GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: DEM PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:71
Tarih:26.03.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Ekranları başında bizleri izleyen halkımızı ve cezaevlerinde rehin tutulan tüm yoldaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Grubumuzun vermiş olduğu araştırma önergesi üzerine söz aldım.

Bildiğiniz üzere, 20 Aralık 2024 tarihinde gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin Suriye'de Fırat Nehri üzerinde yer alan Tişrin Barajı ve Sirin beldesi arasındaki yolda İHA saldırısı sonucu katledilmişlerdir. Ardından bu saldırının protestoları esnasında kolluk tarafından uygulanan orantısız müdahaleler sebebiyle İstanbul Barosu sosyal medya hesabından 21 Aralık 2024 tarihinde bir açıklama yapmıştı. Yapılan bu açıklamada, 2 gazetecinin Suriye'de katledilmesi nedeniyle Suriye'de bulunan tüm güçlere insancıl hukuka uyulması çağrısı yapılmış ve Türkiye'de avukatların, gazetecilerin ve bazı kişilerin gözaltına alınmasındaki hukuksuzluğa dikkat çekilmişti.

Bu açıklamanın akabinde, ülkede bu aralar akın akın gürleyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı propaganda yapıldığı iddiasıyla bir soruşturma başlattığını duyurmuştu. Yine, Başsavcılık, bu ceza soruşturmasına ilaveten ayrıca İstanbul Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevine son verilmesi ve yerlerine yenilerinin seçilmesi talebiyle bir davaname açmıştı. Bağımlı ve taraflı yargı hemen devreye girdi ve davanameyi kabul ederek İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerin görevlerine son verdi. Bu karar, aynı zamanda devam edecek olan tutuklama, kayyum atamalarıyla açık bir sivil darbenin devamı niteliğindeydi. Barolar, bir hukuk kurumu olarak insan haklarını, hukukun üstünlüğünü korumak ve savunmak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak, demokratik ilkelere uygun davranmakla yükümlüdür. Bu yüküm, baroları insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ihlal edildiği her toplumsal alanda yer almakla; orada "baro" sıfatıyla hukuku, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü savunmakla, aktif bir rol oynamakla görevlendirmiştir. İstanbul Barosunun X hesabından yaptığı dava konusu açıklama, kanundan aldığı yetkiye dayanarak sadece hukuka uyma çağrısıdır. Baronun insancıl hukuka ve hukuka uyulmasını talep etmesinden doğal bir durum olabilir mi? Aslında, hukuk, idari ve adli otoritelerin bir talebi olmadan bağlı oldukları ve zaten uymakla yükümlü oldukları kurallar değil midir? Baroların hangi konuda açıklama yapabileceğine, yapacağına yargı makamları değil, kanunlar icazet verir. Bu karar, hukuk tarihinde bir ilk; hukuk devletlerinde bir baronun ifadesi, açıklaması nedeniyle görevden alınması herhâlde hiçbir adli ve idari mercinin aklına gelmez; demokratik bir kurumun kapatılması anlamına gelen bu kararı anlamakta bile zorlanırlar. Ama bunun da ötesi var, Türkiye'de ilk defa oluyor bir baronun sesinin kısılması davası ama yanlış anlama olmasın, İstanbul Barosunun kapısı daha önce 12 Eylül darbe döneminde sıkıyönetim komutanlarının emriyle mühür vurularak kapatılmıştı. İstanbul Barosuna giden girişinde şu levhayı görür, orada "12 Eylül darbecileri İstanbul Barosunun kapısına bu mührü vurduklarında baromuzu kapattıklarını zannettiler." yazılıdır. Dolayısıyla, bugünkü durum, aslında 12 Eylül darbesinin devamı veya tekrarı niteliğindedir ama o zaman hukuk askerî cuntanın Bir Numaralı Bildirisi'yle askıya alınmıştı ve hukuk yoktu, şimdiki biraz farklı esasında; bahse konu baro yönetimini görevden alan ve seçilmişlerin, seçimlerin yenilenmesine hükmeden karar bir mahkeme tarafından verilmiştir. Bu, niteliği itibarıyla bir ilktir; üstelik yargılamanın 3 kurucu unsurundan 2'si olan savcılık ve mahkeme tarafından yargılamanın 3'üncü kurucu unsuru olan savunma örgütü hakkında karar veriliyor. Bu anlamda, yerel mevzuata, masumiyet karinesine, Avukatlık Mesleğinin Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ne aykırı olarak, üstelik dünyanın en büyük barolarından birine karşı verilen kararı hukukumuzun yüz akı gibi bir karar olarak nitelemek elbette mümkün olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de yargının halkın tüm muhalif kesimleri üzerinde şiddet aracına dönüşme pratiği artarak devam etmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi döneminde 31 gazetecinin tutuklu olduğu Türkiye'de, bugün darbe döneminden bile daha vahim bir durum, daha vahim bir tablo yaşanmaktadır. Bugün itibarıyla Türkiye'de cezaevinde hükümlü ve tutuklu bulunan gazeteci ve basın çalışanı sayısı 37; bu yüzden Türkiye, hukuk sıralaması ile gazetecilik, ifade özgürlüğü sıralamasında sonlarda yer almaktadır; işte bu uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.

KAMURAN TANHAN (Devamla) - Bugün itibarıyla bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Özgür basın halkın nefesidir, halkın sesidir; gazetecilik suç da değildir, gerçekleri yazmak suç değildir. Asıl suç ve suçlu, gerçeği yazanları susturmaya çalışanlardır. Halkın gerçekleri öğrenme hakkını engellemek isteyenler gazetecilere saldırarak sadece basın özgürlüğünü değil, aynı zamanda demokrasiyi de yok ediyorlar. Ancak bilinmelidir ki hakikati susturmaya çalışan her anlayış tarihte bir kara leke olarak yerini alacaktır tıpkı Hitler Almanyasında olduğu gibi. Bu tutuklama ve kayyumlar, bu baskı rejimi barış ve demokratik toplum çağrısının yapıldığı bu dönemde hukuk ilkelerine meydan okumaktan öteye bir şey değildir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)