Konu: | İklim Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 74 |
Tarih: | 09.04.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA AYTEN KORDU (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Burada bir İklim Kanunu tartışması yürütüyoruz ama bugün tüm dünyada yaşanan iklim faciası kapitalizmin doymak bilmeyen politikalarıyla yaşanmaz hâle getirilmektedir. Dünyanın zenginlerine hizmet eden bu kapitalist modernite ve endüstriyalizme hizmet eden bu yaklaşımlar tüm yaşam varlıklarının talan edilmesine, telafisi asla olmayan sonuçları beraberinde getirmesine yol açmaktadır.
Sayın vekiller, iklim kendi mecrasında, kendi kendine kriz yaşamamaktadır; kriz yaratılmakta ve yaşatılmaktadır. Yıllardır dev projelerle, Kanal İstanbul gibi, Kuzey Ormanları'nın yok edilmesi planlaması gibi; yine, Kaz Dağları'nda, Akbelen'de kadınların öncülük ettiği, doğasını günlerce savunmasına rağmen talan politikasının devam etmesi gibi; işte, Artvin Hopa'da toprağını, suyunu, yaşamını korumak isteyen Reşit Kibar'ın katledilmesi gibi -yakında kendisinin yine davası var- yine, çok yakın zamanda Diyarbakır'da Çınar'ın Çömçeli köyünde OYAK Çimentonun maden projesine karşı çıkan köylüye jandarmanın ve polisin ateş açması gibi... İşte, vekili olduğum Dersim, doğa talanı hâlâ oralarda devam etmekte. Munzur havzasında İliç maden felaketi hâlâ izlerini topraklarda sürdürüyor. İşte "özel güvenlik" adı altında yıllardır Kürt coğrafyasında gerçekleştirilen baraj politikaları, HES politikaları; üstelik, tarih, kültür sular altında bırakıldı, demografik yapıyla oynandı. Yine, orman yangınları; bölgede yıllardır çok ciddi bir şekilde "güvenlik" adı altında orman yangınları yaşandı. Sivil halkın bile, sivil örgütlerin bile söndürmesine izin verilmeyen ormanlarda yıllardır "özel güvenlik" adıyla bombalamalar yaşandı. O bombaların kimyasal tortuları hâlâ suyunda ve toprağındadır. İşte, bütün bunlar tarafından tarım yok edildi, hayvancılık yok edildi, bölgede göç politikası giderek derinleştirildi. Bu örnekler saymakla bitmez. Diyeceğimiz o ki bu politikalar iklimde asıl sorunlara sebep olan politikalardır.
Sayın Gül, Sayın Demir dün burada bir konuşma yaptı; çözümden, barıştan bahsetti; kimliklerin, inançların bir arada yaşaması için çözüm adımlarından bahsetti. Evet, biz de ondan bahsediyoruz, biz de söylüyoruz fakat şunu söyleyelim ki toplumsal barış perspektifi insan ile doğa arasındaki ilişkiyi yeniden inşa etmeyi gerektirmektedir. Barış, derelerin özgür akması, ormanların kesilmemesi, köylünün toprağında kalabilmesidir. Doğanın diliyle konuşmayan bir barış olamaz, halklarına adalet getiremez. Biz iklim adaletini toplumsal barışın asli bir bileşeni olarak görüyoruz ve biliyoruz ki ekolojik yıkıma karşı verilecek her mücadele aynı zamanda halkların onurlu bir yaşam ve özgür bir geleceğinin bir parçasıdır. Şimdi, ilk defa çıkan bir İklim Kanunu yine dikte edilerek ticarete hizmeti, sermayeyi önceleyen bir yaklaşım içerisinde sağlanmaktadır. Söylediğiniz ile yaptıklarınız aynı değildir. Böyle adalet, böyle demokrasi kültürü sağlanabilir mi, soruyoruz burada.
Bakın, adına "İklim Kanunu" denilen ama iklimle alakası olmayan, tamamen ticari bir kanun olan bu teklif iklimde ortaya çıkan sorunların hangi zihniyetle var olduğunun, hangi zihniyetle devam ettiğinin de açık ve somut hâlidir. Kanun teklifinin kendisinin bu zihniyetle düzenlenmiş olması, "yeşil büyüme" gibi kavramlarla tüm doğa varlıklarını ticarileştirme ve tükenen bütçeye yeni sömürü alanlarını açmaktan başka bir şey değildir. Bu teklifin çevreyle, doğayla, insanla, kısacası, yaşamın kendisiyle hiçbir bağı yoktur. Hele hele imzacısı olduğu Paris İklim Anlaşması'yla zerre kadar bağı yoktur. Anlaşma sadece bu kanun teklifinde araçsallaştırılmış bir hâle getirilmiştir. Bu yasa teklifinde bilimsel veriler yok sayılmış, akademik ve toplumsal paydaşların uyarıları dikkate alınmamıştır. Halk sağlığı, ekolojik dengeler, biyolojik çeşitlilik ve gelecek kuşakların yaşam hakkı gibi temel meseleler bu yasa teklifinde yer almamaktadır. Söz konusu yasa, kömür, altın ve bakır gibi yüksek tahribat yaratan maden faaliyetlerini daha da meşrulaştırma amacı taşımaktadır. Oysa hepimiz biliyoruz ki doğanın talanı yalnızca çevresel bir sorun değildir, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasal sonuçları olan bir yıkımdır. Keyfîyetle uygulanan kamulaştırmalarla, insanların tapulu arazilerine çökülmesiyle, yaşam alanlarının yok edilmesiyle halkın geçim kaynaklarının elinden alındığı bir ortamda iklim yalnızca atmosferdeki sıcaklık artışıyla sınırlı kalmaz, toplumsal dokuyu, sınıfsal yapıyı ve hatta demokrasi kültürünü doğrudan etkileyen çok katmanlı bir adaletsizlik biçimine dönüşmektedir. Kuraklıkla boğuşan çiftçinin toprağını terk etmek zorunda kalması ile yaylaları betonlaştırılan köylünün hayvancılığı bırakması arasında doğrudan bir bağ vardır. Ne yazık ki bu süreçte doğayla birlikte halkın sesi de bastırılmakta, yaşam hakkı yerine rant hakkı kutsanmaktadır. Dolayısıyla çevre mücadelesi yalnızca bir ekolojik farkındalık değil aynı zamanda yaşamı savunmanın, eşitlik talep etmenin, demokrasiye sahip çıkmanın en sahici yollarından biridir.
