Konu: | İklim Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 102 |
Tarih: | 26.06.2025 |
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Cezaevinde ve ekranları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı ve tutsakları saygıyla selamlıyorum.
Ben de 8'inci madde üzerine söz aldım ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Ocak 2025 tarihinde İtalya'yla ilgili bir kararı üzerine konuşmak istiyorum, Cannavacciuolo kararı. Bu karar sadece bir hukuki metin olmaktan çok modern çevre hukuku açısından bir dönüm noktasını ifade ediyor. Karar, çevre hukukunun doğrudan yaşam hakkını ilgilendiren bir mesele hâline geldiğini tescil ediyor. Mahkemeye başvuran Campania bölgesindeki yerleşik 5 dernek ve bu bölgenin şehirlerinden olan Caserta ve Napoli'de yaşayan 41 bireysel başvurana aittir. Bu bölgenin ismi "Ateşler Ülkesi" olarak kayıtlar altına alınmıştır. "Ateşler Ülkesi" olarak denmesinin bir sebebi de var elbette, bölgede boşaltılan yüklü miktardaki atıkların yakılması sonucu gökyüzünde ateşler yükseliyor olmasındandır bu isim. Bu bölge modern Avrupa'nın en trajik çevre felaketlerinden birine ev sahipliği yapıyor. Tehlikeli kentsel atıkların genellikle organize suç örgütleri tarafından yasa dışı olarak boşaltılması, gömülmesi, yakılmasıyla sistematik ve uzun süreli bir tahribatın sonucu yaşanan çevresel felaketin boyutlarını bilimsel araştırmalar ortaya koymuştur. Bu bölgede yürütülen bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre, yüksek oranda mide kanseri, karaciğer kanseri, safra kanalları, trakeal bronşlar, akciğer, prevral ve mesane tümörleri tespit edilmiştir. Aynı çalışmalar, kardiyovasküler sorunların ve doğumsal anomalilerin de bu bölgede endişe verici düzeyde olduğunu belgelemiştir. Bu çevresel felaketlerin elbette aynı bölgede yaşayan diğer canlılar üzerindeki etkileri de son derece kaygı vericidir. Çevresel adaletin dönüm noktası olarak tanımlanabilecek Cannavacciuolo/İtalya kararı devletin açık bir ihmalinin belgelendiği bir süreç olarak kayıtlara geçmiştir. Mahkeme, İtalya'nın organize suç örgütlerinin yasa dışı atık faaliyetlerine karşı ihmalkâr davranmasını yaşam hakkının ihlali olarak kabul etmektedir. Bu suç örgütlerinin bizdeki karşılığı da "5'li çete" olarak adlandırılabilir veya "sermaye şirketleri" olarak adlandırılabilir. Mahkeme aynı zamanda vermiş olduğu kararla çevresel kirliliği doğrudan yaşam hakkını tehdit eden bir unsur olarak kabul etmiştir. Belki de en önemlisi de çevresel verilere erişim ve halkın bilgilendirilmesi hakkını temel bir insan hakkı olarak tescil etmesidir. Bu karar, özellikle şeffaflık ve bilgiye erişim hakkı konusundaki vurgusuyla günümüz çevre mücadelesinin tam kalbine dokunuyor. Türkiye'deki termik santral emisyon verilerinin ticari sır perdesi arkasında gizlenmesi ile İtalya'da yetkililerin halkı çevresel riskler konusunda karanlıkta bırakması arasındaki paralellik, çevresel adalet mücadelesinin evrensel boyutunu gözler önüne sermektedir. Artık çevresel bilgiye erişim hakkı yaşam hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmek zorundadır.
Sonuç olarak, bu dava hukuk dünyasında yeni bir sayfa açarken aslında çok daha derin bir gerçeği de ortaya koymaktadır. Çevresel adalet bir lüks değil, yaşamsal bir zorunluluktur. Bu karar çevre davalarında yeni bir dönemin kapılarını açarken Türkiye'de Afşin-Elbistan davası bu yeni hukuki çerçevenin ilk test alanlarından biri olarak öne çıkmaktadır. Bu dava birçok açıdan İtalya'daki durumla paralellik göstermektedir. Bölgedeki hava kirliliği seviyelerinin limit değerlerin katbekat üzerinde olması, ÇED raporlarının güncel Avrupa Birliği standartlarına uymaması ve devletin halkı yeterince bilgilendirmemesi her iki davada da öne çıkan ortak noktalardandır.
Yine, AİHM 2005 yılında Türkiye'yle ilgili Kemerköy, Yeniköy ve Yatağan Santrallerinin çevreye verdikleri zararlardan ötürü kapatılması gerektiğine karar vermişti. Sonuç ne oldu? Buna rağmen bu 3 santral yirmi yıldır çalıştırılıyor, vatandaşı zehirliyor. Yaşam hakkı ve çevre hakkı ihlallerine devam edilmektedir bu ülkede. Bu ülkenin yaşamı savunan, doğayı savunan, iklim adaletini savunan ve insan haklarını savunan katılımlı bir süreçle imzalanacak gerçek bir iklim kanununa acilen ihtiyacı vardır. Bu teklif daha fazla vakit kaybedilmeden geri çekilmeli. Sivil toplum kuruluşlarının ve bilim insanlarının görüş ve önerileriyle bilimi, iklim adaletini ve toplumsal ortak faydayı önceleyen bir perspektifle uygun olarak hazırlanması gerekmektedir. Hazırlanacak iklim kanunu ticaret kanunu değil, doğa için, yaşam için, toplum için bir kanun olmalıdır. İklim adaleti perspektifi tasarlanmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
KAMURAN TANHAN (Devamla) - Teşekkürler.
Halk sağlığını güvence altına almalıdır bu iklim kanunu. Üst ölçekli ekosistem planlaması yapılmalıdır, iklim değişikliğine uygun politikalar geliştirilmelidir. Afet eylem planları, gıda ve su politikaları iklim krizi gerçekliği dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Halkın katılımı sağlanmalı ve hesap verilebilir olmalıdır. Burada sorulacak tek bir soru var: İnsan hayatı mı yoksa çevre hukukunda çıkar ilişkileri mi daha geçerli, daha gerçekçi? Elbette biliyoruz, AKP iktidarı çıkar ilişkilerini önceleyecektir.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)