GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İklim Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:73
Tarih:08.04.2025

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HASAN TOKTAŞ (Bursa) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; İklim Kanunu Teklifi'yle ilgili İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Böylesi önemli bir kanuna iktidarın verdiği önem maalesef ortada.

Şimdi, öncelikle şunu ifade etmem gerekiyor: 2023'te seçimler olduktan sonra Çevre Komisyonu üyesi olduk yani Komisyon kurulduğundan bu yana bir buçuk yıldan fazla, aşağı yukarı yirmi bir yirmi iki aylık bir vakit geçti. İklimin çok önemli olduğu, küresel ısınmanın çok önemli olduğu bir dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulmuş olan Çevre Komisyonu 2'nci Toplantısı'nda İklim Kanunu Teklifi'ni görüştü yani bu kadarlık bir süre içerisinde Çevre Komisyonu gibi önemli bir komisyon 2 kere toplandı.

Bu Çevre Komisyonunun ilk toplantısında, o gün daha tecrübeli muhalefet milletvekilleri de vardı, onlarla birlikte şöyle bir karar verdik biz, dedik ki: Bu Komisyonda muhalefet olarak bir başkan adayı çıkarmayalım. Malum, âdettendir, muhalefet aday çıkarır komisyonlarda. Çıkarmama gerekçemiz de şuydu: "Çevre hepimizin, dünya hepimizin, bu topraklar hepimizin; çevreyle ilgili hassasiyetlerimiz siyasetüstü olmalıdır." düşüncesinden hareketle aday çıkarmadık. Şimdi, muhalefetin bu iyi niyet göstergesi, maalesef İklim Kanunu... Aslında adı "İklim Kanunu" olan -birazdan değineceğim- kendisinin iklimle bir alakası olmayan bu kanun teklifi Komisyona geldi, oradaki görüşmelerde değişik siyasi partilerden komisyon üyesi muhalefet milletvekillerinin kendine göre çeşitli önermeleri oldu ve bu önermeler de olabildiğince yapıcı önermeler olmasına rağmen, maalesef, saray bürokrasisinin hazırlayarak önümüze getirdiği bu teklifin sunumu, altında Komisyona getiren milletvekillerinin imzası olduğu hâlde, bürokratlar tarafından bize yapıldı.

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Kendileri de yoklar zaten.

HASAN TOKTAŞ (Devamla) - Sayın Başkanım, muhterem milletvekilleri; İklim Kanunu Teklifi'nin geneli üzerinde partim adına görüşlerimizi bildireceğiz. Bugün ülkemizin geleceğini ve gelecek nesilleri doğrudan ilgilendiren bir yasa teklifini tartışıyoruz. Ancak ne yazık ki önümüzdeki bu İklim Kanunu Teklifi gerçek bir iklim kanunu olmaktan uzak, iklim krizine etkili bir yanıt vermekten uzak, usul ve esas açısından eksik ve daha çok bir Emisyon Ticaret Sistemi düzenlemesi niteliği taşıyan yani bir nevi bir ticaret kanunu anlayışıyla hazırlanmıştır.

Şunu da ifade etmem gerekiyor: Şayet Avrupa Birliğinin, ülkemizden oraya yapacağımız ihracatlarda bu emisyon karbon ayak iziyle ilgili koymuş olduğu kısıtlama ya da vergilendirmeler mesela 2030 yılında başlayacak olsaydı emin olun bu kanunu AK PARTİ 2028-2029'da getirirdi. Yani burada Hükûmetin hassasiyeti kesinlikle iklimle alakalı bir konu değil, sadece yurt dışına ülkemizden yapılacak ihracat konusunda, özellikle Avrupa Birliğine yapılacak ihracat konusunda gelebilecek olan yüklü vergilerden kaçınmak adına bu önümüze gelmiş durumda. Böylesi kapsamlı bir teklifin etkilerinin yalnızca yüzeysel mali hesaplarla geçiştirildiğini görüyoruz. Komisyon görüşmelerinde 2053 yılına kadar dünyada 200 trilyon dolar civarında, ülkemizde ise yaklaşık yıllık 10-11 milyar dolar gibi bir maliyet öngörüsü yapılmıştır yani net sıfır emisyonda 2053 yılına kadar yaklaşık 300 milyar dolarlık bir maliyet öngörülmektedir.

