Konu: | İklim Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 102 |
Tarih: | 26.06.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ İRMEZ (Şırnak) - Teşekkürler Sayın Başkanım. Ayrıca yeni görevinizde başarılar diliyorum.
Ekranları başında bizleri izleyen tüm Türkiye halklarını da sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Bugün, yine, tartışmalı bir yasanın görüşmelerindeyiz. Ne yazık ki AKP iktidarının bizleri artık şaşırtmayan, demokratik hiçbir usulün işletilmediği bir yasa yapım süreciyle karşı karşıyayız. Kanun tekliflerinin komisyonlara alelacele getirilmesi suretiyle kamuoyunda tartışılmasının önüne geçilmesi, iktidarın yaratacağı yıkımların önünü, üstünü örtme niyetinin açık bir göstergesidir. Kanun teklifleri sivil toplumdan saklanmış, âdeta kaçırılmıştır; sermayenin çıkarına, insafına ve inisiyatifine terk edilmiştir. Sipariş usulüyle hazırlanan bu yasalarla bir avuç sermayedarın kazanacağı paralar milyonların iyiliğine tercih edilmiştir. AKP iktidarının ağzından düşürmediği yeşil dönüşümdeki "yeşil" ağacın ya da doğanın değil doların rengidir.
Değerli milletvekilleri, bugün dünya bir iklim ve ekolojik krizle karşı karşıyadır. Bu kriz yaşamı bitirme, hayatı sonlandırma potansiyeline sahiptir. Her geçen gün çöküşe bir adım daha yaklaşmaktayız. Muktedirler bu yıkıcı sonu görmekten imtina etmekte, halkların farkındalığını köreltmektedir ancak yaşamı ve doğayı savunan güçler her daim var olmakta ve bizlere umut vermektedir.
Bakınız, iklim ve ekolojik krizinin iki tarafı vardır. Bir tarafta devletler, devletleşmiş sermaye grupları ve ulusüstü şirketler vardır. Bu aktörler kâr hırsı uğruna doğayı, suyu, ağacı, yaşamı ve nihayetinde yerküreyi yok etme hakkını kendilerinde görmektedir. Diğer tarafta ise kapitalist modernitenin ekolojik yıkımına karşı mücadele eden, dayanışmayı büyüten ve geri adım atmadan direnen, emek ve ekoloji mücadelesini birleştiren halklar vardır. Bu evrensel çelişki dünyanın her köşesinde olduğu gibi Orta Doğu'da ve Türkiye'de de kendisini göstermektedir. Sermayenin ve AKP iktidarının "iklim kriziyle mücadele" adı altında pazarlamaya çalıştığı yok etme projelerine karşı halklar ayaktadır ve direnmektedir. Salı günü Meclis önündeydiler, daha önce Kaz Dağları'nda, Akbelen'deydiler; Cudi'de, Gabar'da, Şırnak'ta, Dersim'deydiler; Lice'de, Ağrı'da, Kars'ta idiler; ayrıca Trabzon'da, Giresun'da, Rize yaylalarında, Karadeniz'deydiler; ortaklaşarak, yeni dayanışma ve mücadele ağları kurarak devletli akla karşı direniş ruhunu büyüterek ekokırıma ve iklim krizine karşı çözüm ve çare aramaktadırlar.
Bakınız, bu getirilmek istenen İklim Kanunu'nda neler var: Bu kanun iklim krizinin aciliyetine değil karbon ticareti piyasasının gereklerine göre kurgulanmıştır. Halkın, sivil toplumun, ekoloji platformlarının sürece katılımı dışlanmıştır. Doğanın metalaştırılması, alınıp satılması hedeflenmiş, yasa sermayeye kalkan olmaya niyetlenmiştir. Sanayi sektöründe karbon salınımını azaltmak yerine emisyon ticaret sistemi ve karbon kredilendirme mekanizmaları gibi piyasa temelli çözümler öne çıkarılmıştır. Yenilenebilir enerji yatırımları teşvik edilmiş gibi görünse de asıl amaç, fosil yakıtlardan arınmak değil, enerji şirketlerine yeni para aktarım kanalları yaratmaktır. İklim düzenlemelerine uymayan şirketlere yönelik sembolik para cezalarıyla mücadele ediliyormuş gibi bir algı yaratılmaktadır. Avrupa'da fosil yakıt tüketimi azalırken Türkiye'de tam tersi bir eğilim gözlenmektedir.
Değerli yurttaşlar, kanun teklifinin diğer maddelerine ilişkin detaylı değerlendirmeleri vekil arkadaşlarımız aktaracaktır ancak ilk elden söyleyeceğim şudur ki az önce belirttiğim hususlar çerçevesinde bu teklifin varlığı, amacı ve hatta motivasyonu iklim kriziyle mücadele etmek değil bu mücadeleyi temel gündemi hâline getiren ekolojistlerle mücadele etmektir. İktidarın doğa tasavvurunda insan yoktur, doğanın temel elementleri hiç yoktur. İnsan-doğa ikiliğinde kurulması gereken demokratik ilişki yerine, talanın tahakkümü ikame edilmek istenilmektedir. Kapitalizmin yıkıcı doğasına karşı çanak tutan bu anlayışa ve politikalara hiçbir zaman "evet" demedik ve "evet" demeyeceğiz.
