| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 09.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2012 yılı bütçesi, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bütçeleri üzerinde Barış ve Demokrasi Partisinin düşüncelerini sizlerle paylaşmak üzere buradayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Peşinen söyleyeyim, Mili Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin lağvedilmesi gerekir. Bu konuda tek söz söylemeyiz, partimizin düşüncesi bu kadar net. İki gündür burada bütçe görüşmeleri yapılıyor ama iç barışımızla ilgili bütün siyasi partilerden bir program, bir proje bekliyorduk ama ne yazık ki böyle küçük hesaplar uğruna bir tartışmaya tanıklık ettik. Oysaki zamanımızı, bütçemizi bunlara heba etmemeliyiz.
Parlamento yeni bir seçimden çıktı, bu Parlamentoda seçilip de hâlâ görev başına gelemeyen meslektaşlarımız var. Bu, Parlamentonun bir ayıbıdır. Eğer egemenlik kayıtsız şartsız milletinse milletin iradesiyle seçilenlerin cezaevinde değil burada olması gerekir. Ya bu söze uygun davranacak Parlamento veyahut da bu sözleri, burada sözde olan sözü Parlamento indirmelidir. Biz, Parlamentoyu göreve davet ediyoruz.
Parlamento, toplanır toplanmaz önemli bir şey yaptı. Ne yaptı? Yeni bir anayasa için bir çalışma grubu oluşturdu. Burada bütün siyasi partiler buluştu ve bütün kesimlerle diyalog ve müzakereye başladılar. Yeni bir anayasa, yeni bir toplumsal sözleşme, bunu önemsiyoruz. Meclis Başkanımızın bu konudaki çabalarını da önemsiyoruz ve bu Komisyon üyelerinin de kurmuş oldukları alt komisyonlarla toplumun diğer kesimleriyle diyalog oluşturmaları, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, üniversitelerle, inanç gruplarıyla, bireylerle oluşturdukları diyaloğu da çok önemsiyoruz ama bu çalışmalar sürerken bizim daha önce toplumla paylaştığımız "Bir yol temizliği." dediğimiz bir yol haritası vardı. Bu, bir, 12 Eylülün ürünü olan Anayasa'yı değiştiriyoruz ama 12 Eylülün ürünü olan, Kenan Evren'in size bahşettiği Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu'nu tartışmıyorsunuz, yüzde 10'luk barajı tartışmıyorsunuz.
Bakın, bir ülkede hem Anayasa'ya karşı olacaksınız "İhtilalciler yaptı." diyeceksiniz hem de ihtilalcilerin yaptığı Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu'ndan nemalanıp iktidar olacaksınız. Böyle bir çifte standart olmaz, böyle bir demokratlık yoktur. Ya toptan karşı olursunuz veyahut da birini değiştirip, bu bizim lehimizdedir, bunu da kullanalım anlayışı yoktur. Onun için, Parlamento derhâl bu Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu'nu değiştirmelidir yani Parlamentoyu diktatörlerden korumalıdır, halkın iradesine Parlamentoyu sunmalıdır. Hiçbir partinin genel başkanı tek başına veyahut da iki yandaşıyla Parlamentoyu oluşturmamalıdır, grubunu oluşturmamalıdır. Dünyada böyle örnekleri yoktur. Nerede var? Efendim, Orta Doğu'da var ama yeri ve zamanı gelince siz demokrasimizle övünürsünüz ama hâlen 12 Eylülün rejimiyle de yönetiliyoruz.
Sevgili arkadaşlar, bakın bir ülkede? Dünyada 30 binin üzerinde terörle, terör yasasından dolayı cezaevinde olan insan var, 13 bini bizim ülkemizde, üçte 1'i Türkiye'de ve 13 bin insan cezaevinde ve Türkiye 1'inci, dünyada yani üçte 1'i bizim ülkemizde. Onun için yol haritası dediğimiz bu değişim dönüşümü bir an önce yapmalıyız. Bunun için bir anayasal değişikliğe de gerek yok. Oturur? Zaten Cumhuriyet Halk Partisiyle Barış ve Demokrasi Partisinin bu konuda kanun teklifleri var. Bunları hayata geçirirsiniz. O zaman Anayasa değişikliğine toplum inanır, biz de inanırız.
