GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:33
Tarih:10.12.2011

BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığının 2012 yılı bütçesi üzerine, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Demokratik ülkelerde adalet her şeyin üstündedir. Toplumun huzuru ve güveni için adaletin etkin bir biçimde işlemesi gerekir. Demokratik hukuk devletlerinde adalet, bağımsız, tarafsız, adil yargıyla sağlanır.

Ülkemizde yargının içinde bulunduğu durumu, fiziki koşulları, yargı personelinin durumu, yargı mensuplarının tayin, terfi, atama durumlarının düzenleniş tarzı, bağımsız yargı açısından ciddi olumsuzluklar yaratmaktadır.

Bugüne kadar çoktan giderilmiş olması gereken yargının sorunlarının giderilmemesinin temelinde, mevcut bugünkü Hükûmet de dâhil olmak üzere gelip geçen tüm hükûmetlerin yargıyı biraz da olsa arka bahçeleri olarak görmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bundan derhâl vazgeçilmesi gerekir. Bağımsız yargı herkes için gereklidir. Yargının asla ve katiyetle siyasal iktidarların yönlendirmesine açık bırakılmaması gerekir.

2012 bütçesinden Adalet Bakanlığına önemli bir pay ayrılmış durumdadır. Birçok il ve ilçede hâlâ mahkemeler çalışma koşulları açısından müsait olmayan binalarda bulunmaktadırlar. Bunlardan bir tanesi de Adana Adliyesidir. Umarım Adalet Bakanlığı, bütçesinin belli bir kısmını bina problemlerinin çözümüne ayırır ve bina sorununa kısa sürede çözüm getirilir.

Sayın Bakan, sizden ayrıca, birey olarak bir ricam var. Birkaç tane de ring aracı alırsanız, belki cezaevi nakilleri sırasında insanlar ring araçlarının içinde cayır cayır yanmaktan kurtulurlar. Fiziki koşulların öyle veya böyle düzeltileceği, bina probleminin kısa sürede çözüleceği kanaatindeyim, ancak yargıdaki personel probleminin, özellikle hâkim ve savcıların mesleğe kabullerinden tutun tayin ve terfi işlerine kadar kolay kolay düzeleceği kanaatinde değilim. Zira, buradan hareketle yargı bağımlı hâle getirilmek istenmektedir. Bu yolla yargı üzerinde baskı ve hâkimiyet sağlanmaktadır.

Tam bu noktada da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşum tarzı Hükûmete bu imkânı sunmaktadır. Bir hukukçu olarak dışarıdan izlediğim kadarıyla, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin seçiminde, daha doğrusu belirlenmesinde Adalet Bakanlığı tarafgir, titiz bir çalışma yapmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen üyelerin AKP ile ideolojik yandaşlık içerisinde oldukları konusunda toplumda oluşmuş genel bir algı vardır. Yargının en tepesinde yer alan, hâkim ve savcıların tayin, terfi, atama ve özlük işlerine bakan kurum tarafsız değilse böylesi bir durumda yargı bağımsızlığından bahsetmek asla mümkün değildir. Balık baştan kokar misali, tepe bağımsız değilse alt kademede bağımsızlık aramak beyhudedir.

Tayin ve terfi işlerinde HSYK tarafsız ve eşit davranmayıp kendi anlayışlarına yakın olanları korur, kollarsa "Bizim bölük" hesabı, aynı bölüğe dâhil olan yargıçlarla adil ve tarafsız yargılama yapılabilinir mi? Yapılamayacağını AKP'li sayın milletvekilleri bizden daha iyi bilirler. "Yok böyle bir şey, hakîm ve savcı atamalarında asla ayrım yapılmıyor." diyenler için bir örnek vermek istiyorum, özellikle Sayın Adalet Bakanının olaydan haberi yok ise duyup düzeltmesi için örnek vermek istiyorum:

