| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 09.12.2011 |
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı bağlamında Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Millî Güvenlik Kurulu hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, Sayın Başbakanımızın hastalığı dolayısıyla kendisine acil şifalar diliyorum.
İstihbarat devletin duyu organlarına, Millî Güvenlik Kurulu ise stratejik beynine benzetilebilir. Beynin sağlıklı karar verebilmesi için doğru bilgilere ve doğru istihbaratlara ihtiyacı vardır. Doğru bilgi, doğru istihbarat ürünü olur. İstihbaratın yanlış ve eksik olduğu bir yerde hiçbir karar isabetli ve tutarlı olamaz. İstihbarat örgütlerinin görevi, aysbergin görünmeyen yüzlerini karar alıcılar için görünür hâle getirmektir.
Millî İstihbarat, milletin varlığına musallat olan emelleri ve tehditleri deşifre eder, tespit eder ve ortaya çıkarır; istihbarat sayesinde, kurgulanan oyunu görünür kılar. Kurgulanan oyunu gördüğünü hissettirmek, düşman emellerini caydırmanın en etkili yoludur. İstihbaratta esas olan, düşmanı değil, savaşı yenmektir. Gerçek zaferler savaşmadan kazanılırlar. İstihbaratı olmayan bir yönetim, el yordamıyla iş görmeye çalışan bir âmâya benzer, başarısı da rastlantılara bağlıdır. Siyasi karar alıcılar, uluslarının karşı karşıya oldukları fırsatları ve tehditleri öngörmek durumundadır. İstihbarat bu bakımdan millî güvenlik politikasının temel unsurudur. İstihbarat toplayarak muhtemelen rakiplerin ve dostların amaçlarını, planlarını, niyetlerini ve kapasitelerini öğrenmek ne kadar önemliyse, rakiplerin ve dostların bizim amaçlarımızı, planlarımızı ve kapasitelerimizi öğrenmelerini engellemek de o kadar önemlidir. Karşı istihbarat bir ulusun ulusal güvenliğinin sağlanabilmesi için vazgeçilmez bir faktördür. İstihbarat hayati bir olgudur, ciddiyetsizlik kaldırmaz. Bunun şartı nedir? Bunun şartı da şudur: Yattığı toprak, tuttuğu bayrak, döndüğü kıble belli olan bir istihbaratın biraz önce söylediğim manada millîlik vasfını içerebileceği ancak ifade edilebilir. Türkiye'de bu böyle midir? Bunun üzerine özellikle girmeden hemen bir hususu hatırlatmak istiyorum. 1971 yılında CIA direktörlerinden Richard Helms "Biz bir ülkeye mal satmadan önce değer satarız. Biz kendi değerlerimizi pazarlamak suretiyle halkımızın güvenliğini garanti altına alırız." diyordu. Demek ki istihbarat yalnızca sözü edilen birtakım haberlerin ulaşılması ve onların değerlendirilmesi, analizinden ibaret değil, aynı zamanda yine biraz önce ifade ettiğim gibi bazı değerlerin de pazarlanmasıyla yakından ilişkilidir.
Peki, bizim istihbarat böyle midir, şimdi oraya geliyorum. Türkiye'de demokrasi telekulak, ortam dinleme, takip edilme, kayıt altına alınma, şantaj gibi kavramların tehdidi altındadır. Özellikle siyasi partilerin liderlerine, siyasi partilerin mensuplarına yönelik komplolar düzenlemektedir. Siyasette siyasi ve ahlaki olmayan yöntemlerle siyaset dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle muhalefet partilerinin, komploların hedefi olması düşündürücüdür. Siyasi partilerin genel merkezlerini izleyen araçlar, dinleyen merkezler söz konusudur. Çok açıktır ki yaşananlar partilerle ilgili olmaktan daha çok demokrasiyle ilgilidir. Siyasi partilere yapılan tehdit ve şantajlar, gerçekte demokrasiyi ve demokratik rejimi tehdit etmektedir. Sorun, muhalefet partilerinin komplo için izlenmesi, gözlenmesiyle de sınırlı değildir. Yasa dışı dinlenen yüksek yargı mensuplarının, üst bürokratların, gazetecilerin, diplomatların ve siyasetçilerin haddi hesabı yoktur. Komplo, muhalif siyasi partilere değil, gerçekte devlete ve demokrasiye karşı yapılmaktadır.
