Konu: | Bazı Kanunlarda ve 660 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 91 |
Tarih: | 27.05.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 210 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi "Bu 210 nedir?" diyeceksiniz. Şu: Bu, buna benzer 3'üncü torba önümüze gelen, Genel Kurula gelen; Plan ve Bütçe Komisyonundan 4'üncüyü çıkardık, şu anda burada 3'üncüyü görüşüyoruz.
Sistem değişikliği oldu malum, 2017'de Anayasa değişikliği, 2018'in 9 Temmuzunda da Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine Türkiye geçti. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçmeden birkaç gün önce Meclisin verdiği yetki kanununa istinaden, Hükûmet, 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi çıkardı. Yaklaşık 250 tane maddesi vardı bu kanun hükmünde kararnamenin. Yani devletin bütün sistemini böyle, bir anlamda allak bullak eden, önüne geleni kaldıran bir kanun hükmünde kararname. "Şu kanun kaldırılmıştır, bu kanun kaldırılmıştır, şu kurul kaldırılmıştır, bu kurul kaldırılmıştır." diye... Şimdi, birazdan birkaç örnek vereceğim, ne demek istediğim iyice anlaşılacak; emin olun, oradaki birkaç tane bürokratın Türkiye'yi, Türk sistemini, Türk'ün hukuk sistemini, demokrasi sistemini altüst ettiği bir kanun hükmünde kararnamedir.
Şimdi, tabii, Anayasa Mahkemesinde işler çok fazla zaman alıyor ve Anayasa Mahkemesi nihayetinde bunları yaklaşık bir yıl önce falan iptal etti, önemli bir kısmını iptal etti. Şimdi, o iptaller nedeniyle tekrar bunların yasalaşması gerekiyor. O yasalar da peyderpey, bir plansızlık içerisinde -tabii, AK PARTİ'nin "planlama" diye bir anlayışı olmadığı için, en son Planlama kurumunu da kaldırdı- buraya geliyor, rastgele bir şekilde. Şimdi onlardan bir tanesi de bu görüştüğümüz. Yani Anayasa Mahkemesi şunu diyor: "Senin bu yaptığın düzenlemeler Anayasa'ya aykırı. Kabaca iki nedenden dolayı: Bir, yetki kanunu sana bir yetki vermiş, o yetkinin dışında düzenleme yapmışsın, bundan dolayı iptal ediyorum; ikincisi de senin yaptığın düzenlemeler kanun hükmünde kararnameyle, eski sistemde var olan kanun hükmünde kararnameyle yapılamaz çünkü bir kısmı temel haklarla ilişkili hususlar." Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bunları iptal etmiş. Peki, ne olmuş? Bakın, arkadaşlar, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddelerle bu ülke yedi yıldır hukuksuz bir şekilde, Anayasa'ya aykırı bir şekilde, kanunsuz bir şekilde yönetildi. Bakın, bugüne kadar dünya kadar karar alındı Anayasa'ya aykırı olan bu maddeler kapsamında, bunu da buradan milletimizin dikkatine sunmak istiyorum.
Şimdi, tabii, torba yasaya ilişkin eleştirimiz her zaman geçerli, burada aynı eleştiriler yapılabilir, işte "Tali komisyonlarda görüşülmüyor..." Tali komisyon da değil, ana komisyonlar olması lazım yani burada -birazdan anlatacağız- enerjiyle ilgili hususlar var arkadaşlar; ya, enerjiyle ilgili hususlar Plan ve Bütçe Komisyonuna niye gelsin?
Bir şey daha var: Bakın, etki analizi gönderiyor arkadaşlar, burası çok kritik. Biz bazen "Ya, enerjiyle ilgili olan niye buraya geliyor?" dediğimizde AK PARTİ'li arkadaşlar bize şu savunmayı yapıyorlardı, diyorlardı ki: "Burada mali yönü var, evet, konu enerji olabilir ama bütçeye yük getiriyor, bütçeye yük getirdiği için bunun Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi gerekir." Arkadaşlar, şu etki analizine bakın, tamamında -aslında var yükü de- "Bütçeye yükü yoktur, bütçeye yükü bulunmamaktadır." diye... Yani bir yandan "Bütçeye yükü bulunmamaktadır." diye etki analizi gönderiyorsun, bir yandan da Plan ve Bütçe Komisyonunun yapmaması gereken işleri Plan ve Bütçe Komisyonuna getiriyorsun, bu tür çelişkiler var.