Ne yazık ki bu devasa dönüşümün sosyal, ekonomik, sektörel ve çevresel etkilerini ortaya koyan bir etki analizi de henüz ortada yoktur yani bu konuda Komisyon görüşmelerinde bunun yansımalarının yani bunun Türk sanayisine etkilerinin, Türk tarımına etkilerinin neler olacağı konusunda kapsamlı bir etki analizi sunulmamıştır -burada yasayı görüşüyoruz- Türkiye Büyük Millet Meclisindeki görüşmelerde de muhtemelen sunulmayacaktır.

Dahası, 2026 yılında yürürlüğe girecek olan Avrupa Birliğinin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında Türkiye'nin dış ticaret dengesinin ciddi şekilde etkileneceği ve bu düzenlemenin Türkiye'nin cari açığına 5 milyar dolar etkisi olacağı dile getirilmiştir. Bu riske ve maliyete dair etki analizinin hazırlanmadığını, resmî olarak Komisyona sunulan belgelerde hiçbir detaylı değerlendirmenin bulunmadığını da maalesef belirtmek zorundayız. Çiftçimiz, işçimiz, bürokrasimiz, sanayimiz, ticaretimiz, çevremiz, toprağımız, suyumuz, havamız, insanımız ve doğamızda yaşayan her bir canlımız nasıl etkilenecektir, bu düşünülmemiş durumda. Böylesine hayati bir konuda kapsamlı ve detaylı bir analiz neden yapılmamıştır ve neden Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ve muhataplarıyla paylaşılmamıştır; maalesef bunu da anlamak mümkün değildir.

Hazırlanan bu teklif, ne özel sektörün dönüşüm kapasitesini ne kamu kurumlarının hazırlık düzeyini ne de vatandaşın omuzlamak zorunda kalacağı yükü açıkça ortaya koymaktadır. Biz, bu Meclis çatısı altında ülkemizin geleceğini şekillendiren kararlar alırken etki analizlerinin laf olsun diye değil gerçek bir karar alma aracı olarak kullanılması gerektiğini savunmaktayız. Hazırlıksız, belirsiz ve soyut maliyet tahminleriyle bir iklim yasası maalesef yapılamaz.

Değerli milletvekilleri, bu teklifin adı "Emisyon Ticaret Sistemi kanun teklifi" yapılmalıydı aslında. İklim krizinin her geçen gün daha da derinleştiği; doğal afetlerin, kuraklıkların, sellerin ve sıcak hava dalgalarının artık olağan hâle geldiği bu dönemde gerçek ve etkin çözümler üreten bir iklim kanunu teklifi hazırlanmalıydı. Şunu vurgulamak isterim ki bu teklifin adı "Emisyon Ticaret Sistemi" olsaydı bugünkü konuşmamızın çerçevesi çok farklı olacaktı. Adına "İklim Kanunu Teklifi" diyorsunuz, konuşacağımız şey aslında karbon piyasası değil neye sebep olacağınız olmalı. Bu yasa teklifinin adını "iklim kanunu" koymuş olabilirsiniz ama içeriği iklim mücadelesinden çok karbon ticaretine ve şirketlere verilen tavizlere odaklanmaktadır.

Avrupa Birliği ülkeleri yirmi yıl önce emisyon ticaret sistemlerini başlatmışlar ve şeffaf bir şekilde yeşil projelere finansman sağlamak için bu sistemi kullanmışlardır. Fakat Türkiye'de siz ne yapıyorsunuz? Tarihsel sürece bir göz atalım, beraber değerlendirelim: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Paris İklim Anlaşması, Viyana Sözleşmesi ve Montreal Protokolü küresel iklim mücadelesinin temel taşları. Türkiye, bu süreçlerin tümüne taraf olmasına rağmen bugün hâlâ gerçekçi ve bağlayıcı bir iklim yasasına sahip değildir. Dünyanın onlarca yıl önce üzerinde uzlaştığı prensipler, karbon emisyonlarının azaltılması, yenilenebilir enerjiye geçiş, ekosistemlerin korunması ve kirletenin bedel ödemesi ilkeleri Türkiye'de sürekli ertelenmiş, kâğıt üstünde bırakılmıştır. Kirletenin bedel ödemesi sistemi de aslında mutlaka gözden geçirilmesi gereken bir durumdur. Bu şunu hatırlatıyor: Hani "Parayı veren düdüğü çalar, parayı veren kirletir." Bunun bu şekilde değil muhakkak emisyonun azaltılması yöntemiyle yapılması gerektiğini özellikle ifade etmek istiyorum.