Türkiye'de istihbaratın içinde bulunduğu durumu göstermesi bakımından, yalnızca Çeçen suikastları yeterli kanıttır. Dört yıldır İstanbul'un göbeğinde, Ruslara karşı savaşmış Çeçen komutanlar birer birer avlanmaktadır âdeta ve bu suikastlar sonucu 8 Çeçen komutan öldürülmüş ve bunları öldüren istihbarat unsurları ise ellerini kollarını sallayarak ülkeyi terk etmişlerdir.
Daha da bundan vahimi, Genelkurmay eski başkanlarından Işık Koşaner'in ses kaydının İnternet'e düşmesiyle ortaya çıkmıştır. Servislerin, Genelkurmay Başkanının gizli konuşmalarını dinlediği bir ülkede, devletin ve demokrasinin ne kadar güvenli olduğunu takdirlerinize bırakıyorum. Genelkurmay eski Başkanı Koşaner'in gizli bir platformda yaptığı konuşmaların kaydedilip servis edilmesini hiç kimse izah edemez, zaten edemedi de. Dahası, Başbakan bile bizzat kendisinin dinlendiğinden söz etti. Sayın Başbakan icranın başında değilmiş gibi durumdan yalnızca yakınıyor. Türkiye'de zaten kendisini muhalefet sanan bir iktidar var, sorun da buradan kaynaklanıyor.
Olgu bununla da bitmiyor. Bizzat MİT'in kendisinin, PKK'lı terörist unsurlarla Oslo'da yaptığı görüşmelere ait olduğu iddia edilen ve yalanlanmayan kayıtlar, kritik bir zaman diliminde medyaya sızdırıldı. Bazıları bunun Alman istihbaratının, bazıları da İsrail istihbaratının ürünü olduğunu söylediler. Burada, çeşitli davaların soruşturma sürecinde, MİT'in en gizli belgeleri bile bazı basın kuruluşlarında pehlivan tefrikası gibi günlerce yayınlanmıştır. Bu gizli belgeler nasıl dışarıya çıkarıldı ve kim sızdırdı?
Yukarıda saydığımız bütün istihbarat vakalarının faili meçhuldür. Bu durum MİT'in varlık nedenini sorgulatacak kadar önemlidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu noktada cevaplandırılması gereken soru şudur: Bütün bu sızma ve sızdırma işleri olup biterken MİT ne iş yapar, iktidar ne iş yapar ve Anayasa, özgürlükler ne anlam ifade eder?
İsterseniz bu süreç içinde MİT'in ne iş yaptığına da kısaca değinelim. MİT ve MİT'e ait olduğu ifade edilen istihbarat elemanları Oslo'da yaptığı görüşmelerde oradaki PKK'lı unsurlara şunları söylüyor: "Devlet size çok büyük bir fırsat yarattı. Sizin karşılıklı olarak birbirinizle iletişim sağlamanızı, dolaylı dahi olsa fikirlerinizi birbirinize yansıtmanızı, yazışmanızı, çizişmenizi, onlar üzerinden karşılıklı görüş teatisinde bulunmanızı sağlıyor."
Şimdi bu sözler cevaplanması gereken bazı soruları akla getiriyor: Kim, neden içerideki eli kanlı terör örgütünün liderine dışarıdaki teröristlerle iletişim kurmak için fırsat veriyor, karşılıklı görüş teatisinde bulunmasını sağlıyor? Bunun sonucu olarak İmralı'dan verilen talimatlarla 132 güvenlik görevlisi şehit ediliyor. Şimdi bunun katili kimdir?
Daha da vahim olan da şudur: Bölücü örgüt temsilcilerine "Geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından daha fazla örgütleniyorlar. Bir noktaya kadar tolere edebiliyoruz. İsim vererek şikayet edebileceğiniz `Şu adam düşmandır.' diyebileceğiniz vali ve emniyet müdürü var mıdır?" diye soruyor MİT Temsilcisi.
Bugünün MİT Müsteşarı olan zatın ağzından terör örgütünün mensupları için geliştirildiğini iddia ettiği özgürlük alanı hangi konularda açılmıştır? Terör örgütü mensupları için açıldığı iddia edilen bu özgürlük alanı hangi noktaya kadar tolere edilmiştir? Yine malum istihbarat görevlisinin terör örgütü mensuplarına karşı "Şu adam düşmandır ya da şikâyet edeceğiniz vali ve emniyet müdürü var mıdır?" sorusu karşı bir soruyu da gündeme getiriyor, o da bölgeye atanan bürokratların hangilerinin PKK dostu olduğu sorusudur, bunların özellikle mi atandığıdır.