Şimdi, bir de şu: Eleştirilerimiz oldu Plan ve Bütçe Komisyonunda. Tabii, orada daha detaylı bu işlere vakit ayırabiliyoruz. Eleştirilerimiz çerçevesinde, bize arada veya bazen de tutanaklara geçecek şekilde "Ya, aslında haklısınız yani evet düzenlemenin bu şekilde olmaması lazım, biraz geçiştirici bir düzenleme yapıyoruz ama keşke biraz vakit olsaydı da kalıcı bir düzenleme yapsaydık." dedi arkadaşlar.
Arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi bir yıl süre vermiş; bir yıl yatmış, bürokrat da yatmış, bakan da yatmış, ondan sonra, artık bir yıl dolmaya yakın bir vakitte arkadaşların aklına gelmiş, hiçbir kalıcı düzenleme yapmadan 703'te getirdikleri işleri, tekrar, Anayasa'ya aykırı bir şekilde -bakın, bunların hepsini Anayasa Mahkemesi yine iptal edecek çünkü yine Anayasa'ya aykırılıklar var- önümüze getirdiler. Şimdi, sıkıştırıyorlar grupları. Niye sıkıştırıyorlar? "Efendim, Anayasa Mahkemesinin verdiği süre 4 Haziranda doluyor, bunu bu hafta geçirmemiz lazım." Kardeşim, bir senedir siz ne yaptınız, bir senedir bürokrat ne yaptı, bir senedir bakan ne yaptı? Madem öyle, Meclis burası, noter mi? Yani AK PARTİ'nin Grup Başkan Vekilleri bürokrasiye, bakanlıklara "Bunları zamanında niye getirmiyorsunuz? Bizi diğer gruplara karşı sıkıntıya sokuyorsunuz, bizi mahcup ediyorsunuz." diye niye söylemiyor? Bunlar tabii, sorulması gereken sorular.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu kanun teklifinde -hızlı hızlı gitmek durumundayım- Diyanetle ilgili 8 tane madde var. Tabii, artık biz Diyanet konusunda uzman olmak durumundayız Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak. Bunların içerisinde katıldığımız olumlu maddeler de var yani çok nadir de olsa olumlu bir şeyler getiriliyor. Mesela, bir tanesinde -bu Kur'an-ı Kerim mealleri var biliyorsunuz- diyor ki: "Başkanlık tarafından -bunları inceletmek üzerine- özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya resen incelemek veya incelettirmek konusunda Din İşleri Yüksek Kuruluna yetki vermek." Bu hakikaten doğru bir şey yani anlam olarak Kur'an'ı tahrif eden bir kısım mealler var, bu yapılsın ama burada iki tane yanlışla birlikte yapılıyor bu. Bunun, bir defa, yayınlanmadan önce yapılması lazım, bu konuda kendilerini uyardık ama orada bir düzeltme yapmadılar. Efendim, ikincisi de incelettirme; şimdi, burada bir standart sağlamak lazım. Yani Din İşleri Yüksek Kurulu gibi bu işle ilgili ihtisas bir kurul varken niye bir başkasına incelettirme gibi bir yetki verilsin? Bu yetkinin olmaması lazım, umarım burada bu değişiklik yapılır. Buna ilişkin bizim önerimiz olacak ama özü itibarıyla, bu yapılan işi doğru buluyoruz.