Dünya 1997'de Kyoto'yla ilk büyük adımını atmış, 2015'te Paris Anlaşması'yla karbon emisyonlarının sınırlanması konusunda bir mutabakata varmışken Türkiye'nin ne yaptığına, AK PARTİ hükûmetlerinin ne yaptığına bir bakalım: 2003 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ni onayladınız. Bu sürede neyi hayata geçirebildiniz mesela? Sene 2025, yirmi iki yıl geçti. 2006 yılında 2007-2023 yıllarını kapsayacak şekilde oluşturulmuş olan Avrupa Birliği Entegre Çevre Uyum Stratejisi'nde iklim krizine yönelik net hedefler konulmuştu. 2007'den 2023'e kadar geçen on altı yılda acaba ne yaptınız? Ya da bu yasayla, adına "iklim yasası" dediğiniz bu Emisyon Ticaret Sisteminde hangi hedefleri koyuyorsunuz? Örneğin, emisyon artırıcı hangi yakıttan, yakıt türünden, enerji kaynağından kısıtlamaya gidilebileceğini planlıyorsunuz? Bunların tamamı maalesef muallakta kalan konulardır. İçinde yalnızca bir karbon piyasasından bahseden, yalnızca özel sektörü, sermaye sahiplerini ilgilendiren, adına da "iklim kanunu" dediğiniz bir teklifi önümüze getirmiş bulunmaktasınız.

Velhasıl, 2003'ten bugüne yirmi iki yıl geçti ama öğrenilmiş hiçbir şey, yapılmış hiçbir şey maalesef yok. Yirmi iki yılın sonunda geldiğiniz yer ise 2027 yılında yürürlüğü planlanan bir karbon ticaret sistemi; çevre yok, doğa yok, tabiat yok, hayvan yok, tarım yok, şehirlerimizin tahribatına ve coğrafyamızı mahveden talan politikalarına son verecek bir anlayış yok; her zaman olduğu gibi sermaye grupları var, her zaman olduğu gibi bugün maden ruhsatı verdiğiniz yandaş, devasa şirketler var.

