GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İklim Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:104
Tarih:02.07.2025

SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iklim adaleti, doğaya, canlı hayata, sanata saygı hep aynı sorumlulukta temellenir. Ben de bu yürürlük maddesinde başka bir içerik olmadığı için gecenin bu vaktinde hazır böyle de bir kalabalık varken bu sorumluluk, bu ortak sorumluluk çerçevesinde bir şiirden yola çıkarak düşünmek istiyorum. Türkiye'nin en önemli şairlerinden Gülten Akın'ın bir şiiri -şiirleri, biliyorsunuz, onlarca dile çevrildi, en az 40 şiiri bestelendi- bu bağlamdaki sorumluluğumuzu hatırlattığını düşündüğüm bu şiir sanırım iklim adaleti ya da doğaya sorumluluğu da düşünmenize çok elverişli.

Şiirin adı: Savaşı Beklerken.

"Nergisten sorumlu değilmişim bunu öğrendim

Kar umarsız yağabilir, ayaz çıkabilir

Uzun sürebilir, kötü şeyler olabilir

Nergis uyanmayabilir

Ne ışgını ne dalı sor ne de tomurcuğu

Aklım kırık, şaşırdı eski beklentilerim

Kimyasal korkular, kanlı gecelikler, dalgalı sirenler

Çocukları koyver, nereye gitseler ne yapsalar

Nasılsa füzeler, bombalar onları buluyor

Nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan

Yanlış mı belledim, insan sorumluluktur."

İnsan sorumluluktur; doğadan sorumludur, nergisten sorumludur ve bu sorumluluk ahlâkı üzerinde düşünmek aslında uzunca bir zamandır iklimle birlikte de düşünülen bir şey.

Bu çerçevede, bilinen çok önemli çalışmalardan biri 1979 yılına aittir ve ta o tarihte yeni teknolojiler karşısında geleneksel ahlâkın, doğaya, canlı yaşama karşı ahlaki fikirlerin artık yeterli olmadığını ve yeni bir etik çerçevenin geliştirilmesi gerektiğini söylüyor bir Alman filozofun 1979 tarihli "Sorumluluk İlkesi" başlıklı eseri. Bu eser eskiden yapıp ettiklerimizin kısa sürede ve dar bir çevrede etkili olduğunu söylüyor. Oysa bugün, yapıp ettiklerimizin ve kullandığımız teknolojinin sonuçları hem küresel ölçekte etki yaratıyor hem de gelecek kuşaklara kadar aktarılan bir etki söz konusu oluyor. Dolayısıyla da bu sorumluluk, bizim aynı zamanda doğaya karşı sorumluluğumuz; yeni teknolojilerin, bütün barajların, HES'lerin, GES'lerin yarattığı tahribat bizim gelecek kuşaklara olan sorumluluğumuz çerçevesinde de düşünülmesi gereken bir şey.

Bu çerçevede baktığımız zaman, geçen haftadan beridir konuştuğumuz bu İklim Kanunu, işte "yeşil büyüme" "sürdürülebilir kalkınma" "temiz enerji" "yeşil dönüşüm" "yeşil finansman" "şeffaflık" "karbon emisyonu" gibi birçok böyle kimisi süslü, kimisi aslında çok da içeriğe dair bir duygu uyandırmayan kelimeler altında kayboluyor, bu sorumluluğu göremiyoruz. Dolayısıyla bu görmediğimiz sorumluluk bize talan getiriyor, yeniden ve yeniden talan getiriyor ve aslında bu talan, bu yıkım, bu yangın...

İşte, günlerdir yangın var, son iki günde sanırım 68 yangın kaydedilmiş. Bu yangın da aslında bugün 2 Temmuzu anarken üzerine konuştuğumuz yangından çok ayrı da düşünülemez, hepsi aynı sorumluluk çerçevesinde karşımıza gelen şeyler. Doğaya saygısı olmayanın insan yaşamına da saygısı olmuyor. Talan, yurttaş aleyhine işleyen ekonomi, alanlarımıza göz diken şirketler ve yurttaşın hakkından çok, şirketlerin hakkına ihtimam gösteren bir anlayışla karşı karşıyayız. İklim krizi de bu nedenle önemi hiç anlaşılmamış, uluslararasında devreye giren mekanizmalar ya da mevzuat çalışmalarına destek olunmamış ve birçok veçhesiyle geri döndürülemez bir karakter kazanmış bir kriz olarak karşımızda duruyor. Son iki günde 68'i orman yangını olmak üzere 150 yangın, toplamda 150 yangın. Bu yangınlar hafızamızda ortak bir yangına dönüşüyor ve biz bütün bu yangınlardan geride kalanlarız. İşte, Madımak şairi Metin Altıok'un söylediği gibi; geriye sen kaldın işte. Ne yapacaksın bu krizle, bütün bu yangınlarla, bu hafıza yangınlarıyla, bu mekân yangınlarıyla? Bu talanla devam edemeyiz, her şeyden önce aklımızda olması gereken bu.

Benim kendi seçim bölgemden bir örnekle devam ediyorum. Doğa tahribatı Türkiye'nin her yerinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

SEVİLAY ÇELENK (Devamla) - Diyarbakır'da Kulp ilçesine bağlı Cikse kırsal mahallesinde, yerleşim yerlerine yalnızca 48 metre uzakta ortak mera alanına özel bir şirket tarafından yaklaşık 40 bin güneş paneliyle güneş enerji santrali kurulmak isteniyor. Bu proje köylülerin yaşam alanlarına, meralarına, emeklerine karşı doğrudan bir tehdit oluşturuyor. ÇED olumlu raporları çabucak alınıyor, hiçbir şeffaflık yok, hiçbir katılımcılık yok; "yeşil büyüme" deniyor ama yeşil talan ediliyor. Bu şekilde devam eden bu doğa tahribatı sonucunda baş başa kalacağımız şey gerçek bir yıkımdır. İklim Kanunu Teklifi bu sorumluluk çerçevesinde düşünülmeliydi ama işte burada madde madde geçirildi ve bu sorumluluk aslında hiçbir şekilde bir gündem bile olamadı. Doğaya sahip çıkmalıyız, doğaya sahip çıkmayan kendi hayatına da sahip çıkamaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)