlendiriliyordu, önemseniyordu. Bu alanda da vatandaşlarımızın beklentilerinin karşılanmasının çok uzağında olduğumuz anlaşılıyor. Dünyadaki yeni belirsizliklerin ve altüst oluşların Orta Doğu'yu da derinden etkilediğini görüyoruz. Ülkemizin tarihsel bağlarla bağlı olduğu bu bölgede barışa ve istikrara katkı yapması, mazlum Orta Doğu milletlerinin bu makûs talihi geride bırakması bizim açımızdan en önemli beklentilerdir.
Değerli arkadaşlar, az önce uluslararası ortamdaki yeni öngörülemezliğin Türkiye için, bölge için, dünya için hangi riskleri gündeme getirebileceğinin üzerinde duracağımı belirtmiştim. Bu kapsamda, bu yeni riskler, Türkiye'nin doğrultusu ve ittifak ilişkileri bakımından da yeni bir dönemin başlangıcında olabileceğimizi bize gösteriyor. Sayın Cumhurbaşkanının dün Kabine toplantısı sonrasında yaptığı bir açıklama vardı, bir önemli cümleyi ele almak istiyorum. Şöyle bir şey söyledi Sayın Erdoğan: "Avrupa Birliğini ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye ve Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliği kurtarabilir." Tabii, iktidarın uzun bir süre sonra Avrupa Birliğini ve Avrupa Birliği üyeliğini hatırlamış olmasını her şeye rağmen olumlu bir gelişme olarak not etmek istiyorum. Bu açıklamayı değerlendirmeden önce Dışişleri Bakanının da yine, dün, Rus Dışişleri Bakanıyla yaptığı toplantıda Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili önemli bir ifadesi oldu, bunu da hatırlatacağım. Sayın Bakan dedi ki: "Avrupa Birliğinin kimlik politikalarından dolayı, büyük bir Müslüman ülkeyi kendi içine alma konusunda yaşadığı rahatsızlıktan dolayı üyelik müzakereleri bir noktada donmuş durumda."
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu iki açıklama da aslında gerçeğin bir tarafını bize söylüyor, bir tarafının üzerini örtüyor. Niye bunu söylüyorum? Çünkü hem Sayın Cumhurbaşkanının hem Dışişleri Bakanının açıklamasına baktığımızda, bir defa az önce ifade ettiğim bu dünyadaki belirsizlik, yeni dönemin riskleri karşısında Türkiye'nin Avrupa Birliğine yönelişini, Avrupa Birliğini hatırlamış olmasını bize gösteriyor ama burada Sayın Bakanın açıkladığı gibi bir ortamla karşı karşıya değiliz arkadaşlar. Yani tabii ki Avrupa'da özellikle aşırı sağ hareketlerin Türkiye'ye karşı, Türkiye'nin kimliğine karşı, Türkiye'nin bu özellikleriyle Avrupa içerisinde yerinin olmadığı düşüncesine dayalı açıklamaları oldu, oluyor ama Türkiye'nin Avrupa Birliğinden uzaklaşması maalesef iktidarınız döneminde atılan yanlış adımların doğrudan bir sonucudur. Özellikle 2010 yılından sonra iktidarınız AB üyeliği konusunda, değerli arkadaşlarım, çok farklı bir yola girmiştir. İktidarınızın başlangıç aşamasında Avrupa Birliği üyeliği konusunu hem ekonomik krizi aşmak için hem de içeride ve dışarıda kendinize, iktidarınıza bir güç devşirebilmek için kullanmıştınız ama 2010 sonrasında artan şekilde bir otoriter doğrultuya girerek Avrupa Birliği üyeliğini de bir kenara koydunuz. Bu gelişme, hem artan otoriterlik hem ekonomide bozulan göstergeler hem de yolsuzlukların alabildiğine geliştiği, önünün açıldığı bir dönemi beraberinde getirdi.
Şunu unutmayalım ki Avrupa bütünleşmesi sadece bir ekonomik bütünleşme, bir ortak pazardan ibaret değil; özellikle demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanında ortak değerlere dayalı bir bütünleşmeden bahsediyoruz ve bu değerlerin tabii paylaşılması gerekiyor. Maalesef, son yıllarda ülkemiz bu değerlerden, değerli arkadaşlarım, gitgide uzaklaşmıştır. Bildiğiniz gibi, bir defa, en başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kimi kararlarının -başta Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olmak üzere- Türkiye'de uygulanmaması ve Türkiye'nin Avrupa Konseyindeki yerinin sorgulanır hâle gelmesi önümüzde önemli bir engel olarak duruyor. Tabii ki Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi iki ayrı uluslararası örgüt ama Avrupa Konseyinde Türkiye'nin denetimde olan bir ülke olması Avrupa Birliği üyeliğini de aslında imkânsız hâle getiriyor. Unutmayın ki 2004 yılında Türkiye'nin Avrupa Konseyinde denetimden çıkmış olması, hemen arkasından Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerinin başlayabilmesini mümkün kılmıştı. Türkiye, maalesef, 2017 Anayasa değişikliğinden sonra tekrar Avrupa Konseyinde denetim sürecine alınmış bir ülke ve daha önce ifade ettiğim Kavala ve Demirtaş kararları nedeniyle hakkında bir ihlal prosedürü başlatılması gündemde olan bir ülke. Ne yazık ki demokrasi ve hukuk bakımından tek problemli alan bu konu değil; bunun yanında, özellikle Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesinin aldığı birden fazla kararın uygulanmamış olması ve Can Atalay'ın buraya, bizlerin arasına, bu Meclise dönemiyor olması bu kapsamda çok önemli bir engel olarak önümüzde bulunuyor. Yani gazetecilere yönelik baskılar ortada, tutuklu gazeteciler; değerli arkadaşlarım, bunların hepsi çok ağır bir demokrasi sorunudur. Belediyelere kayyum uygulamaları da gerçekten uluslararası planda Türkiye'yi çok zora sokacak girişimlerdir.