Bunun dışında, burada Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığından da diliyorum arkadaşlar vardır. Oslo'da görüşmeler yaptınız, iyi ettiniz, Allah sizden razı olsun. Siyaset dünyasına bakmayın, kıskançtır, yapamadıkları şeyi başkaları yaptığında kıyametleri koparırlar. Ne yaptınız? Bu ülkede kanı ve şiddeti durdurmak için bu hükûmetler yıllardır bu halka zulmediyor, kan ve şiddet politikaları uyguluyor. Siz gittiniz, görüştünüz, ne oldu? Görüşmelerden sonra görüşmeler askıya alındı. Korkmayın, halk sizin arkanızdadır. Toplum artık bu ülkede kanın ve şiddetin durmasını istiyor. Siyaset dünyası buradan nemalanıyor. Eğer kan ve şiddet durursa birçok siyasi parti de Türkiye'de misyonunu bitirecek. Onun için bu çatışmaların bitmesini istemiyorlar. Siz yolunuza devam edin. Burada sizin iktidar hesabınız yok. Bu çalışmaları Oslo'da mı, Kandil'de mi, Süleymaniye'de mi, Avrupa'nın başka ülkelerinde nerede yaptıysanız tekrar o irade bu çalışmaları sürdürmelidir, Türkiye'nin ihtiyacı olan tek şey budur.
Sayın milletvekilleri, son günlerde Sayın Başbakanımızın kendisinin de seslendirdiği -kendisine buradan geçmiş olsun diliyorum, kendisine ve ailesine, acil şifalar diliyorum- "Geçmişimizle yüzleşmek, Dersim'le yüzleşmek." Hemen arkasından Sayın Cumhurbaşkanı da "Büyük devletler geçmişiyle yüzleşen devletlerdir." Biz buna katılıyoruz. Geçmişimiz sadece Dersim değildir, geçmişimiz 1920'lerden 2011'lere kadar uzanan bir süreçtir. Ben bugün sizi bir miktar tarihî bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
1920'lerde bu cumhuriyet kurulurken biz o cumhuriyetin ilk Meclisini özlüyoruz, 1920'lerin ilk Meclisini özlüyoruz çünkü orada halkın iradesi var. Biz ilk Anayasa'yı özlüyoruz, çünkü orada farklılıklar var. Bakın, o ilk dönemde, 1924'e kadar burada halkın iradesi var, 24'ten sonra ret ve inkâr var; işte, kavganın nedeni de bu.
Mesela, 1920'lerde Dersim'den 6 tane mebus var, bunlardan biri Hasan Hayri. Hasan Hayri Parlamentoda, Mustafa Kemal'le de iyi görüşen biri. İsmet Paşa Lozan'a gidiyor. Lozan'daki görüşmeleri sürdürürken İngilizler hemen karşısına Kürt sorununu ve azınlıklar sorununu koyuyor. İsmet Paşa dönüyor, Mustafa Kemal'i arıyor: "Eğer siz Kürtlerden onay almazsanız, Kürt milletvekilleri bizi desteklemezse Lozan'da işimiz yaş." Mustafa Kemal, Hasan Hayri ve Kürt milletvekillerini çağırıyor, Dersim Mebusu. Bir deklarasyon hazırlanıyor, bir metin hazırlanıyor ve bu metni? Kürt milletvekilleri kapıdan giriyor, Kürt ulusal giysileriyle geliyorlar, Mustafa Kemal'in talebi üzerine. Hasan Hayri kürsüye çıkıyor. Mustafa Kemal'in oturduğu alanda Lozan'a sesleniyor: "İsmet Paşa, Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisidir, bizi de temsil ediyor." diyor. Bu konuşmayı yaparken Kürt ulusal giysileriyle yapıyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları oturmuşlar, alkışlıyorlar, ayağa kalkıyorlar, alkış yetmiyor, ayaklarıyla yeri dövüyorlar ve dönüyor, Hasan Hayri'yi kucaklıyorlar ve orada bir grup milletvekili, Avrupa'dan gelenler buna tanıklık ediyor ve Lozan öyle hayata geçiyor. Aradan iki yıl geçtikten sonra, Hasan Hayri, Kürt giysileri giydiği için ve Lozan'a burada Kürtçe yaptığı konuşmadan dolayı Elâzığ'da istiklal mahkemelerinde idam ediliyor. İşte, geçmişle yüzleşmek budur ve sonra, arkasından, ben istiklal mahkemesinden iki örnek daha vereceğim.