Şimdi, burada diğer bir husus, bu manevi danışmalık ve din hizmeti sunma meselesi var. Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii, Türkiye'de -yani sıkıntıyı biliyoruz- maalesef AK PARTİ uygulamalarından kaynaklanan ve Diyanetin yetersizliğinden kaynaklanan insanlarımızın, özellikle gençlerimizin dine karşı ciddi bir mesafe koyduğunu biliyoruz çünkü siz dindarlığı kimseye bırakmıyorsunuz fakat en fazla zulmeden sizsiniz, en fazla soyan, soğana çeviren, hırsızlık yapan sizsiniz fakat ağzınızı açtığınızda "Rabb'im..." diyorsunuz. Millet de diyor ki: "Bu nasıl oluyor?" Ve artık gençler... Din konusunda çok ciddi bir şey var, araştırmalar var ya, bunlar bizim şeylerimiz filan değil, bakın MAK araştırma... Biz iftiharla hep ne söyledik? Türkiye'nin yüzde 99'u Müslüman, geçmişte araştırmalar böyleydi. Mesela MAK Danışmanlık şirketi 12-18 Haziran 2024 tarihlerinde 30 büyükşehir, 23 il, 104 ilçede 5.400 kişiyle araştırma yapıyor, Türk toplumunun yüzde 14'ü "Ben Müslüman değilim." diyor. Nereden nereye gelmiş! Şimdi, bütün dünyada İslam'a karşı rağbet artıyor fakat Türkiye'de özellikle gençler ve toplumun önemli bir kısmı dinden uzaklaşıyor. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir şey. Yani burada Diyanetin yetersizliği de elbette olabilir ama büyük ölçüde Hükûmet uygulamalarından kaynaklanıyor. Şimdi, mesela, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş -bir konuşmasında- yapılan sokak röportajında salavat getiremeyen gençleri belirtmiş ve bu suçun vebalini din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin üzerine atmıştı. Böyle bir konuşması var. Yani gerçi kendisi şehadet getirirken yanlış yapıyor da, o da ayrı bir konu. Yani bu işler böyle "O kurumun suçu, bu kurumun suçu." deyip geçiştirilecek bir mesele değil değerli arkadaşlar. Yani bu millet dinden niye uzaklaşıyor, bunun çok iyi bir şekilde analiz edilmesi lazım. Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığına -orada da önerdim- mesela bir hizmet, etki ve memnuniyet analizi yaptırın. Böyle bir çalışmanız var mı? Hiçbir bilimsel çalışma yapılmadan, kara düzen bir şekilde yapılıyor.
Şimdi, tabii, bu danışmanlık hizmetinin verilmesi lazım ama buradaki temel problem yetersiz, nitelikli olmayan insanlarla bu hizmet verilmeye çalışılıyor; bunun da yarattığı sıkıntı var. Oysaki bizim buna İYİ Parti olarak bir karşıtlığımız yok. Avrupa ülkelerinde 19'uncu yüzyılda bile "chaplain" ünvanlı kişiler tarafından özel eğitim birimlerinde bu kurslar verilmiş ve din konusunda özellikle öğrenciler veya belli yerdeki insanlar eğitilmiş, bilinçlendirilmiş fakat bu hizmetleri yapan personelin bizde yetersizliğine özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Şimdi -diğer bir husus var- Hacettepe Üniversitesi 2005 yılında bir çalışma yapıyor, norm kadro çalışması "600 personelle Diyanet İşleri Başkanlığının merkezi yönetilebilir." diyor fakat buna rağmen Diyanet İşleri Başkanlığının personel sayısı çok fazla. Ne kadar? 1.798 kişi. Atıl personel var, bu atıl personeli başka yerlerde çalıştırmak için Başkanlık müşaviri, Başkanlık müftüsü, Başkanlık vaizi diye bir ünvan olur mu? Var. Bunların merkez ve taşra teşkilatlarında çalıştırılmasına ilişkin kanunda yetki istiyorlar. Tamam, bu yapılsın yani insanlar elbette çalıştırılsın ancak bu keyfîlik olmasın, personeli mağdur edecek bir muğlaklığın olmaması lazım.
Diğer bir husus, bakın, biz sözlü mülakata her zaman karşıyız, Diyanet İşleri Başkanlığında -burada kanuni düzenleme yapılıyor- yine mülakat konuluyor. Ya, Diyanet İşleri Başkanlığında bari bunu yapmayın; mülakat bu ülkede haksızlık demektir, mülakat kayırma demektir. Diyanet İşleri Başkanlığı bile "Ben kayırma yapacağım." diyebilir mi? Böyle bir şey olabilir mi? Yani bu kaldırılsın dedik fakat şimdi önümüze gelen maddelerde bu da var maalesef.