Yine MİT mensubu olan hanımefendi "Gerek devletin hazırlanmasında gerekse toplumun hazırlanmasında, örgütün hazırlanmasında şu masada yürüttüğümüz çalışmaların çok büyük katkısı olmuştur." diyor. Bu sözler MİT görevlilerinin PKK ile birlikte devlete ve topluma karşı psikolojik harekât yürüttüklerinin tipik bir kanıtıdır.
Yapılan son KCK operasyonlarında ele geçen belgeler, Öcalan'ın İmralı'dan verdiği yüz otuz eylem talimatı sonucunda 132 güvenlik görevlisinin şehit olduğu basından izlendi ve bir türlü engellenemedi bu içeriden dışarıya bilgi aktarımı, talimat verme, tehdit gönderme, blöf yapma harekâtı ama anlıyoruz ki bu planlı, projeli bir olgu sonucunda gerçekleşmiş. Nitekim, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, birkaç gün önce KCK operasyonları sonucunda tutuklananlarla ilgili olarak "Terörün kafasıyla gövdesi arası kopartılıyor. İmralı'yla Kandil ilişkisi ortadan kaldırılıyor." diyor, "Talimatlar artık gitmiyor." diyor. "PKK'nın başıyla gövdesini ayırmak için on sene beklemek mi gerekiyordu?" diye bu soruyu sormak lazım. "132 vatandaşın ölümünü mü beklediniz PKK'nın başıyla gövdesini ayırmak için?" sorusunu da burada, yüce Meclisin huzurunda, yüce milletin huzurunda, bu yetkililere, Sayın Başbakana, Sayın Başbakan Yardımcısına soruyorum.
MİT, kontrol altında tutulan Öcalan'ın verdiği talimatları ve bu talimatların sonucu olarak gerçekleştirilen eylemleri görmezlikten mi gelmiştir? Bu temel bir sorudur ve bu sorunun cevabını millet beklemektedir. Son gelişmeler MİT'in millîlikten uzaklaşıp siyasallaştığı, AKP'nin ideolojik çıkar aygıtına dönüştüğünü göstermektedir. Bu bağlamda MİT Personel Daire Başkanlığında iki birime, dışarıdan 2 kaymakam atanıyor. MİT kendi içinde bu makamlara atanacak şahıs bulamadı mı? Bu atanan şahısların özelliği nedir? Türk Silahlı Kuvvetlerinin sancak garnizonu yani elektronik istihbaratının MİT'e bağlanması söz konusu. Bunun hangi ihtiyaçtan doğduğu malum değildir. MİT'in giderek askerî personelden soyutlandığı da gelen haberler arasındadır. İktidar, işini yapanları değil, kendisine kayıtsız şartsız biat edenleri kuruma doldurmaktadır.
Bir süre önce, Millî Güvenlik Kurulunun devlet boyutunun psikolojik savaştan sorumlu Toplumla İlişkiler Başkanlığı kapatıldı. AKP, bundan sonra Başbakanlığa bağlı bir psikolojik savaş merkezi kurdu, başına AKP'li yarı bürokrat bir kişi getirildi. Bütün bunlar istihbaratın millîliğinin yerini AKP'liliğin aldığını göstermektedir. MİT AKP'lileşmiştir, AKP neredeyse MİT'leşmiştir.
Bilgi toplama amacıyla yapılan teknik istihbaratın yurttaşların temel özgürlüklerini yok etmesine izin verilmemesi gerekir. İstihbarat servisleri kendi halklarına, yurttaşlarına karşı örtülü operasyon düzenleyerek anayasal haklarını çiğnememelidir. Demokrasilerde vazgeçilmez olan istihbaratın üstün bir anayasal bilinç ile gerçekleştirilmesi çok büyük önem arz etmektedir. Dünyanın her yerinde, bütün istihbarat teşkilatları, ülkesindeki demokrasinin, ülkesindeki insan haklarının ve hukukun tam teşekkül edebilmesi için gayret sarf ederler. Bizde çok başka bir boyuta geldi.
Bu vesileyle 2012 yılı bütçesinin ülkemize, vatanımıza ve milletimize hayırlar getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yeniçeri.