Değerli milletvekilleri, şimdi sizlere iktidarın ekokırımı ne boyutlara ulaştırdığını somut biçimde, yer adları vererek talanın nasıl gerçekleştirildiğini aktarmak istiyorum. Başta, Şırnak'tan bahsetmek istiyorum çünkü kırım politikasının en damıtılmış hâlini, en acımasızını burada, yakıcı ve yıkıcı bir biçimde deneyimlemekteyiz.
Şırnak özel bir politikanın merkezi konumunda yer alıyor. Ağaç kesimleri, güvenlik barajları, termik santraller, maden sahaları, kum ocakları ve şimdi de delik deşik edilmek istenilen dağlarımızda devam eden petrol arama ve üretim faaliyetleri; bu ağaç düşmanı, doğa düşmanı iktidar Şırnak'ta orman varlığını bitirmeye ant içmişçesine hareket ediyor. Cudi'de, Besta'da, Faraşin'de, Beytüşşebap'ın Komate bölgesinde, köylerde, mezralarda ve yaylalarda ağaç kesimleri aralıksız bir şekilde devam ediyor. Valilikten izinli devlet kurumlarını arkasına almış korucular, bazı muhtarlar ve ihaleciler üçgeninde baskıyla ve korkutmayla sözleşmeler yapılıyor, rıza alınmış gibi gösterilerek bu talan mevzuatlara uydurulmaya çalışılıyor. Türkiye Çölleşme Hassasiyet Haritası'na baktığımızda Şırnak "yüksek hassasiyet" sınıfında kıpkırmızıyla işaretlenmiş. Bu, çölleşmenin tehdit edici bir noktaya ulaştığını açıkça gösteriyor.
Şimdi, Şırnak kara yolunda her saat görülebilecek ağaç kütüklerini taşıyan kamyonlar yıkımın boyutunu gözler önüne seriyor. Sözde "güvenlik" gerekçesiyle bu ağaçlar kesiliyor. Açıkça ifade etmek istiyorum: Bu yapılanlar bir çevre kıyımıdır, ekolojik yıkımdır, doğaya, ağaca ve yeşile karşı açık bir düşmanlıktır. Bir yandan "İklim değişikliğiyle mücadele." diyeceksiniz "Çevreyi, doğayı, ekolojiyi koruyacağız." diyeceksiniz ama öte yandan iki yıldır aralıksız devam eden ağaç kesimlerine göz yumacaksınız. Bu çelişkiler yumağı tam da AKP iktidarının varlık özetidir.
Yine, Diyarbakır'ın Geliye Goderne, Lice ve Kulp bölgelerinde doğaya yönelik yoğun bir saldırı söz konusu. GES'lerle, HES'lerle, maden şirketleriyle bir coğrafyanın belleği yok edilmek isteniyor. Bu doğa talanı aynı zamanda bir bellek yıkımıdır çünkü insanların zihninde geçmişe dair ne varsa silinmek isteniyor. KİT Komisyonunda da dile getirdim, Diyarbakır'da açılan 200'e yakın petrol kuyusu var ve bunların büyük bir bölümü tarım arazileri ile ormanlık alanlarda bulunuyor. Şimdi, bu kadar yıkım ortadayken biz iktidarın gerçekten iklim kriziyle mücadele etmek istediğine nasıl inanalım? Biz nasıl yeşil dönüşümün nihai hedef olduğuna kanaat getirelim? Bakınız, Bitlis'te de son dört yılda ormanların yok edilmesi için 54 ihale gerçekleştirilmiş, bunların 11'inde ise teröre müzahir bölge iddiasıyla jandarma gözetiminde ağaçlar kökünden sökülmüştür. Güvenlikçi politikaların şemsiyesi altına sığınılarak yürütülen bu doğasızlaştırma politikaları meşrulaştırılmaya çalışılsa da hiçbir haklı ve geçerli yanı yoktur. Dile getirdiğimiz yıkım sadece bizim yaşadığımız bölgede değil tamamıyla tüm Türkiye'ye yayılmış durumundadır. Meselemiz her zaman ağaç, doğa ve ekoloji olmuştur ve olacaktır. İnsan, doğa karşıtlığı temelinde değil ilişkisel ve demokratik bir zeminde ekolojik yeni yaşamın temelini atmak ve bunu geliştirmek hiç olmadığı kadar elzem ve vazgeçilmezdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun tamamlayın.
MEHMET ZEKİ İRMEZ (Devamla) - Türkiye'de barışa dair umutların arttığı bu dönemde sermayenin bekasını değil toplumun huzurunu korumamız gerekmektedir. Bir canavar misali etrafındakileri yakıp yıkarak çevre felaketine her gün bir adım daha yaklaştırarak varlığına zaman kazandırmak isteyen kapitalizme ve onun hizmetkârlarına boyun eğmeyeceğiz. Ekolojik kent yaşamı, talanın olmadığı köy yaşamı uzakta değil bizim mücadele pratiğimizin ve özgür yaşam arzumuzun yanı başındadır. İklim krizi temel gündemimiz olmak zorundadır. Yaşanılabilir bir dünya, yaşanılabilir bir Anadolu ve Mezopotamya varlık amacımızdır diyerek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)