GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:71
Tarih:26.03.2025

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; mübarek ramazan ayında Türkiye herhâlde hiçbir döneminde olmadığı kadar acayip olaylar yaşamaktadır. Aslında, bu acayip dediğim olayları bu yasama yılının başından beri yaşıyoruz ama her geçen gün ivmesi artıyor gündeme düşen bu olayların. Çanakkale Zaferi'nin yıl dönümünü kutlarken, gerçekten Çanakkale ruhuna çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçerken gündeme yine hukukun tarafsızlığının tartışıldığı, yüce Türk milletinin içinde bulunduğu sıkıntıları pekiştirici, derinleştirdiği bir dizi acayip durumla yüz yüzeyiz.

Türk milleti, Türk gençleri sokakta, meydanlarda. Bu insanlar bu sokaklara, meydanlara muhalefet yapmak için ya da sizin dediğiniz gibi Vandalizm yapmak için çıkmıyor; bir güç birliği yaparak biz siyasilere, özellikle de Türk milletini yönetenlere bir mesaj veriyor, derdini anlatıyor. Bilmem, biz bunun farkında mıyız? Bu büyük Türk milleti diyor ki: "Benim haklarım elimden alınıyor. Ülkemde yolsuzluk, hukuksuzluk ve haksızlık var; artık yeter!" "Ben emekliyim, dulum, yetimim ve karnımı doyuramayacak hâldeyim." "Ben esnafım, siftah yapamadan dükkânımı kapatıyorum." "Ben çiftçiyim, emeğimin karşılığını alamıyorum." "Ben emekçiyim, açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm edildim." "Ben Türk genciyim, vize kuyruklarında istikbal aramaya mecbur bırakıldım, geleceğimden ümidim yok."

Ülkeyi yönetenlere tavsiyemiz, yüce Türk milletinin bu feryadına kulak vermeleridir. Bu vesileyle, kendi bağımsızlığını bileğinin hakkıyla kazanmış ve bir kurtuluş destanı yazmış olan yüce Türk milletinin gücünü bir kez daha hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bu millet her şeye tahammül eder ama vatanının elden gitmesine asla tahammül etmez ve fırsat vermez. Bunu çok iyi bilin.

Ey terörist seviciler, ey hain bebek katilini, teröristbaşını kurucu önder ilan edenler, ey bu milleti çarpanlarına ayırmak isteyenler; sizi bir kez daha bu yüce kürsüden uyarıyorum: Yanlış yoldasınız, yanlış yapmaktasınız. Ne kadar allayıp pullamaya çalışsanız da ne kadar kelime oyunlarıyla bu ihanet sürecini kahramanlık hikâyesine döndürmeye çalışsanız da her gün bir önceki günden daha hızlı foyalarınız ortaya çıkmaktadır. Yol yakın mı bilmiyorum ama gittiğiniz yoldan geri dönmenizin gerekliliğinin kesin olduğunu çok iyi biliyorum. Gerçek tektir ve tartışma götürmez. Abdullah Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin birliğine, dirliğine göz dikmiş, bu devleti yıkmaya yemin etmiş, eli kanlı, hain bir teröristbaşı, bebek katilidir. PKK ve türevleri de ne kılığa girerse girsin terör örgütüdür ve Türkiye için ciddi bir beka problemidir. Hiçbir devlet, hele hele büyük Türk devleti ne teröristten ne de onun aparatlarından medet ummaz. Terörist de terör örgütü de ne yaparsa yapsın teröristtir, terör örgütüdür diyorum ve geliyorum konuştuğumuz kanun teklifine.

Kanun teklifinin ikinci bölümünde önemli gördüğüm birkaç konunun altını çizmek istiyorum. Bunlardan ilki Varlık Fonu. Bu kanunda söz konusu olan Varlık Fonu denetleme tarihleriyle ilgili bir itirazımız yok ancak bu Fonun Yönetim Kurulu Başkanı Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve bu kurum bağımsız denetçiler tarafından denetleniyor ve aynı zamanda Cumhurbaşkanının -altını çiziyorum- yani aynı zamanda bu kurumun Başkanının atadığı sermaye piyasaları, finans, ekonomi, maliye, bankacılık, kalkınma alanlarında uzman en az 3 merkezî denetim elemanı tarafından denetleniyor. Bu nasıl bir denetim mantığı, anlamak mümkün değil. Burada sağlıklı ve bağımsız bir denetim yapılabilir mi, bu da gerçekten tartışmaya açık bir konu.

Bunun gibi bir durum da Borsa İstanbul için geçerli. Burada 2 kişiden bahsetmek istiyorum. Biri Salih Tanrıkulu, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi ve Başkan Vekili. 2015 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu Üyeliği yapan bu zat, 2 Kasım 2023 tarihinde Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Üyeliğine seçiliyor, daha sonra da 7 Haziran 2024 tarihinde yine Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığına atanıyor. Denetleme Kurulu üyesi, hatta ve hatta Başkanı olan bir kişi Borsaya neden Yönetim Kurulu üyesi olarak atanıyor, bunu da anlamak zor. Acaba borsa denetlenmesin diye mi diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Borsayı kim denetler diye baktığımızda Sermaye Piyasası Kurulu ve bağımsız denetçiler olarak karşımıza çıkıyor. Sermaye Piyasası Kurulu dolaylı ve doğrudan denetleyebiliyor borsayı, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu da bu denetlemeye dâhil olabiliyor. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu Varlık Fonunu da denetlemişti. Borsa da Varlık Fonunda olduğuna göre onu da denetleyebiliyor. Bu koşullar altında böyle bir kişinin burada görev alması da ne kadar doğru ve böyle bir kurumun bağımsızlığını nasıl etkiliyor, bu da ayrı bir tartışma konusu.

