Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 109 |
Tarih: | 16.07.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA AYTEN KORDU (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Komisyon Başkanı Sayın Varank burada değil ama her ne kadar kendisi çok düşünceleri dikkate almasa da duyuyordur...
ŞEREF ARPACI (Denizli) - Orada, orada.
AYTEN KORDU (Devamla) - Burada mı?
ŞEREF ARPACI (Denizli) - Arkada, en arkada.
MUSTAFA VARANK (Bursa) - Buradayım!
AYTEN KORDU (Devamla) - Gördüm Varank Bey.
Yani ballandıra ballandıra anlattığı yirmi sekiz saatlik Komisyon toplantısının nasıl başladığını kendisine hatırlatmak isterim. Çok küçük bir odada, yaşam savunucularını dışlayarak, içeri almadan, yaşanan yoğun gürültülü patırtılı, hatta Meclisin kendi ortamına hiç yakışmayacak şekilde, Meclisin içerisinde yaşam savunucularının nasıl yerlerde süründürülerek Komisyonun ancak saat öğlen 12'de başlayabildiğini kendisine hatırlatmak isterim. Dolayısıyla o yirmi sekiz saatlik meşhur kesintisiz süren toplantının sağlıksız, verimsiz bir şekilde sürdürüldüğünü buradan bir kez daha belirtmek istiyorum.
Evet, yaşam savunucuları çok yoğun mücadeleyle içeriye alındı, kendileri dinlenildi ama zerreyimiskal hiçbir düşünceleri bu teklife yansımadı. Aynı şekilde bu Komisyona, Meclise, haftalara yayılarak tekrar Meclisin gündemine getirildi. Dolayısıyla öyle çok da iyi süren, verimli süren bir Komisyon toplantısı değildi. Sanırım yirmi sekiz saat süren, rekor kıran ama en verimsiz Komisyon toplantılarından bir tanesiydi diyebilirim.
Şimdi, burada, haftalardır bu torba yasayla Meclise getirilen ama Maden Kanunu Teklifi olan bu torba yasanın kendisi işte köylülerin, çiftçilerin, ekolojik örgütlerin, çeşitli meslek gruplarının tüm itirazlarına rağmen maalesef önerileri hiçbir şekilde dikkate alınmadan yeniden Meclis gündemine getirildi.
Burada şu anda da belki devam eden tüm halklar "Toprağımızı savunuyoruz." diyerek tarlasını, bağını, bostanını, hayvanlarını, işini, gücünü, evini bırakarak Meclisin hemen önünde parklarda yatmakta ve coğrafyanın dört bir yanından bu insanlar bu teklifin geri çekilmesi için eylemler ve açıklamalar yaparak Meclise seslenmekteler. Tabii, üzücüdür ki bu kadar yoğun açıklamalara ve itirazlarına rağmen dikkate alınmayışları. Bugün belki işte bir grubun "Biz artık açlık grevine başlayacağız." diyerek yeni bir tepki biçimi girişimine de başlandı. Aslında bu Mecliste bulunan bütün vekillere seslenen halk, açlık grevi gibi belki son noktaya gelebilecek, son çareye başvurabilecek bir aracı da kendi önlerine koymuş oldular.
Bu metin sadece bir yasa teklifi değil sayın vekiller, bu teklif kapitalist akılla ranta, talana, sömürüye dayalı, doğaya karşı ilan edilmiş açık bir savaş yaklaşımıdır, açık bir savaştır aslında. Bu teklif, tüm coğrafyamızın dört bir yanındaki ormanlarını, tarım arazilerini, zeytinliklerini, su kaynaklarını ve meralarını yani hepimizin ortak yaşam alanlarını metalaştırmaya, sermayeye sınırsız olarak açmaya, mülküne el koymaya dayalı getirilen yasalardır, bunların yasalar eliyle meşrulaştırılmasından da başka bir şey değildir.