Değerli arkadaşlar, bunun yanında, tabii, şöyle bir yaklaşım tarzı seziliyor Cumhurbaşkanının konuşmasında da Dışişleri Bakanının açıklamasında da: "Ya, kardeşim, biz Avrupa Birliğine girelim, Avrupa'yla iş birliği içerisinde olalım ama Türkiye'de demokrasi, insan hakları alanında adımlar atmayalım; siyaset, medya bu alanlarda bir özgürleşme gerçekleşmesin." Çünkü şundan endişe ediliyor: Türkiye'de gerçekten bir demokrasi olursa, demokratikleşme olursa, vatandaşlarımız doğru şekilde bilgilenirlerse, siyasette adil bir rekabet mümkün olursa iktidarın ayakta kalamayacağı görülüyor. Bu şartlarda da Avrupa Birliği konusunda sanki Türkiye'de bir irade varmış gibi, Türkiye'yi yönetenlerin Türkiye'nin yerini Avrupa'da görüyormuş gibi açıklamalarıyla karşılaşıyoruz. Ama bunların hepsinin ötesinde sayın milletvekilleri, başlangıçta söylediğim gibi, iktidarın 2010 sonrasında Türkiye'yi Avrupa'dan koparan adımları tek tek attığına da birlikte tanıklık etmiş bulunuyoruz.
Değerli milletvekilleri, son günlerde tabii, Türkiye'deki demokrasi sorunları daha da ağırlık kazanmış durumda. Özellikle, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak iktidarın Türkiye'de yargıyı kullanarak siyaseti tanzim etme anlayışını görüyoruz. Belediyelerimize, Cumhuriyet Halk Partili belediyelere yönelik operasyonlar; Beşiktaş Belediyesi, ondan önce Esenyurt Belediyesiyle başlayan... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımıza yönelik artık bir yargı tacizi hâline gelmiş -yaptığı konuşmalar nedeniyle- birçok farklı mahkemedeki dava ve sonucunda yirmi dört yirmi beş yıl hapis cezalarının istendiği, siyasi yasağın talep edildiği bir ortamın içerisinden geçiyoruz. Türkiye'de, demokrasinin en temel unsuru olan sandığı dejenere eden bir yaklaşım tarzıyla karşı karşıyayız.
Sayın milletvekilleri, tabii, biz çok söyledik demokrasinin sadece sandıkla var olmadığını; ifade özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün, yargı bağımsızlığının, bu türden değerlerin çok değerli olduğunu söyledik; bu konuda sizleri ikna edemedik ama bari sandığın önemi konusunda Türkiye'de bir uzlaşma olsun. Sandığın bu şekilde dejenere ediliyor olması sadece muhalefetin bir sorunu değil sayın milletvekilleri; bakın, burada 600 milletvekili bulunuyor, Türkiye'de 85 milyon vatandaşımız var, kendimize soralım: "Bu kadar çoğulculuğu olan, çeşitliliği olan bir ülkeyi barış içerisinde, huzur içerisinde, sandık olmadan bir arada tutmak mümkün müdür?"
Değerli milletvekilleri, tabii, Türkiye'yi bir arada tutan ortak bir tarihimiz var, ortak bir dilimiz var, bir bayrağımız var ama unutmayalım ki Türkiye'yi bir arada tutan şeylerin başında da yine sandık gelmektedir. Bugün iktidar eliyle seçimlerin vatandaşın önünden kaçırılmak istenmesi, seçimlerde vatandaşın kimi seçebileceğine iktidarın karar vermeye çalışması çok temel, çok büyük bir problemdir; Türkiye'de bir arada yaşamayı, huzur içerisinde yaşamayı dinamitleyen bir yaklaşım tarzıdır; bundan vazgeçiniz, Türkiye'ye bu kötülüğü yapmayınız. Türkiye, çok önemli bir demokrasi tarihi, toplumsal mücadeleler tarihi olan bir ülkedir. Türkiye'yi başka ülkelerle karıştırmayın; Türkiye bir Rusya değildir, Türkiye bu bölgede gördüğümüz rejimlerden biri değildir. Türkiye'de vatandaşlarımız Türkiye'yi yönetenlerin sandıktan çıktığı bir kurala, bir ilkeye sahip çıkmaktadır; yıllardır Türkiye'de bu uygulanmaktadır ama özellikle son haftalardaki gelişmelerle iktidarın bu çok temel ilkeyi çöpe atmak niyetinde olduğunu, seçimlerde vatandaşların kimleri seçebileceğinin iktidar tarafından belirlendiği bir ortamın Türkiye'de yaratılmakta olduğunu, yaratılmak istendiğini görmekteyiz. Türkiye, az önce ifade ettiğim gibi, bu durumu hak etmemektedir. Böyle bir yaklaşım tarzıyla da tabii, Türkiye'nin ne Avrupa Birliğinde ne de medeni dünyada bir yeri bulunabilir.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)