Diyarbakır'da Savcı Süreyya Bey anlatıyor anılarında "İsmet Paşa'nın görevi üzerine Diyarbakır'a gittim" diyor. "Gittim, mahkeme salonuna, oturduk. Kara yağız bir Kürt delikanlısı geldi içeri, askerlerle aldılar. Hâkim sordu: `Adın ne?' Türkçe bilmiyordu. `Alın, asın.' Tek sözcük. Aldılar, astılar. Akşam otele gittim, Diyar Otelinde kalıyorum, yattım. Sonra o Kürt delikanlı geldi, yakama yapıştı: `Siz hâkim misiniz, cellat mısınız? Benim Türkçe bilmemem benim günahım mı?' dedi ve yakama yapıştı. Sabaha kadar uyuyamadım. Kalktım İsmet Paşa'ya bir telgraf çektim. Eğer bu ülkede Türkçe bilmeyenleri asarsak tek insan kalmaz..." diyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Kim kuruyor istiklal mahkemesini Sırrı Sakık, onu da söyle.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Bunu hepimiz biliyoruz, hepimiz biliyoruz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Söyle, söyle.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Yıl yine 1926. Atıf Hoca, Şapka Kanunu? Alıyor yargıçlar, Kel Ali idama mahkûm ediyor. Bu yetmiyor, idam sehpasına götürdüğünde başındaki sarığı çıkarıp kafasına şapkayı takıyor ve Atıf Hoca dönüp diyor ki: "Biz siz zalimlerle mahkemei kübrada hesaplaşacağız."
İstiklal mahkemeleri bu. Bu istiklal mahkemeleri, Kürtlere, Müslümanlara, sosyalistlere bu cumhuriyet zulmetti. İşte, yüzleşeceksek böyle yüzleşmeliyiz ve Sayın Başbakan o gün seslendirdi, döndü dedi ki: "Efendim, Sason?" Sason'u böyle mülayim bir geçişle geçiştirmeye çalıştı. Sason'da isyan yok. Dersim'de, nasıl Dersim'in mağaralarında insanlar fare gibi zehirlenip öldürüldüyse Sason'da da aynı şey oldu.
MEHMET METİNER (Adıyaman) - Zilan'da da?
SIRRI SAKIK (Devamla) - Zilan'da da aynı şey oldu. Tarihte o kadar çok yer var ki? Ben Sason'da? İşte, Sason'da bir kaymakam vekili ve güvenlik güçleri bir köye giderler. Köye vergi toplama adı altında gidilir. Köy halkı bunları karşılar, devlet buraya gelmiş, vergilerini bir araya getirip bir an önce bu belayı başlarından defetmek için ama bir de konukseverliğin evrensel yasaları var. Köyde koyunlar kesilir, mutfakta yemekler hazırlanır, tandırda ekmekler pişirilir ama yüzbaşı evin gelinini kafasına koymuş, bir yolunu bulup tandırda gelini sıkıştırmaya başlar ve orada kavga çıkar, askerlerden de ölen olur, oradaki Sasonlulardan da. Ondan sonra Sason'da yüzlerce, binlerce insan ölür ve sonra Sason'da bir mahkeme daha kurulur ve ne olur biliyor musunuz? Yine böyle içeri dolu. Hâkim gelir bu kürsüye, oturur. İlk söz, ilk sırada oturanlar, hani bu ilk sıranın müdavimleri olanlar var ya, idam, "İlkten 15'e kadar idam." diyor. 15'ten 90'a kadar on beş yıl, 90'dan sonrası beraat. İşte Sason bu. Kürtlerin yaşadığı zulüm bu. Bu coğrafyada bu halka, bu kadar zulmedildi. Eğer bugün, insanlar gidip bedenlerini ölüme yatırıyorsa -terör, merörle geçiştiremezsiniz- atalarına uygulanan zulmün bir bedelidir. Eğer Dersim'de her çocuk bir sosyalist olarak doğuyorsa, bedenini ölüme yatırıyorsa atalarına uygulanan zulmün bir göstergesidir. Bu değil, bu, hayatımızın her alanında var.