Şimdi, teklifin birçok maddesi problemli, çeşitli sıkıntılar taşımakta, bütününde bir sıkıntı var ama bazı maddeler özellikle çok daha sıkıntılı. Çevresel Etki Değerlendirmesi yani ÇED süreçleri süper izinle tamamen etkisizleştirilerek kurum görüşleri göstermelik hâle getirilmektedir. Orman ve tarım izinleri MAPEG'e devredilerek başvurulara üç ay içerisinde cevap verilmezse olumlu görüş verilmiş olarak sayılacağı özellikle belirtilmektedir. Bu, zımni bir onay düzenlemesi, çevre hukukunun temel ilkelerinin, Anayasa’nın 56'ncı maddesine ve uluslararası doğa koruma sözleşmelerine tamamen aykırı bir yaklaşımdır. Bu kanun teklifiyle beraber ormanlar çok açık ve net şirketlere devrediliyor. Böylece maden sahasına denk gelen devlet ormanları Orman Genel Müdürlüğünden alınarak MAPEG'e devredilebiliyor. Şimdi, bu kanun teklifiyle MAPEG'e imar planı yapma ve ruhsat verme yetkisi verilmesiyle beraber enerji ve maden politikalarının imar planlarını da doğrudan bu kurumun yapması öngörülmekte. Böylece, şehir planlaması ilkeleri, çevresel hassasiyetler ve halkın katılım hakkı baypas edilerek şirketlerin talepleri doğrultusunda planlar hazırlanmakta.
ÇED süreci artık bağımsız çevre kurumlarının, halkın ve yerel yönetimlerin katılımını dışlayan, yalnızca MAPEG eliyle yürütülecek, üstelik ÇED raporu daha tamamlanmadan şirketler diğer izinlerle ilgili başvuru yapabilecekler. Ancak bu yasayla şirketlere önce yatırım ruhsatı, sonra rapor modeli getiriliyor. Yani önce doğayı tahrip edecek faaliyet başlıyor, sonra sözde denetim ve raporlama süreci işletiliyor. 26 Haziran 2025 tarihli yeni ÇED Yönetmeliği'yle ise kapasite eşik değerleri yükseltilmiş ve birçok maden, taş ocağı, rüzgâr ve güneş santrali projesi ÇED süreci kapsamının dışına çıkarılmıştır. Bu teklif, sermayenin "Maden çıkarmamız lazım." talebine koşulsuz itaatin bir ürünüdür. ÇED sürecini bir formaliteye indirgeyerek bilimsel değerlendirmenin, halkın katılımının, denetimin ve kamusal yararın altı oyulmaktadır. Orman Genel Müdürlüğünün verdiği izin "ÇED Olumlu" görüşü sayılacaksa ÇED süreci neden vardır? Bu soruya verilecek samimi bir yanıt yoktur çünkü bu teklifin samimiyetle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.
Buradaki düzenlemelerdeki başka bir sorun; millî parklar, sit alanları, sulak alanlar ve yaban hayatı koruma, endemik bitki örtüsü olan sahaların enerji ve madencilik yatırımlarına açılmasıdır. Bu alanlar, Anayasa’nın 63'üncü maddesi uyarınca korunması gereken doğal ve kültürel değerlerdir. Ancak bu yasayla bu alanlar sermayenin insafına terk edilmektedir.
Yine, bu kanun teklifiyle beraber, ruhsatlı maden sahalarında bir kültür varlığı tespiti yapılması durumunda, ruhsat iptali yerine tazminat ödenerek ruhsatın devamı sağlanmak istenmektedir. Kültürel varlıklarımızın korunması gereken yerlerde bile öncelik doğa değil, şirketlerin yatırım güvenliği olmaktadır. Bu anlamda, şirketlere ruhsat süresi uzatma ve indirim kıyağı getirilmektedir; bu da doğa tahribatının ve çevre felaketlerinin süresinin uzatılması anlamına gelmektedir.
