Konu: | Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 82 |
Tarih: | 30.04.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÖCALAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Ekranları başında bizi izleyen halkımıza da sevgilerimizi iletiyoruz buradan.
Değerli kamuoyu, insanlık adına, kardeşlik adına, barış adına umutlu olduğumuz olumlu bir süreci yaşıyoruz; buna bizler TBMM'de de şahit oluyoruz. Bu Meclisin görevi bu umudu büyütmektir ve bu umuda bir ivme kazandırmaktır.
Lakin şu an İstanbul'da hastanede bulunan Meclis Başkan Vekilimiz Sırrı Süreyya Önder yaşam mücadelesi veriyor, ciddi bir sağlık sorunu yaşıyor. "Barış" deyince, "çözüm" deyince, "barışın dili" deyince Sayın Sırrı Süreyya Önder aklımıza geliyor; tüm farklılıkları bir araya getiren, tüm farklı inançları, farklı siyasi partileri bir araya getiren bir yaklaşımı ve tarzı vardır; bu ülkenin bu tarza, bu dile, bu yaklaşıma ihtiyacı vardır. Bir hafta oradaydık; farklı siyasi düşünceler, farklı siyasi partiler, toplumun tüm kesiminden insanlar hastaneye gelip Sırrı Süreyya Önder'e dualarını ediyorlardı, ailesine ve partimize geçmiş olsun dileklerini iletiyorlardı.
Değerli halkımız, bu ülke çok sorun yaşadı, çok problem yaşadı. Bakınız, ülkenin yüz yıllık siyasi tarihine bakınca Başbakan asıldı, bakanlar asıldı, darbeler oldu, birçok problem yaşandı ve kırk bir yıldır da yaşanan bir çatışma ve şiddet ortamına hepimiz şahit oluyoruz. En son, 27 Şubat barış ve demokratik toplum çağrısıyla toplumda büyük bir umut gelişti, insanlar barışa dört elle sarıldı ve toplum artık büyük bir beklenti içerisindedir. Tabii ki Meclisin, Parlamentonun bu noktada önemli görev ve sorumlulukları vardır. Artık bu süreci, son beş altı aydır yaşananları Parlamento zeminine çekme gibi bir sorumluluğumuz vardır. Grubu olan, grubu olmayan partiler bu sürece katkı sunmalıdır, yanan bu ateşe su dökmelidir. Sert dil, ötekileştiren dil, karşıtlaştıran dilin bu ülkeye hiçbir faydası yoktur. Bunlar defalarca bu Parlamentoda yapıldı, defalarca bu Parlamentoda milletvekilleri âdeta birbirine girdi. Biz buradan söylüyoruz; bu ülkenin barışa, çözüme, diyaloğa, demokrasiye ihtiyacı vardır.
Bu son birkaç gündür çok farklı bir dil kullanılıyor. En son gittiğimizde, Sayın Öcalan umutlu olduğunu ve bu süreç noktasında kararlı olduğunu, bu süreci sonuca götüreceğini, çözüme götüreceğini ayrıntılı bir şekilde anlattı. Biz buradan anlatmak istiyoruz; derdimizi, problemimizi, siyasi görüşlerimizi, fikirlerimizi Türkiye kamuoyuna anlatmak istiyoruz, Türkiye halkına anlatmak istiyoruz ama medya artık bu kapıları açmalıdır, farklı düşüncelere kapılarını açmalıdır. Tabii ki AK PARTİ Hükûmeti de devlet mekanizması da var olan kuşkuları, şüpheleri, kaygıları da gidermekle mükelleftir.
Bakınız, 1993'ten sonraki yaşanmışlıklar, 2009 Oslo sonrasındaki yaşanmışlıklar, 2013 ve 2015 sonrasındaki yaşanmışlıklar insanlarda, toplumumuzda kaygı ve şüpheler oluşturmaktadır; bu kaygı ve şüpheleri gidermek de elbette ki Hükûmetin görevidir, elbette ki devletin görevidir. Diğer anlamda da bizim, Türkiye'nin tamamına, 86 milyon insana DEM PARTİ olarak fikirlerimizi, düşüncelerimizi ve durduğumuz noktayı anlatmak görevimizdir. Birçok şey yaşanacak bu süreçte; belki tahrikler olacaktır, zehirleyici dil kullanılacaktır, tabii ki evinde helva ateşi yanmayan bunları bilmez.