Bakın, 1924 Anayasası'yla bütün kimlikleri Türkleştirdiniz, yetmedi 1942'de tek parti döneminde bir yasa, varlık vergisi. Gayrimüslimlerin mallarını mülklerini talan ettiniz, el koydunuz ve sonra yetmedi, bütün mal, mülklerine el koydunuz, atalarınız el koydu, yetmedi, sonra hepsini toplayıp Aşkale'ye gönderdiler. Aşkale'de binlercesi öldü, geri kalan 900 kişi döndü, Eskişehir'e kadar geldi ve hiçbirinin sağlığı yerinde değildi; kimi çıldırmıştı kimi sakat kalmıştı ve büyük bir trajediyle bu insanların aileleri hâlâ yüz yüzedir.
İşte, bugün, Mecliste yeni bir yasa çıkarıyorsunuz, "Terörün finans kaynağı." diyorsunuz. Avrupa'dan böyle dolanarak ama asıl yapmak istediğiniz ne? Açıkça söylüyorum: Muhaliflerinizi yok etmek istiyorsunuz, Kürt iş adamlarını yok etmeye çalışıyorsunuz. Bu yasa hepinizi vurur, bu yasa? Bir tek itirafçı çıkar, bir beyanda bulunur, sizin atalarınızdan da kalan mal varlığınızı bir gün elinizden alırlar. Çıkar, biri çıkar der ki: "Sinan Aygün'ün mal varlığı Ergenekon'dan kaynaklıdır." Bir gecede alınır. Zaten Kürtlerin bu konuda hiçbir güvencesi yoktur.
Onun için diyoruz ki: Sevgili arkadaşlar, bu yasa gelmeden? Önemli bir yasadır. Bu yasayı 1942'de çıkaran atalarınız. Hani, atalarınız size bu tortuyu mu bıraktı ya? Allah rızası için hiç mi vicdanlarınız sızlamıyor? Yani atalarınızın 1942'de çıkardığı yasayı, bugün siz de aynı yasayı çıkarmak için birbirinizle çabalıyorsunuz ve birbirinizle de yarışıyorsunuz. Ben İçişleri Komisyonunda gittim, gördüm. Bizim dışımızda buna muhalif olan bir kimse yok çünkü sorun Kürtler, Kürtlerin mallarını da millîleştirmeye çalışıyorsunuz.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, kandan kanunlar bu ülkede barışı ve kardeşliği sağlayamaz. Bu ülkenin geçmişinden bugüne kadar geçmiş zift karanlık kadar karanlıktır. Başta da söylediğim gibi, Müslümanlara da, Kürtlere de, sosyalistlere de zulmeden bir sistem var. Siz bu sistemin taklitçisi olmayınız. Gelin, ülkemizin hep birlikte barışa, demokrasiye, kardeşliğe ihtiyacı vardır. Bizim zaman zaman sert eleştirilerimiz oluyor, size hoş gelmeyen şeyler de söyleyebiliriz ama biz bu ülkenin barışı için gerçekten bedel ödemek istiyoruz. Böyle bir gelenekten geldik. Yani bizim bölgemizde, yani hâlâ bölgede uygulanan politikalar 1920'lerde uygulanan politikalarla eş değerdedir.