Diğer Yönetim Kurulu üyesi de Fahrettin Altun, namıdiğer İletişim Başkanımız. Makro bazlı konuların borsa yönetimini ve kararlarını doğrudan etkilediğini hepimiz gayet net biliyoruz. Sistematik risk kapsamında sayılan öngörülen siyasetteki alınan kararlar, atılan adımlar menkul kıymet fiyatlarını da doğrudan etkilemektedir. Bilimsel açıdan çok sayıda çalışmaya konu olan kurumsal yönetim ilkesine ters ve etik olmayan bir durumdur bu.

Borsa kurumu açısından bakılınca da borsa yönetiminde yer alan her bir yönetici içeriden bilgi sahibi olan kişidir. Dolayısıyla içerden bilgi sahibi olan birisinin devletin yürütme organında yer alması ciddi çelişkilere sebep olabilecektir. Devletin yürütme organında görevli birisinin bağımsız olması gereken bir kritik kurumda bulunması bu kurumu bağımlı hâle getirmiyor mu, yatırımcıların doğru karar vermesinde belirsizlik yaratabilecek bir özellik değil mi diye bunu vurgulamak istiyorum.

Ayrıca bir başka söylemek istediğim, dikkat çekmek istediğim konu 13'üncü maddedeki maaş düzenlemeleri ve tazminat düzenlemeleri. Tamam, bu maddeyi gerekli ve doğru buluyoruz ama burada da eksiklikler var. Örneğin, mülki idare amirleri bu maaş düzenlemelerinden faydalanmak istiyor. Onların da sesini duymaya davet ediyorum kanun teklifini verenleri.

Bir diğer konu, bugün görüşmekte olduğumuz doğum yardımlarına dair düzenlemeyi ele alırken her şeyden önce kadınlarımızın ve çocuklarımızın haklarını savunmanın ülkemizin sosyal devlet anlayışının temel bir gerekliliği olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum ancak karşımıza çıkan bu düzenleme hukuki belirsizlikler barındırıyor. 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin mevcut ek 4'üncü maddesinde doğum yardımları açık ve net bir şekilde belirlenmişken yeni getirilen düzenlemede bu yardım miktarları belirsiz hâldedir. Şimdi bu yardımın ne kadar olacağı, tek seferde mi yoksa aylık olarak mı yapılacağı tamamen Cumhurbaşkanına bırakılmıştır. Bu durum hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki güvenlik ilkesini ciddi şekilde zedelemektedir. Sosyal yardımlar bireylerin haklarıyla ilgili düzenlemelerdir ve bu tür düzenlemeler ancak kanunla yapılabilir. Bir hukuk devleti sosyal yardımların belirsizliğe düşmesine izin veremez. Bu noktada da kanun koyucunun rolü çok nettir ve bu tür önlemleri düzenler, herhangi bir kaynağa dayandırmadan bir kişinin inisiyatifine de bırakamaz.

Maddenin en ciddi eksikliklerinden biri de yalnızca 1 Ocak 2025 sonrası doğan çocuklar için başvuru hakkı tanınmasıdır. Bu düzenleme hâlihazırda 5 yaşına kadar çocuğu olan aileleri kapsam dışı bırakarak sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmayan ayrımcı bir durum yaratmaktadır. Aynı ekonomik koşullarda yeni çocuk sahibi olmuş bir aile bu yardımdan faydalanabilecekken örneğin 3 yaşında çocuğu olan bir aile bu yardımdan faydalanabilecekken örneğin 3 yaşında çocuğu olan bir aile bu yardımdan faydalanamayacaktır. Bu nedenle, teklifin kapsamının genişletilerek en azından belirli bir süre geriye dönük olarak başvuruların kabul edilmesi sağlanmalıdır; aksi takdirde, bu düzenleme yalnızca sınırlı bir kesime hitap eden, eksik ve adaletsiz olacaktır. Ayrıca, mevcut yasalara göre Türkiye'de doğum borçlanmasından yararlanabilmek için doğumun sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başlamasından sonra gerçekleşmiş olması gerekmektedir yani sigorta öncesinde doğum yapmış kadınlar için bu süreyi borçlanma yoluyla emeklilik hesabına dâhil etmek yasal olarak mümkün değildir. Bu da annelerin büyük bir bölümünü mağdur etmektedir. Kadınlarımızın annelik gibi kutsal sorumluluğu üstlenirken iş gücüne katılamadıkları dönemleri emeklilik primine saydırmamaları, sosyal adalet ve eşitlik ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır. Bu çalışmaya erkeklerin askerlik borçlanmasına dair uygulama referans olabilir diye düşünüyorum. Erkekler askerlik borçlanması yaparken sigorta başlangıcı şartı aranmazken askerlik sürelerini borçlanabilmektedir. Bunun kadınlar için de düzenlenmesi gerektiğini bu kürsüden bir kere daha duyurmak istiyorum.

Bu vesileyle, hepinizin kandil gecesi mübarek olsun diyerek saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)