Ama en önemli hususlardan bir tanesi de Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 13'üncü maddesinde bir düzenleme var bu 703 öncesi arkadaşlar yani kanun olarak yapılmış son düzenleme. "Hac ve umre faaliyetleri her sezonun sonunda Başkanlık, Sayıştay ve gerektiğinde -eski sistemde Başbakanlık müfettişleri vardı, sonraki sistemde Cumhurbaşkanlığı- Cumhurbaşkanlığı eliyle denetlettirilir." Nasıl bir şeydi? Yani her yıl sistematik bir şekilde bir denetim. Başkanlık denetimi, Sayıştay denetimi ve Cumhurbaşkanlığının denetimi. Şimdi, buradaki Sayıştay denetimi kaldırılıyor arkadaşlar, önünüze gelen maddede bu var, Sayıştay denetimi kaldırılıyor. Allah rızası için bize birisi söylesin ya, Diyanet İşleri Başkanı ne yapmaya çalışıyor? Yani yolsuzluk mu yapacaksınız, usulsüzlük mü yapacaksınız, niye Sayıştay denetimini kaldırıyorsunuz? Sayıştay denetimini kaldırınca "Burada denetim var." diyebilir misiniz? Başkanlık kendini mi denetleyecek, kendi kendini mi, kendi yönettiği vakfı mı denetleyecek veya Cumhurbaşkanlığı... Cumhurbaşkanlığındaki denetim elemanı sayısı belli, sistematik denetim yok orada; orada özel durumlarda, şikâyetlerde devreye girecek bir denetim. Dolayısıyla, bakın, şu anda -ve AK PARTİ milletvekilleri getiriyor bunu- bizden istedikleri şey, Diyanet Vakfı denetimsiz olsun.
Şimdi, bazen özellikle Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlar Diyanet bütçesinin çok yüksek olduğunu falan söylüyorlar. Arkadaşlar, mesele Diyanet bütçesi de değil, Diyanet bütçesi personel bütçesi; esas problem burada, Diyanet Vakfında. Hac, umre organizasyonları; kurban organizasyonları, bağışlar, yardımlar, burada dünya kadar para var; bu paranın nasıl yönetildiğini hiç kimse bilmiyor. Denetim varmış sistemde, o denetimi de çıkartıyorlar şimdi. Yüzleri kızarmadan, burada, AK PARTİ Grubu "Diyanet Vakfı incelenmesin." diyor. Böyle bir şey olabilir mi? "Diyanet Vakfı denetlenmesin." diyor. Bunu milletimizin takdirine sunuyoruz. Bu çok önemli bir şeydir, bunu anlatamazsınız millete. İşte, ondan sonra çocuklar deist olur, ondan sonra İslam'a karşı mesafe koyarlar. Böyle bir şey olabilir mi ya! Niye Sayıştay denetiminin dışına alıyorsunuz Diyanet Vakfını? Esas para orada dönüyor. Ne oluyor? Hiçbir şeffaflık yok. "Hesabıyla kitabıyla ilgili bilgi verin." diyoruz, soru önergeleri gönderiyoruz, herhangi bir şekilde cevap alamıyoruz; böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil.
Şimdi, tabii, mesele çok, hızlı hızlı anlatmak durumundayım. Diğer bir mesele, tabii, bir de bu fahri Kur'an kursu öğreticileri meselesi var. Söz verildi, bu kadar haksızlık, adaletsizlik olmaz. Bu insanların kadro meseleleri var, bu insanların özlük haklarıyla ilgili problemler var. Bir ay çalışıyor, sekiz, dokuz veya on gün -neyse- sosyal güvenlik primi yatırılıyor; böyle bir şey olamaz. Artık bu haksızlık giderilsin ve fahri Kur'an kursu öğreticilerinin hakları iade edilsin.
Değerli arkadaşlar, diğer önemli bir başlık, bu kanun teklifindeki Atom Enerjisi Kurumu veya nükleerle ilgili meseleler. Şimdi, biliyorsunuz, nükleer teknolojinin iki amaçlı olarak "barışçıl nükleer teknoloji" ve "barışçıl olmayan nükleer teknoloji" başlıkları altında kullanımı var. 1968 yılında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması imzaya açılmış. Türkiye buna uzun bir süre imza koymuyor. 1980 ihtilalinden sonra, o günkü yönetim 1981 yılında Amerika'nın baskısıyla Meclisten geçiriyor ve bu anlaşmanın tarafı oluyoruz. Türkiye'nin nükleer teknoloji serüveni İran ve Pakistan'la birlikte 1960'lı yıllarda başlıyor. Bugün İran ve Pakistan'ın nükleer enerjide ve nükleer teknolojide geldiği seviyeye bakın, Türkiye'nin geldiği seviyeye bakın; bu kadarını söylemek herhâlde yeterlidir diye düşünüyorum.