Şimdi, bakın "uzlaşma." diyorsunuz. Uzlaşma sadece benim saydığım üç beş kalem değil. Bizim Sivas'la, Çorum'la, efendim, Kahramanmaraş'la, Gazi olaylarıyla, Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde bir gecede Kulp'u ateşe veren anlayışla, Şırnak'ı yerle bir eden -bir gecede- o anlayışla yüzleşmeliyiz. Bizim "17.500 faili meçhul cinayet" dediğimiz ve son günlerde alın, bakın, artık faili belli, bunlarla yüzleşmeliyiz. 3.500 köy yakılıp yıkılmıştır, milyonlarca insan mağdur olmuştur, bunlarla yüzleşmemiz gerekir. Eğer bunlarla yüzleşebilirsek gerçekten sorunu çözebiliriz ama biz bunlarla yüzleşmek yerine bunları öteliyoruz.
Bugün, işte, KCK operasyonu adı altında operasyonlar düzenliyoruz. Demokratik zemine gem vuruyoruz. Peki, siz demokratik zeminde siyaset yapanların eline kelepçe vurursanız bu ülkede kimlerle konuşacaksınız, kimlerle barışacaksınız? Yani bizim isyanımız, bizim kavgamız yani bedenlerini ölüme yatıran insanların kavgası bu cumhuriyetin uyguladığı zulümden değil midir? Ret ve inkârdan değil midir? Eğer ret ve inkâr bitmişse sizin dönüp bir şey yapmanız lazım. Bunlar ret ve inkârın yansımasıdır Kandil'e, Cudi'ye, hayatın her alanına. Onun için toplumsal bir sözleşmeye, yeniden bir toplumsal sözleşmeye hepimizin ihtiyacı var.
Ben, bu noktada, herkesin vicdanıyla baş başa kaldığında? Aslında söyleyebilecek o kadar çok konularımız var ki ve? Mesela yarın Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülecek, bizim taleplerimiz geldiğinde hâlâ diyor ki: "Biz yeni cezaevleri yapıyoruz." Ayıptır be! Hâlen bu ülkede cezaevleriyle insanları terbiye etmeye çalışıyorsanız bu bir başka günahtır. O kadar oldu ki neredeyse -29 harf var- 29 tane farklı isimde cezaevi yaptınız ama bu halkı susturmaya gücünüz yetti mi? Hayır. Onun için cezaevleri yapacağınıza, kavgaları geliştireceğinize, sürekli sortilerle, farklı alanlara sortiler düzenleyerek bu işin olmadığını hepimiz biliyoruz, hayat hepimize bunları gösterdi.
Eğer gerçekten atalarımızın geçmişte darağacına giderken zalimlere söylediği şu sözü: "Biz sizinle mahkemei kübrada hesaplaşacağız." sözünü duymak istemiyorsanız, gelin bu sorunu çözün.
Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı, değerli milletvekilleri, biz sizinle mahkemei kübrada değil, burada helalleşmek istiyoruz. Biz iki cihanda da başınızın dik olmasını istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının da, Sayın Başbakanın da, sayın milletvekillerinin de, yani sorunu çözecek mekanizmanın da başının dik olmasını istiyoruz iki cihanda da, hem bu cihanda hem o cihanda da.
Bakın, şimdi dönüyoruz geçmişle yüzleşirken, hani cumhuriyetin kahramanlarının ne kadar halka karşı suç işlediğini hepimiz görüyoruz, biz de dönüp size bunları söylemeyelim. Eğer bunları duymak istemiyorsanız, bir tek yol vardır; müzakere ve diyalogdur, Kürtlerin diline, kimliğine, kültürüne vurulan gemlerin kırılmasıdır. Kürtleri de bu ülkede söz ve karar sahibi yapmak? Türklerin sahip olduğu bütün haklara bu ülkede Kürtler de, diğer halklar da sahip olmalıdır.
Bu duygularla hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sakık.