Bu teklifin asıl amaçlarından biri, kaçak enerji yatırımlarına imar affı getirilmesidir. Bugüne kadar ruhsatsız olarak faaliyet gösteren enerji santralleri yeni düzenlemeyle affedilecek, böylece hukuksuz yapılaşmalar meşrulaştırılacak, çevresel tahribatın önü açılacaktır. Buradaki düzenlemelerin getirdiği başka bir sorun, meraların enerji şirketlerine tahsis edilmesidir. Oysa Mera Kanunu'na göre meralar, köy halkının ortak kullanım alanıdır ve kamu yararı olmaksızın başka amaçla kullanılamaz.
Bakın, stratejik ve kritik madenler için Cumhurbaşkanlığı özel kurul yetkilendirmesi söz konusu olacak fakat hangi madenlerin kritik olacağı tamamen belirsiz. Bu yetkiyle "kritik" ilan edilen sahalarda acele kamulaştırma yapabilecek; bu maddenin halkları toprağından, mülkünden eden ve onlara el koyan, Anayasa'ya aykırı bir düzenlemeyi de içerdiği kesin ve açıktır. Muğla'da termik santraller için kömür şirketlerine tahsis edilen 48 köyün ve civarındaki tüm ekosistemin bitirileceği ısmarlama bir yasa yapmak tamamen suçtur, üstelik tüm bölgelerde önünü açan bir düzenlemedir. "Rezerv alan" diyerek Hatay ve pek çok ilde, yine Şırnak'ta kömür için orman bırakılmamış, tarım ve hayvancılık bitirilmiştir; zeytinliklerin taşınması hikâyesi ise tamamen bir aldatmacadır, böyle bir akıl ancak ranta ve talana çalışmaktadır.
Bu teklifin yalnızca doğaya değil kamu denetimine ve yargı süreçlerine müdahale ettiği ortadadır. ÇED sürecinde kurumların vereceği olumsuz görüş dahi kabul edilmeyecek, izin vermeyen kurumlar devre dışı bırakılacak; bu, tam anlamıyla idarenin denetim yetkisinin ortadan kaldırılmasıdır. İnsana, emeğe, toplumun değerlerine sınırsızca talan siyaseti yürütmek, iklim sorunlarına ve önümüzde ciddi su kıtlığı tehlikesine rağmen kapitalizmi önceleyen, ticari yaklaşımla ele alınan politikalar hepimizin geleceğiyle oynamaktadır. İhtiyaçlar toplumun her yönüyle olumsuz etkileneceği bir sorunsal yaklaşımla ele alınamaz. Kendi coğrafyasında bütünlüklü toplumsal barış yaklaşımı belli şirketlerin kâr amacına göre kurulamaz. İktidar tüm itirazlara rağmen "Ben yaparım, benim istediğim olur; halka rağmen halk için yapıyorum." diyerek toplumsallığa böylesine saldıramaz. Kamusal kararlar sosyal adalete, ekolojik dengeye yani demokratik toplum özelliklerine göre ele alınmalıdır. Doğanın ve halkın iradesini yok sayan bu yaklaşım ne ahlaki ne sosyal ne vicdani ne de demokratik bir hukuki ölçüye sığmamaktadır. İstanbul'dan Akbelen'e, İkizdere'ye, Kazdağları'na, Murat Dağı'na, Munzur'a, Şırnak'a, Amed'e, Ağrı'ya kadar halklar bu yasaya rızalık vermemektedir. Gelin yüzlerce kurum ve yaşam savunucusunun önerilerini dinleyelim. Bu yasa teklifi derhâl geri çekilmelidir. Bu bir kalkınma değil, yağma düzenidir. Bu bir yatırım değil, bir talan rejimidir. Bu yasa bir yasa değil, ekokırım planlamasıdır. Ekolojik yaşam her birimizin bu coğrafyada yarınlarını sağlıklı sürdürebileceği bir toplumsal sözleşmeyle kurulmalıdır.
Tüm halkların toprağını, havasını, suyunu koruyan doğa ve yaşam mücadelesini buradan saygıyla selamlıyoruz. Hep birlikte, mutlaka tüm yaşam alanlarımız için sonuna kadar mücadele edeceğimizi buradan bir kez daha belirtiyor, hepsini saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)