Şimdi, nükleer santralimiz Akkuyu'da yapılıyor, Akkuyu Rusların. Değerli arkadaşlar, Türkiye orayla ilgili... Bakın, bütün dünyada nükleer santral yaptıranlar elbette kendi teknolojisi yoksa dışarı yaptırıyor ama o bilgiyi alıyor, kendi mühendisini orada yetiştiriyor. Şu anda, Akkuyu'da reaktörün yanına hiçbir Türk yaklaştırılmıyor yani hiçbir bilgi alışı yok, "know-how" transferi denilen hiçbir şey olmadan orada bir santral yaptırılıyor. Oysaki nükleer çalışmaların, santralin dışındaki nükleer teknolojiye ilişkin çalışmaların -birçok alanda kullanılabilir biliyorsunuz, tıptan diğer alanlara kadar birçok alanda kullanılıyor- bir devlet politikası hâline getirilmesi lazım ama özellikle AK PARTİ dönemlerinde burada çok ciddi bir aksama olduğunu görüyoruz. Mesela, 1999 depreminde Çekmeköy yerleşkesindeki nükleer araştırma reaktörü deprem nedeniyle kapatılıyor; bakın, 1999 yılında ve hâlâ açılmadı. Ya, bu bir araştırma reaktörü yani bu niye açılmıyor, bunu anlamak mümkün değil. Çünkü tamamen gözden çıkarılmış, nükleerle ilgili hiçbir teknolojik çalışma yapılmıyor oysaki bu çalışmaların yapılması lazım, AR-GE için yeterli kaynak ayrılması lazım. Ben bu eleştiriyi yaptım, bize nükleerle hiçbir alakası olmayan ama TENMAK'ın Sayın Başkanı dedi ki: "Efendim, biz bu işi araştırmaları için 150 milyon lira bütçe ayırdık." Ya, 150 milyon lira Plan ve Bütçe Komisyonunda kuru yemiş parası arkadaşlar, kuru yemiş. 150 milyon lira, bakın, bütçemiz 150 milyon; 150 milyar değil, trilyon da değil. Arkadaşlar 150 milyon lirayla nükleer enerji konusunda Türkiye'ye çağ atlatacaklar(!) Ya, böyle bir rezalet olabilir mi! Bunu utanmadan, sıkılmadan bir de bize söylüyorlar. 150 milyon lira gerçekten burada kuru yemiş, meyve parası. Yani böyle bir şey olabilir mi? Tutanaklar var; eğer görmek isterse arkadaşlar, tutanakları gönderebilirim.
Şimdi, dolayısıyla, AK PARTİ'nin nükleer teknolojiye verdiği önem bu işte. Bir şey daha yapıyor. Şimdi, bizim altmış yıllık Türkiye Atom Enerjisi Kurumumuz var değerli arkadaşlar ve çok ciddi mühendisler var. Başlangıçta çok güzel çalışmalar yapılmış ama özellikle son yirmi beş yıldır AK PARTİ hükûmetleri döneminde burası zaten tamamen böyle üzerine ölü toprağı atılmış hâle getirilmiş, en sonunda da Atom Enerjisi Kurumu kaldırılıyor. Bir "NDK" diye Nükleer Düzenleme Kurumuna bölünüyor, ikinci unsuru olan NÜKEN olarak da "Nükleer Enerji Araştırma Enstitüsü" diye; "TENMAK" diye bir üst örgüt kuruluyor, onun altına alınıyor ve şube müdürlüğü seviyesine düşürülüyor Atom Enerjisi Kurumu. Şimdi "Niye bunu yaptınız?" dediğimizde... Çünkü TENMAK dediğimiz bir üst örgüt. Bunun altında ne var? Bakın, Nükleer Enerji var, Bor Araştırma Enstitüsü var -yani ne kadar alakaları var birbirleriyle- Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü var, Temiz Enerji ve Enerji Araştırma Enstitüsü gibi birbiriyle alakasız... Elbette alaka kurmak isterseniz bunun Çevre Bakanlığıyla alakasını kurabilirsiniz; onu söyledim zaten, madem resmin tamamını görecek, bunların hepsinin çevreyle ilişkisi var, bunları Çevre Bakanlığının altına alsaydınız kardeşim. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir argüman olabilir mi? Bu tamamen Atom Enerjisi Kurumunu etkisiz hâle getirmeye yönelik bir gayrettir; bu gayreti şiddetle eleştiriyorum, şiddetle kınıyorum, yanlış bir şeydir. Hâlbuki burada bir devlet politikası hâline getirilip Türkiye nükleerle ilgili, ilk nükleer teknolojiyle ilgili olarak mesafe katetmek durumundadır fakat maalesef çok ciddi bir şekilde bir geriye gidiş oldu; bunun da Türkiye'ye çok ciddi bir maliyeti olacaktır.