Sermaye grupları neden var? Gelin, madde 10'da değinilen Danışma Kurulunun yapısına bakalım. Evet, bu karbon piyasasıyla ilgili bir Danışma Kurulu oluşturuluyor. Bu Danışma Kurulunun mevcut yapısı incelendiğinde ekonomi ve finans odaklı kuruluşların yani sermaye ağırlıklı bir temsil yapısının olduğu görülmektedir. İklim değişikliği ve çevre politikalarının etkin bir şekilde uygulanabilmesi için teknik uzmanlık ve bilimsel bilgiye dayalı karar alma süreçlerine ihtiyaç vardır. 10'uncu maddede bir önergemiz var. Önergemizle bilimsel temele dayalı, bağımsız ve tarafsız iklim politikalarının oluşturulmasını sağlamak amacıyla, sivil toplum ve akademinin katkısıyla çalışacak bağımsız bir bilimsel danışma kurulu oluşturulmasını önermekteyiz. Özellikle, üniversitelerden konu üzerine uzmanlığı olan akademisyenlerin, Çevre Mühendisleri Odasının, Meteoroloji Mühendisleri Odasının, Orman Mühendisleri Odasının ve Ziraat Mühendisleri Odasının -asgari olmak kaydıyla- karar alıcı düzeyde temsilcilerinin bu Danışma Kurulu içerisinde muhakkak olmaları gerektiğini düşünüyoruz. Danışma Kurulu yapısının revize edilmesi, Türkiye'nin iklim politikalarının etkinliğinin ve bilimsel temele oturtulmasının önemi burada ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Türkiye'de çevre ve iklim konusunda kamu yararı söz konusu olan derneklerin, üye sayısı fazla olan, bu konuda söz söyleme hakkına sahip olan dernek temsilcilerinin de bu şekilde bu Danışma Kurulu içerisinde olmasının faydalı olacağını düşünüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin şüphesiz en can alıcı noktası olan yutak alanlarına değinmek istiyorum. Yutak alanlar, atmosferdeki karbonu tutarak iklim krizinin etkilerini azaltan en önemli doğal mekanizmalardır. Ormanlar, sulak alanlar, deniz ekosistemleri, çayırlar ve tarım toprakları karbondioksiti absorbe ederek emisyonları dengeleyen kritik sistemlerdir. Ancak Türkiye'de bu alanlar Hükûmetin kontrolsüz projeleri yüzünden hızla yok edilmektedir. Bize "2053 net sıfır emisyon hedefimiz var." diyen Hükûmet, aynı zamanda yeni maden ocakları açarak, ormanlarımızı yok ederek bu hedefi nasıl gerçekleştirecektir? Bunu söylerken yer altındaki zenginliklerin yer üstüne çıkarılarak milletimizin zenginliğine, refahına katkı sağlamasına karşı olduğumuz zannedilmesin. Muhakkak bu toprakların altındaki zenginliklerin insanımıza, milletimizin zenginleşmesine katkı sağlamasından yanayız ama yaşanan facialarda gördüğümüz gibi insanlık dışı metotlara, o maden şirketi sahiplerinin kendi ülkelerinde uygulamadıkları metotları üçüncü dünya ülkesiyiz gibi, müstemlekeyiz gibi bizim topraklarımızda uygulamalarına karşı olduğumuzu söylüyor, bilimsel temelli madenciliğin, çevreci madenciliğin muhakkak bu topraklarda uygulanması gerektiğine inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bizler iklim değişikliğiyle mücadele etmek istiyorsak önce bu ülkenin en temel karbon yutak alanlarını korumak zorunda olduğumuzun mutlaka farkında olmalıyız. Komisyon bilgilendirme toplantısında 2053 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmak için yıllık 10 milyar dolar maliyet gerektiği açıklanmıştı. Karbon emisyonlarını dengelemenin en önemli yolu mevcut ormanları ve sulak alanları korumaktır fakat şöyle de bir konu var: Özellikle, biz, parti grubu olarak bunu, Türkiye'de bu konuda söz söyleme yetkinliğine sahip çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla yapmış olduğumuz toplantılarda... Onların özellikle bize aktardığı ve ifade ettikleri, "yeşil badana" diye teknik olarak tabir ettikleri yani "Ben şurada şu kadar salım yapacağım ama şu kadar da ağaç dikeceğim." gibi göz boyayan konuları da sanki bir çözümmüş gibi bize sunan... Yani bir bölgede ormanları, 50, 60, 70 yaşındaki ağaçları bir şekliyle kesip ardından fidan ekerek "Bakın, şu kadar ağaç diktik." diye sanki o kesilmiş ağaçların vermiş olduğu katkıyı vereceklermiş gibi anlık olarak bize anlatılmasını da doğru bulmadığımızı özellikle ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu yasa teklifi aynı zamanda iklim adaleti perspektifinden de büyük eksiklikler içermektedir. İklim krizi yalnızca sanayicileri ilgilendiren bir mesele değildir. Bu kriz çiftçileri, işçileri, kadınları, gençleri ve dezavantajlı gurupları da doğrudan etkilemektedir. Türkiye'nin köylerinde, tarım alanlarında insanlarımız kuraklıkla mücadele ederken, şehirlerde hava kirliliği sağlığımızı tehdit ederken bu yasada halkın doğrudan yararına olan somut bir çözüm önerisi neden yoktur?

