GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:33
Tarih:10.12.2011

MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; Emniyet Genel Müdürlüğü 2010 yılı kesin hesabı, 2012 yılı bütçe kanun tasarısı için Milliyetçi Hareket Partisi görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Emniyet Genel Müdürlüğü 1845 yılından bu yana bugünkü yaklaşık sayısıyla 230 bin civarında personeli ve 1.300'ün üzerinde polis merkeziyle vatandaşın huzuru, can ve mal emniyeti için hizmet vermektedir.

Bugün, AKP Hükûmeti tarafından hazırlanan bütçesi üzerinde değerlendirme yapacağımız Emniyet Genel Müdürlüğünün kurumsal ve mesleki olarak çeşitli sorunları vardır. Emniyet teşkilatı çalışma şartları itibarıyla maalesef ulusal ve uluslararası standartların dışında hizmet vermektedir. Bir emniyet mensubu için çalışma saati, mesai belli bir saatte başlamakta ama ne zaman biteceği bilinmemektedir. Dolayısıyla ulusal ve uluslararası standartların dışında bulunan bu çalışma saatleri herhangi bir fazla ödemeyle de, ilave ödemeyle de karşılık bulunamamaktadır. Bu açıdan, Emniyet Genel Müdürlüğü çalışanlarının, ya ilave ödemelerle ya da çalışma saatlerinin düzenlenmesiyle bir huzura, bir düzene kavuşturulması gerekmektedir.

Özlük hakları açısından da emniyet personelimiz maalesef çok da iyi durumda değildir.  Ek göstergeleri  2200 civarında olan emniyet amirinden polis memuruna kadar olan kesim diğer mesleklerdeki muadilleri 3600 ek gösterge almakta iken buna razı durumdadırlar. 

Yüzde 85'i yüksekokul mezunu olduğu söylenen ve bununla övündüğümüz emniyet mensuplarının ek göstergelerinin en az 3600 olarak düzenlenmesi, diğer rütbelerin de buna göre teselsül ettirilmesi hakkaniyet açısından doğru bir yaklaşım olacaktır. 

Bu arada, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile özlük haklarında yapılan düzenlemelerde polis başmüfettişleri ve merkez emniyet müdürlerinin hariç tutulmasını da anlamak mümkün değil. İktidar partisi isminde bulunan "adalet" kelimesiyle ilgili en ufak bir fikir sahibi ise lütfen bu adaletsizliği düzeltsin.

Diğer yandan, son dönemde  emniyet teşkilatına terörle ilgili yapılan ödemelerde  adı  terör olaylarıyla daha çok zikredilmeye çalışan illerin de dâhil edilmesinin, özellikle Osmaniye gibi illerin, oradaki personelin  terör tazminatıyla  ödüllendirilmesinin ya da hizmetlerinin karşılığının verilmesinin uygun olacağını düşünüyorum.

Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan sivil memurların da durumları pek iç açıcı değildir. Muadilleri olan diğer kurumlarda çalışan personele göre çok daha zor ve adaletsiz çalışma şartları vardır.

Çarşı ve mahalle bekçilerimiz hâlâ iltifat beklemektedirler.

Özel kuruluşlarda çalışan özel güvenlik personeli sosyal güvenlik açısından ciddi sıkıntılara sahiptirler.

Emniyet personelinin hemen yanı başında bulunan ve benden önceki hatibin de ifade ettiği gibi, mülki idare amirlerinin 6400 ek göstergesi konusunda da Sayın Bakana ve Hükûmete olan inancımı muhafaza etmek istiyorum.

Polis meslek yüksekokullarında geçmiş yıllarda yaşamış olduğumuz hırsızlık, soru hırsızlığı, belli grupların bu soruları alıp yandaşlarına vermesine ilişkin olaylarla bir daha karşılaşmak istemediğimizi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; iç güvenlikle ilgili en önemli kurumlardan birisi olan emniyet teşkilatı şüphesiz ki terörle mücadelede devletin en önemli organlarından birisidir. Türk devleti ve Türk milleti yirmi sekiz yıldır terörle geçen bir sıkıntıya muhatap olmuştur ve bu yirmi sekiz yılın on yılı AKP hükûmetleri tarafından Türk devletinin yönetilmesiyle geçirilmiştir fakat bu terörle ilgili sıkıntılarımız maalesef hâlâ devam etmektedir. Burada en önemli sorunun ben Hükûmetin terörü teşhis etmede büyük bir hata yaptığı kanaatindeyim. Terörün etnik temelli bir sorun mu, bir insan hakları ve demokrasi sorunu mu, yoksa bir terör sorunu mu olduğu konusunda seçenekler arasında bocalayan Hükûmet, maalesef doğru bir teşhis koyamamış, dolayısıyla tedaviyle ilgili de ciddi programlar ortaya koyamamıştır.

2002 yılından bu yana iktidar ile başlayan millî değerler ve anayasal kurumlar üzerinden yürütülen gerilimden beslenen siyaset üretme modeli, bugün toplumumuzun barış ve huzurunu tehdit eden bir seviyeye ulaşmıştır.

Hükûmetin iktidar hırsının tahrik ettiği seçim kaybetme endişesi, Türkiye'nin güvenlik kaygılarını ikinci plana itmesine neden olmuştur. Her seçim öncesi artan terör eylemleri Hükûmetin geçici bir rahatlama sağlama adına terör örgütü ve İmralı'ya tavizler vermesine neden olmuştur. 2005 terör, hükûmete terör sorununun siyasal bir sorun olduğunu ve güvenlik merkezli tedbirlerin bir tarafa bırakılarak siyasi çözüme yönelmesini dayatmıştır. Terör karşısında acze düşen Hükûmet bu dayatmaya "eyvallah" demiş ve PKK'nın dayattığı bölücü siyasi çözümü bir hükûmet projesi haline getirmiştir.