Atamalara bakıyorsunuz, bu TENMAK yani en üst örgüt... Şimdi, bakın, arkadaşlar, Avrupa Birliği işlerinden bir örnek vereyim size: Eğer bir işi önemsiyorsanız onun kurumsal yapısını "upgrade" edersiniz. AB işleri, Devlet Planlama Teşkilatında bir genel müdürlükte yapılırdı. Biliyorsunuz, Hükûmet ilk başlarda bu AB işlerine önem verdi, önce Genel Sekreterliğe çevirdi, daha da önem verdi, AB Bakanlığı kurdu. Önemsizleşmeye başladı, AB'den umudunu kesti, ondan sonra bakanlıktan geri aldı, tekrar aşağı doğru çekti; şu anda AB'yle ilgili bir şey yok. Bu Atom Enerjisi Kurumu da öyledir, öyle resmin tamamını görme falan değil; Atom Enerjisi Kurumu, maalesef artık bu Hükûmetin radarında olmayan bir kurum hâline gelmiştir.
Şimdi, diğer bir husus, bu torbalarda yapılan hususlardan bir tanesi de şu: Biliyorsunuz, bizim düzenleyici ve denetleyici kurumlarımız var; işte, EPDK, BDDK, TMSF, BTK, Kamu Gözetimi ve Denetimi Kurumu, Rekabet Kurumu gibi. Her torbada bunların iki tanesi bize getiriliyor. Oralara kurul üyesi atanması için kanun bir kısım vasıflar aramış, "Şu şu alanda eğitim yapsın." demiş, "Şu kurumlar önerebilir." demiş yani böyle "Herkesi oraya kurul üyesi yapma." anlamında birtakım sınırlandırmalar getirmiş; bu sınırların hepsi kaldırılıyor. Bundan önceki kanunlarda Kamu İhale Kurumunda ve EPDK'de kaldırmışlardı, şimdi bu gelen kanun teklifinde de Rekabet Kurumunda ve Kamu Gözetimi ve Denetimi Kurumunda kaldırılıyor. Ya, bunu önemsiz bir şey olarak sakın düşünmeyin; bakın, bu çok önemli bir şey. Mesela BTK'de kaldırıyor. BTK diyor ki: "Kardeşim, buraya atayacağın Kurul üyesini yine sen atayacaksın zaten ama bu belli bir alanda eğitim almış olsun, belli bir süre tecrübesi olsun." Bu şekilde birtakım şartlar aranıyordu kanunda, bunların hepsi şu anda kaldırılıyor. Tamamen orada bir torba hâline getirilmiş durumda, kim bastırırsa ilgisiz bir şekilde oralara atanacak. Hatta, 2 tanesinde, Rekabet Kurumunda ve Kamu Gözetimi ve Denetim Kurumunda bir de kurumsal ilişkilerin kurulmasını öngörüyordu önceki kanun. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Mesela, Rekabet Kurumu Kurul üyelerinin 1'i TOBB'un göstereceği, 1'i Yargıtayın, 1'i Danıştayın, 3'ü Ticaret Bakanlığının, 1'i de Kalkınma Bakanlığınındı. Erdoğan, her işi yapıyor ya Cumhurbaşkanı; şimdi bütün bu yetkililer o kurumların önerecekleri içerisinden Cumhurbaşkanının ataması şeklinde değil; Cumhurbaşkanının kendi başına, hiçbir kurum önermesi olmadan atamasını öngörüyor artık. Kamu Gözetimi ve Denetim Kurumu da... Mesela, burası Maliye Bakanlığıyla çok sıkı diyalog içerisinde olması gereken bir kurum. Dolayısıyla önceki kanun "2'si Maliye Bakanlığı tarafından, 2'si Ticaret Bakanlığı tarafından..." diye böyle birkaç tane kurumu saymış, bunların da şimdi hepsini kaldırıyorlar. Dolayısıyla kim rast gelirse, kim bastırırsa, kimin o anda onlara yakınlığı varsa onları atayacak bir duruma getiriyorlar. Ne oluyor? İşte, bu da ülkede bu kurumları çürütüyor. Kurumları yok olan bir ülkede başımızın da zaten bu sıkıntılardan kurtulması mümkün değildir.