Yine, teklifin en can alıcı noktalarından biri, ücretsiz tahsisat verilebilmesine ilişkin düzenlemedir yani bu Emisyon Ticaret Sistemi'yle yapılacak olan ücretsiz tahsisatlar konusudur. Bu ETS sistemi kapsamında belirlenen ücretsiz tahsisatlar, teorik olarak sanayi kuruluşlarının düşük karbonlu üretime geçiş sürecinde maliyetlerini dengelemek amacıyla sunulmaktadır ancak bu tahsisatların nasıl verileceği konusunda yeterli şeffaflık sağlanmazsa büyük ölçekli sanayi kuruluşlarına haksız avantajlar sağlayan bir rant mekanizmasına dönüşebilir. Bununla ilgili Çevre Komisyonunda, biz, bu maddedeki bu tahsisatların bir kritere bağlanmasını, en azından geçmişe dönük yapılmış olan tesislerle ilgili ölçümlerin bir kriter olarak alınabileceğini, belli kriterler konusunda ortaya bir hassasiyet konulabileceğini ifade ettik fakat dediğim gibi, Komisyondan neredeyse noktası virgülüne kadar -muhtemelen talimat o şekilde- geldiği gibi çıktığı için ümit ederim burada, Meclis görüşmeleri esnasında bu konuda bir hassasiyet gösterilir. Dediğim gibi bu, partilerüstü, siyasetüstü değerlendirilmesi gereken bir konu. Bu, sadece bürokratların ya da siyasi mekanizmanın, iktidarın "ben yaptım oldu" diyerek çözmemesi icap eden bir konudur, siyaset dışında mutlaka değerlendirilmelidir.

Muhterem milletvekilleri, İklim Kanunu Teklifi kamuoyunda maalesef yeterince tartışılmamıştır, ilgili sivil toplum kuruluşları nezdinde yeterince tartışılmamıştır. Yeterince katılım sağlanmadan hazırlanmış olan teklifin ciddi toplumsal, ekonomik ve stratejik riskler taşıdığına inanmaktayız. Her ne kadar bize ilgili bürokratlar... Bu konuyla ilgili Türkiye'de etkin ve yetkin sivil toplum kuruluşlarıyla toplantılar yapıldığı falan söylendi ama onlar oraya da geldiler, onlarla biz de görüştük. Yeterince bu konuda bir hazırlık yapılmadığını biliyoruz.

Kamuoyunda konu çok tartışılmıyor, aslında çok önemli bir konu. Bu konuyla alakalı Türk tarımı ne derece etkilenecek, Türk hayvancılığı ne derece etkilenecek? Özellikle başta büyükbaş hayvancılık olmak üzere acaba dünyadaki suni et üreticilerinin bu konuda bir parmağı var mıdır, yok mudur? Bunların açıklıkla Türkiye Büyük Millet Meclisinde mutlaka konuşulması gerektiğini düşünüyoruz. Etki analizinin yeterince yapılmadığı kanaatindeyiz. Ülke sanayisini, tarımını ne düzeyde etkileyeceğini, enerji arz güvenliğimizi ve millî çıkarlarımızı esas alan bir iklim politikasının oluşturulmadığını maalesef görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, fosil yakıtlar, başta kömür olmak üzere...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Toktaş, lütfen tamamlayın.

HASAN TOKTAŞ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Elbette şunu ifade etmek gerekiyor: Türkiye'de fosil yakıtlar... Bizim yaklaşık 122 bin megavatlık kurulu gücümüzün 11 bin megavatlık enerji üretimimiz kömür santrallerinden sağlanıyor ve bu da diğer santraller gibi, RES ve GES gibi değil sürekli, yirmi dört saat verimli çalıştığı için de kömür santrallerinden hemen çıkmamız söz konusu değil, bunun farkındayız ama bu özelleştirilmiş olan kömür santralleri, sadece yüzde 25'i bir yandaşa verilmiş olan kömür santralleri de modern teknolojilerle kurulmamış baca sistemleri ve yapılmamış çevre yatırımları yüzünden ciddi tehlike arz etmektedir. Fosil yakıttan yavaş yavaş çıkılmalı ama buna paralel olarak da rüzgâr ve güneş enerji sistemlerinde yerel üretimin artırılması gerektiğini düşünüyor, heyeti saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)