Sayın Başbakanın, Anayasa'da yer alan "Türk vatandaşlığı" kavramını basit bir etnik kimlik olarak kabul edip, bunun yerine Türklüğü tasfiye edecek olan "Türkiye vatandaşlığı" tanımını yüceltmesi, Hükûmetin teröre teslim oluşunun bizzat Sayın Başbakanın ağzından kabul ve ilan edilmesidir.

Hükûmetin teslimiyetini Türk devletine karşı kazanılmış bir zafer olarak ilan eden PKK, Habur'da düzenlediği terörist karşılama törenlerine eli kanlı, üniformalı teröristlerini göndermiş ve bütün Türk milletine açıkça meydan okumuştur. Hiçbir pişmanlık duymadığını ve PKK'nın sözde mütareke ve barış şartlarını getirdiğini söyleyen teröristler için mobil mahkemeler kurulmuş ve birer birer hepsi serbest bırakılmıştır. Bu durumun Sayın Başbakan tarafından memnuniyetle karşılanması, Hükûmetin içerisinde bulunduğu âciz, çaresiz ve teslimiyetçi durumun açıkça ilanı olmuştur.

Başbakan, İmralı canisi ve PKK ile müzakerelere başladığını artık saklamamaktadır. Hükûmetle müzakere yürüttüğü yolunda -İmralı ve Kandil'in- ileri sürülen iddialar, bizzat Sayın Başbakanın ağzından ikrar edilmiş, görüşme tutanakları medyaya yansımıştır. KCK soruşturmalarının neden dört beş yıl bekletildiği bu şekilde anlaşılmıştır. Artık merak edilen şey, Oslo görüşmelerinde varılan mutabakatın içinde daha neler olduğudur.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; devletlerin temel görevi, terör tehdidine karşı vatandaşlarının can ve mal emniyetini sağlamaktır. İster dağda olsun ister şehirlerde yaşasın, vatandaşını koruyamayan devlet varlık nedenini kaybetmiş olan bir devlettir. Devleti yönetme hak ve yetkisini elinde tutan hükûmetler, terör örgütlerinin yarattığı tehdit ortamını defetmek için, bir yandan güvenlik kuvvetleri eliyle teröristi imha etmek, bir yandan da ekonomik, sosyal ve psikolojik tedbirlerle terörün istismar ettiği sorun alanlarını ortadan kaldırmak durumundadırlar. Teröristle mücadele silahla yapılırken, terörizmle mücadele ekonomik ve sosyal enstrümanlarla birlikte yürütülmek zorundadır. Buna karşılık, güvenlik ve diğer sosyal tedbirleri bir yana bırakarak sadece terörle siyasi müzakere yöntemini benimseyen çözümler yenilmişlerin, âcizlerin ve güçsüzlerin çözümüdür. Terör örgütünün silahlı güçlerini imha etmeden, şiddetin pazarlık gücünü ortadan kaldırmadan müzakereleri başlatma anlayışı, terörü bitirme değil, terörle silahlı mücadelenin kaybedildiğini itiraf eden ve tek çarenin teröristle anlaşmak olduğunu kabul eden bir anlayıştır. Türk milleti böyle bir anlayışı kabul ve tasvip edemez.

Türk devleti ve emniyet güçlerimiz PKK karşısında yirmi sekiz yıldır şerefli ve fedakâr bir mücadele yürütmektedir. Bu mücadelede terör örgütü defalarca mağlup edilmiş, liderleri yargılanmış ve cezalandırılmıştır. Dağda eli silahlı terörist, bölücü tehditlerine ve cinayetlerine devam ederken, terörist silahlarının gölgesinde eşkıya başlarıyla müzakere yürütme yöntemi Türkiye devletinin kabul edebileceği bir yöntem değildir.

Buradan yüce Meclise soruyorum: Binyıllık coşkuların ve kederlerin, ortak sevinçlerin, hüzünlerin mayaladığı büyük Türk milleti ailesini etnik kalıntılara, kabilelere, kabile artıklarına, aşiret bozmalarına ve ilkel topluluklara ayrıştıracak, ülkemizde suni azınlıklar yaratacak ve bu sözde azınlıkları anayasal statüye kavuşturacak etnik menşeli siyasal bombaları patlatan bu Hükûmet değil midir? Devletimize adını, karakterini, kokusunu veren, köklerimizin, kökenlerimizin, ana dillerimizin ve mezheplerimizin üstünde bir maddi-manevi bağ ile bizi birleştiren, hepimizi bu ülkenin eşit ve onurlu bireyleri yapan "Türk vatandaşlığı" anlayışımızı, "Türkiyelilik" tezi gibi bölücü ve ayrıştırıcı mayınlarla tahrip eden bu Hükûmet değil midir?

Terör örgütü bu ülkede yirmi sekiz yıldır bomba patlatmakta, yirmi sekiz yıldır milletimize ve devletimize kurşun sıkmaktadır. Ancak hiçbir dönemde Türk milleti ve Türkiye devleti bu kadar yaralanmamış, bu kadar hırpalanmamıştır. Hiçbir terörist bomba Türk milletinin millî ve manevi varlığı üzerinde bu kadar tahribata yol açamamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) - Sayın Başbakanın ve Hükûmetinin açılım süreci ile milletimiz ve devletimiz üzerinde yarattığı tahribat yirmi sekiz yıldır PKK'nın patlattığı bomba ve mayınlardan daha büyük millî hasarlara sebep olmuştur.

Bu duygu ve düşüncelerle 2012 bütçesinin hayırlı olmasını diler, yüce Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)