Diğer bir husus da -bu torbalardaki genel karakteristiklerden bir tanesi- her torbada mutlaka birkaç tane kurum veya birkaç tane iş kamu ihale mevzuatının dışına alınıyor. Mesela burada ne var? Burada diyor ki: "Cumhurbaşkanlığının sorumluluğundaki bina ve objelerin onarımı, restorasyonları, çevre düzenlemelerine ilişkin mal ve hizmet alımları ile mütalaa ve hukuki hizmet alımları kamu ihale mevzuatının dışındadır." Niye arkadaşlar, niye ya? Cumhurbaşkanlığının bina ve objelerinin onarımının kamu ihale mevzuatının dışına alınmasının bir tane gerekçesini bana söyleyin ya! Yolsuzluk yapmanın dışında bir tane gerekçesi olabilir mi? Şimdi gelecek kanunda da var yine buna ilişkin; her kanunda bir iki tane kurumu böyle dışarıya alıyorlar, bir iki tane işi dışarıya alıyorlar. Şimdi, bu kamu ihale mevzuatına tabi olmak kötü bir şeyse kamu ihale mevzuatını toptan kaldıralım, bütün kurumlar rahat etsin. Böyle bir şey olabilir mi? Niye? Çünkü hırsızlık yapmak, yolsuzluk yapmak, usulsüzlük yapmak, kendi adamına iş vermek, pahalı iş yaptırmak. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Bu kanun teklifini getiren arkadaşlar bize bunun bir savunma yapsınlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Usta, tamamlayalım, buyurun.
ERHAN USTA (Samsun) - Kendilerine buradan sataşıyorum ya, sataşıyorum! Bundan daha iyi bir sataşma olur mu? Buna bir cevap versinler de görelim bakalım. Kardeşim, bunları niye kamu ihale mevzuatının dışına alıyorsunuz? Bunun başka bir gerekçesi olamaz.
Çok fazla vaktim kalmadı, diğer bir husus da enerjide iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin kurulması ve işletilmesinde ihtisas sahibi kurum ve kuruluşlar ile özel hukuk tüzel kişilerine proje, onay ve kabul işlemleri yetkisi veriliyor. Şimdi, kamuda olan bir yetkiyi... Proje dışarıda yaptırılabilir ama kamuda olan onaylama yetkisini özel sektöre veremezsiniz. Bu, devletin temel fonksiyonlarının özel sektöre verilmesi demektir. Bu maddeye de -madde 26 için konuşuyorum- karşı çıktık fakat maalesef, bu madde de Komisyondan geçmiş oldu.
Özetle şunu söylemeye çalışıyorum: Türkiye'de kurumları boşalttı AK PARTİ. Kurumların çürümüşlüğünden, kurumların boşaltılmasından çok çektik, hukuksuzluktan çok çektik. Anayasa'ya aykırı düzenlemeler yine önümüze getiriliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - Bunların faturası bütün milletin üzerine olacaktır. Bunu yapmaktan vazgeçin diyoruz. Bu anlamda, eğer bu düzeltmeler yapılmazsa kanun teklifine olumsuz oy kullanacağımızı da Genel Kurula arz ediyorum.
Teşekkür ederim. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)