Bakınız, çevre katliamları sadece doğayı değil köylüyü de yerinden etmektedir. Tarım alanları yok edilmekte, sular kurutulmakta, geçim kaynakları elden gitmektedir. Köylü göçe zorlanmakta, emekçi halk sistematik olarak açlığa ve yoksulluğa itilmektedir. İşçilere ise geçimlerini sürdürebilecek başka alan tanınmamaktadır. Bu bir zihniyet meselesidir. Peki, bu zihniyetle geçim adaleti sağlanabilir mi? Adaletin olmadığı yerde, hukuk sisteminin işlemediği bir düzende, ifade özgürlüğünün bastırıldığı bir ülkede ekolojik bir düzen kurulabilir mi? Toplumsal barış yalnızca etnik ve kültürel farklılıkların bir arada yaşamasıyla değil insanın doğayla ve diğer canlılarla olan ilişkisinde barışı tesis etmesiyle mümkündür. Bu kanun teklifi ise barışa değil, sömürüye ve adaletsizliğe hizmet etmektedir. Ekoloji, insan dâhil bütün canlıların birlikte yaşadığı kültürel bir yaşam sistemidir. Bu sistemin temelinde adalet, eşitlik, özgürlük, barış vardır. İşte, bu nedenle, bu yasa teklifine itiraz ediyoruz çünkü bu teklif, iklimin değil, sermayenin kanun teklifidir. Bu teklif kabul edilmemelidir. Bu kanun teklifini buradan geçirmek, ileride yaşanacak suçların direkt muhataplığıdır. Bu yasa geri çekilmeli, ilgili tüm kurumlar ve STK'ler, odalar, çevre örgütleriyle gerçek bir iklim kanunu hazırlanmalı ve yasalara uygun bir işleyişle hareket edilmelidir. "İnsanım" diyen hiçbir vekil bu yasa teklifine onay vermemelidir. Öncelikle, kanunun amacı ve vizyonu dikkate alındığında iklim alanındaki Komisyona yapılan önerilerin hiçbiri dikkate alınmamıştır. Sermayenin çıkarları için "yeşil büyüme" gibi mevzuatımızda tanımı olmayan muğlak ifadelerle kavramlarına takla attırmak yerine, iklim adaletini ve ekolojik dengeyi esas alan açık ve bağlayıcı hedefler bulunmamıştır. İklim değişikliğiyle mücadele şirketlerin kâr hırsına teslim edilecek bir oyun değil Anayasa'yla korunan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının teminatıdır. Paris Anlaşması'nın sıcaklık artışında 1,5 santigrat derece hedefi ortadayken emisyon azaltımı açıkça amaç olarak yazılmadan bu kanun nasıl ciddiye alınacaktır? Halkın ve sivil toplumun, odaların, çevre örgütlerinin hiçbir katılımı mevcut değildir. Bakın, 100'ün üzerinde çevre örgütü çağrı yaptı, dikkate almadınız. "Doğayı, yaşamı koruyan gerçek bir iklim kanunu istiyoruz. Bu yasayı kabul etmiyoruz, reddediyoruz." denildi, "Ekokırım yasası çıksın." dediler; yine dikkate alınmadı.
Sayın vekiller, bu yasaya onay veren her vekil geleceğe karşı sorumludur ve onay verenler geleceğe karşı herkese hesap veremeyecekleri felakete imza atmamalıdır, bu yasa teklifi derhâl geri çekilmelidir. Biz halklarla geleceğimizi, havamızı, suyumuzu, toplumsal barış çağrılarıyla tüm yaşam alanlarımızı korumak için mücadeleye devam edeceğiz, doğayla barışık bir yaşamı inşa etmeye hep birlikte devam edeceğiz.
Sayın vekiller, burada Komisyon üyeleri varken Çevre Bakanlığına da buradan şunu seslenmek istiyorum: Uzun zamandır depreme ilişkin, çevre sorunlarına ilişkin verdiğimiz hiçbir soru önergesine cevap alamıyoruz. Bu kadar ciddiyetsizlik olamaz. İşte bu ciddiyetsizlik bu Mecliste var olduğu sürece, işte İklim Kanunu diye çıkarılan kanunun kendisi ticari bir kanun olmaktan öteye gidemez. Onun için sorunlara karşı hem Parlamentoyu hem bakanlıkları ciddiyete davet ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)