Bundan kısa bir süre önce yol boyundaki bir mola yerinde on beş yıldır hiç görmediğim tanıdık bir savcıyla rastlaştık. Bu savcı birçok il ve ilçede görev yaptıktan sonra Ankara'ya tayin olmuş. Uzun yıllar Ankara'da görev yaptıktan sonra, Refahyol Hükûmeti döneminde rızası dışında Afyon'a tayin ediliyor. Nedenini merak ediyor, soruyor ve kendisinin Afyon'a gönderilmesinin isminden kaynaklandığını öğreniyor. İsim ve soyadı Sünnilerin çok kullandığı bir isim değilmiş; oysa kendisi Sünni ve Karadenizli. Epey uğraştan sonra tekrar Ankara'ya dönüyor. Bundan üç dört ay önce de bu kez Adana'ya tayin ediliyor. Savcının evi Ankara'da. Çocukları Ankara'da ve meslekte de otuz altı yılını doldurmuş bir savcı. "Gideceksin" deniliyor kendisine ve mecburen Adana'ya gidip, görevine o da başlıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun hışmına uğradığını bu arkadaşımız düşünüyor. Bu savcının ismini de Sayın Bakan vaki haksızlığı gidermesi için kendisine vereceğim.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yandaş oluşturmak kurulu değildir. Bu savcıya yapılan haksızlıktır, keyfîliktir. Umuyorum, Sayın Bakan bu haksızlığın üzerine gidecektir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana iktidara gelen siyasi partiler her ne hikmetse özel mahkemeler sevdasından hiç vazgeçmediler. 1920 yılından itibaren istiklal mahkemeleriyle başlayan özel mahkemelerin tamamı statükoyu korumak amacıyla kurulan, resmî devlet ideolojisi doğrultusunda karar veren, statükoya ve resmî devlet ideolojisine muhalif olan herkesi cezalandırma amacı güden mahkemelerdir. Statükocuların oluşturduğu mahkemelerdir. Bu mahkemeleri koruyan, bu mahkemelerin varlığına son vermeyen hükûmetler de statükoyu savunan hükûmetlerdir. Bu anlamda, özel görevli mahkemeleri oluşturan AKP Hükûmeti de maalesef statükocudur.

Özel mahkemeler demokrasiye, hukuk devletine, düşünce ve ifade özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne katkı sunan mahkemeler değildir; tam tersi bunları darbeleyen, bağımsız ve tarafsız yargıyı zedeleyen mahkemelerdir.

İstiklal mahkemeleriyle başlayan özel mahkemeler uygulamasına sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri ve günümüzde de "özel görevli mahkemeler" adı altında devam edip, gelinmiştir. İstiklal mahkemeleri muhalif olan yurttaşların kellesini koparmaktan, sıkıyönetim mahkemeleri ile devlet güvenlik mahkemeleri gencecik insanların ölüm fermanlarını yazmaktan başka hangi işe yaramışlardır? Şimdiki özel görevli mahkemeler de tekçi zihniyete dayalı resmî devlet ideolojisine, diğer bir deyimle statükoya muhalif olan on binlerce insanı cezaevine atmaktan başka hangi işe yaramaktadırlar? Demokrasimize katkı sunmuşlar mıdır? Yargı bağımsızlığına mı katkı sunmuşlardır? Muhalifleri susturmaktan başka hangi işe bu mahkemeler yaramışlardır? Bu mahkemeler için, halkın sırtından, boğazından çekip aldığınız vergi paralarıyla oluşan bütçeden pay ayırmak bana göre günahtır, yazıktır. Yapılacak tek şey, bu mahkemeleri derhâl kapatmaktır. Ziya Paşa der ki: "Kadının davacı olduğu, mübaşirin de şahit olduğu mahkemenin adaletinden kuşku duyulmaz mı?" Tam da Ziya Paşa'nın dediği gibi, özel görevli mahkemeler, hâkimin davacı, mübaşirin şahit olduğu türden mahkemelerdir. Bu mahkemeler var olduğu sürece toplumsal barışı sağlamamız asla ve asla mümkün olmadığı gibi, adalet ekseninde devletin güvenilirliğini de sağlayamayız.

Değerli milletvekilleri, bu mahkemeler üzerinden, AKP Hükûmeti, muhalif siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, aydınlar, gazeteciler, yayıncılar, bilim adamları, üniversite gençliği üzerinde terör estirmektedir. Demokratik yollarla susturamadığı muhalefeti bu mahkemeler üzerinden susturmaya, baskı altında tutmaya çalışmaktadır. Yüz binlerce oy almış, seçilmiş milletvekillerinin tutukluluklarının devamında ısrar eden, ne yazık ki bu mahkemelerdir. Seçilmiş belediye başkanlarını, belediye meclis üyelerini, il genel meclis üyelerini, siyasi parti üst düzey yönetici ve üyelerini, gözünü kırpmadan topluca tutuklayan yine bu mahkemelerdir. Saçını kesen üniversite öğrencilerini, poşu takan üniversite öğrencilerini, üniversite profesörlerini, bilim adamlarını, yazarları, yayıncıları, gazetecileri tutuklayan işte bu mahkemelerdir.