Bakınız, ben bundan bir ay önce Suruç'a gittim bir taziyeye, bugün de konuşuldu. Bu ülkede asker de yaşamını yitirmektedir, polis de yaşamını yitirmektedir, Kürt genci de yaşamını yitirmektedir. En makul ve rasyonel olan nedir? Bu ateşi durdurmaktır, bu kanı durdurmaktır, buna hizmet etmektir, buna katkı sunmaktır. Burada -defalarca ben söyledim- birçok noktada herkes taziye dileklerini bildirdi, buranın görev ve sorumluluğu taziye bildirme yeri değildir. Bakınız, bir inisiyatif alınmıştır. Yeni paradigmadan bahsediliyor, yeni Türkiye paradigmasından bahsediliyor; Sayın Cumhurbaşkanı bunun öncülüğünü yapıyor, diğer ortakları bunun öncülüğünü yapıyor. Tabii ki DEM PARTİ'nin varoluş gerekçesi, en büyük gerekçesi barıştır, çözümdür, demokratik değerlerdir. Yüz yıl önce inşa edilen cumhuriyetin eksikliklerini bu Parlamento tamamlayabilir; farklılıkları zenginlik olarak gören, farklı inançları, farklı düşünceleri, farklı kimlikleri ve farklı dilleri bir bahçe gibi kabul edip kıymet vermelidir. Biz buna kıymet veriyoruz. Kürtçe dilinin Türkçe dili üzerinde ne gibi bir tehdidi olabilir? Aleviliğin Sünnilik üzerinde ne gibi bir tehdidi olabilir? Ya da farklı fikirlerin, farklı kimliklerin diğer kimliklerin karşısında bir varlık-yokluk gerekçesi değildir; varlık gerekçesidir, yokluk gerekçesi değildir. Türk varsa Kürt'le anlam kazanır, Kürt varsa Arap'la anlam kazanır, Arap varsa Fars'la anlam kazanır; biz buna kıymet veriyoruz ve tüm Türkiye kamuoyuna bu projeyi anlatmak istiyoruz. Artık bu gerilimden çıkmalıdır bu ülke, artık bu çatışma ve şiddet zemininden bu ülke çıkmalıdır, birilerinin siyaset yapma kapısına dönmemelidir. Birçok hata yapılmıştır, birçok yanlış yapılmıştır ama en azından, bakın, son altı ayda yaşamını yitiren insan sayısı azalmıştır. Bu, kıymetli değil midir? Asker cenazesi, polis cenazesi, Kürt gençlerinin cenazesi ya da sivil insanlardan cenazeler insanların evlerine gitmiyor. Bu bile kıymetlidir; bu altı ayda, bu son dört ayda yaşanan sürece kıymet vermek lazım. Altı aydır bu konular konuşuluyor; bırakınız -düşünceler çok aykırı da olabilir, farklı fikirler de olabilir, herkes farklı sistemleri de savunabilir- düşünceler, fikirler konuşsun, gerekirse birbiriyle de çarpışsın ama biz bu şiddet yöntemiyle insanlar ölmesin diyoruz. Bu noktada partimiz son derece nettir: Barışı örgütlüyor, ev ev örgütlüyor, mahalle mahalle örgütlüyor, ilçe ilçe örgütlüyor. Birçok zorluğa rağmen her yerde bu barışın kıymetinden, çözümün kıymetinden, demokrasinin kıymetinden bahsediyoruz ama Hükûmet de bunlara başlamalıdır; Hükûmet de var olan kuşkuları, kaygıları gidermek için adım atmalıdır, zamanı gelmiştir. Zaman geçiyor, Orta Doğu yeniden şekilleniyor. Farklılıklarımız bizim birbirimizin karşısında mücadele etme gerekçelerimiz değildir. Bakınız, dünya bu işleri geçti, bitirdi; dünya bambaşka bir noktada. Bizim bahsettiğimiz coğrafyada insanlar akın akın Avrupa'ya gidiyor, farklı ülkelere gidiyor. Bir model oluşturabiliriz, Türkiye kendi Rönesans'ını yaşayabilir; Türkiye yeni bir sistem inşa ederek tüm farklılıkları kendi bünyesinde barındırabilir, yasal güvencelere alabilir, bunları konuşmalıyız.
Bakınız, yarın 1 Mayıs. Buradan şimdiden işçinin, emekçinin 1 Mayısını kutluyorum. Eğer bu süreç -buna inanıyoruz ve sonuna kadar da kararlıyız- başarıya giderse, sonuca giderse "güvenlik politikaları" adı altında her yılın aralık ayında bu Mecliste yapılan bütçenin büyük bölümü yaşanan bu şiddet ve çatışma zeminine gitmeyecek. O zaman belki işçi de emekçi de emekli de genç de kadın da buradan payını alacak. Bu büyük bir fırsattır, tarihî bir fırsattır, bunu hep birlikte başarabiliriz.
Diğer bir konu da Kürtlerin birlik olması, bir arada olması bölge devletlerine tehdit değildir. Bakınız, İdrisi Bitlisi vardır, dönemin hükümdarı kendisine söyler -o dönem Kürdistan coğrafyası olarak tanımlar, 16 beylikten bahsedilir- "Beyliklerinizi toplayın ve kendi içinizde temsilcinizi seçin, gelin konuşalım." der. Aslında Kürtlerin demokrasi bünyesinde birlikte hareket etmesi Türkiye'yi de güçlendirir. Muhataplık düzeyi farklı bir aşamada olur ve Kürtlerin bir arada yürümesi, kendi iç demokrasisini, kendi iç diyaloğunu oluşturması aynı zamanda bölgedeki diğer halkların oluşturacağı sisteme de katkı sunar ve bu katkı da herkese fayda verir.
Tekrardan ben Sırrı Süreyya Önder'e şifa diliyorum; halkımızın, hepimizin duası kendisiyle. Umarım en kısa zamanda gelir, Meclisteki görevine devam eder.
Tüm halkımıza buradan iyi akşamlar diliyorum. (DEM Parti sıralarından alkışlar)