Değerli milletvekilleri, adaletsizliğin alabildiğince yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Yargılamanın her aşamasında adaletsizlik, hukuksuzluk diz boyudur. Öyle bir ülke hâline getirildik ki takip edilmeyen, gizlice dinlenilmeyen, mahremiyetine kadar izlenmeyen tek kişi kalmadı. Bunun hesabını yarın AKP nasıl verecek, işin doğrusu anlamış değilim. Toplum giderek adaletsiz ve karanlık bir ortama doğru sürüklenmektedir. Soruşturması gizli, takibi gizli, dinlenmesi gizli, tanığı gizli kovuşturma ve soruşturmalara uğramayan neredeyse tek muhalif kişi bu ülkede kalmamıştır. Yargılamada taraf olan, savunma görevi yapan, mesleklerini ifa eden avukatların topluca suçlanıp tutuklandığı, savunma haklarının ortadan kaldırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Hazırlık soruşturmaları toplu gözaltılarından dolayı çok uzun sürüyor, iddianameler geç hazırlanıyor, davalar geç açılıyor. Pratikte ne yazık ki önce sanık veya sanıklar bulunuyor, sonra deliller toplanıyor, insanlar mağdur ediliyor. Cezaevlerine konan tutuklular cezaevi koşullarından dolayı âdeta işkence görmektedirler. Cezaevleri kapasitelerinin çok üstünde tutuklu veya hükümlerle doldurulmuştur, 6 kişilik koğuşta 18 kişi kalıyor, bu bile tek başına işkencedir. Adana Kürkçüler Cezaevinden, Osmaniye Cezaevinden, Gaziantep ve Pozantı cezaevlerinden yüzlerce mektup geliyor, deniliyor ki: "Bize dışarıdan eşya alma yasağı konulmuş, 1 liraya, 1,5 liraya dışarıdan aldığımız bir diş fırçasını, diş macununu biz burada 6 liraya alıyoruz, 4 misli, 5 misli daha pahalısına alıyoruz." Ben soruyorum: Bu cezaevleri kantinlerine hangi yandaşın firması mal veriyor, kantine hangi yandaşın firmasından mal alınıyor?

TRT 3 yayınlarının da özellikle Meclis yayınlarını verdiği için cezaevlerinde izlenmesi yasaklanmıştır.

Tüm bu olup bitenlere Meclis seyirci kalmamalı. Bu duruma isyan etmeliyiz. Bu durumu düzeltecek yasal düzenlemeleri derhâl yapmalıyız. Hak ve özgürlüklerden dem vuran Sayın Başbakan ve partisi AKP, başta örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere tüm özgürlüklerin rafa kaldırıldığını görmüyorlar mı? Mevcut Terörle Mücadele Yasası'nın 7'nci maddesi ile Türk Ceza Kanunu'nun içine serptirilmiş onlarca madde varken hak ve özgürlüklerin olamayacağını bilmiyorlar mı? Şiddet unsurunun varlığını dahi aramayan Terörle Mücadele Yasası'ndan muzdarip on binlerce insanın var olduğunu görmüyor muyuz?

Özel görevli ağır ceza mahkemelerinin Türkiye'nin de imzacıları arasında yer aldığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Avrupa Birliğinin istemi üzerine ortadan kaldırmak zorunda kaldığımız devlet güvenlik mahkemelerinin yerine, AKP tarafından, hülleyle, özel görevli ağır ceza mahkemelerinin ikame edildiğini de hepimiz çok iyi biliyoruz. Devlet güvenlik mahkemeleri ile özel görevli ağır ceza mahkemeleri arasındaki tek farkın isim değişikliği olduğunu; görev, yetki, yargılama usulleri açısından aralarında hiçbir farkın olmadığını bilmeyen tek Allah'ın kulu var mıdır?

AKP'nin totaliter bir rejimi savunduğu veya savunacağı düşüncesinde değilim ancak son dönemlerde işlerlik kazandırılan yasalar, güvenlik güçlerinin aşırı derecede öne çıkarılması, ne yazık ki, polis devleti görüntüsü verdiği gibi "Totaliter bir rejime doğru mu gidiyoruz?" düşüncesine katkı sunmaktadır. Bu ülke böyle bir görüntüyü hak etmiyor. Gelin, demokratik bir Türkiye için, daha demokratik bir cumhuriyet için el ele verelim, bin yıldır birlikte yaşadığımız, burada?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bozlak.

MURAT BOZLAK (Devamla) - Bir dakika süre verirseniz?

BAŞKAN - Öyle bir usulümüz yok, lütfen Sayın Bozlak.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Var Sayın Başkanım, herkese kullandırdınız. Bir dakikadan ne olur? Kesenizden ne çıkar?

BAŞKAN - Evet, sözünü kesmiştim, onun için efendim.

Lütfen Sayın Bozlak.

MURAT BOZLAK (Devamla) - Peki Sayın Başkan.

Teşekkürler Sayın Başkanım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.