Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 111 |
Tarih: | 18.07.2025 |
YENİ YOL GRUBU ADINA MESUT DOĞAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Toplumun dikkatle takip etmekte olduğu Maden Yasası'yla ilgili teklifi Mecliste hep beraber büyük bir hararetle konuşuyoruz. Bu yasa teklifinin muhatabı olan Komisyonun bir üyesi olarak elbette ki normal olan, bizim bu konuyla ilgili konuşmamız ama dün Genel Kurulda şahit olduğum bir konuşma bu fikrimi değiştirdi. Dün çoğu arkadaşımızın şahit olduğu, bahsetmiş olduğum konuşma, bir sataşma sonrasında söz talebinde bulunan İzmir Milletvekilimiz Sayın Tuncay Özkan'ın Mecliste iktidar milletvekillerinin gözlerinin içine baka baka bir belediye başkanı için merhamet talep etmesiydi. Gerçekten o sahne, üzerine binlerce cümle kurulabilecek bir sahneydi; gerçekten o sahne, o tablo, o fotoğraf üzerine onlarca cilt kitap yazılacak şekilde idi. Düşünebiliyor musunuz, şimdi, biz burada bir araya geldik; yıllarca hapishanede yatmış bir milletvekilinin hasta olduğu herkes tarafından bilinen bir belediye başkanı için merhamet talep etmek zorunda kaldığı Mecliste, iktidardan zeytin ağacına, yaşamına saygı bekliyoruz. (YENİ YOL, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) Ne kadar trajikomik değil mi?
Ben şunu hatırlatmak isterim: Bir ülkenin var olabilmesi için o ülkenin mutlak olarak ihtiyaç duyduğu şey otoritedir yani devlet tüzel kişiliğidir ama devletin ömrünün uzun olabilmesi için devlet tüzel kişiliğinin var olması veya otoritenin var olması asla yeterli olmaz. O otoritenin merkezinde adalet olmalı. Peki, adalet olması yeterli mi? Değil. O ülkede huzurun, barışın, kardeşliğin de olabilmesi için adaletin de merkezinde mutlaka merhamet olmalı. Merhameti merkezinde barındırmayan adaletin, adaleti merkezinde barındırmayan devletin ömrü uzun olmaz. O ülkenin varlığı, her daim mutlaka ama mutlaka tartışılır.
Değerli arkadaşlar, hepimiz biliyoruz ve yaşıyoruz ki siyaset yapmak çok zor bir iş ama siyasetçi olmak daha da zor çünkü siyasetçi olmak için bir partinin üyesi olmak yeterli olmaz, bir seçimde aday olmak yeterli olmaz veya bir seçimde seçilmiş olmak siyasetçi olmak için yeterli olmaz; siyasetçi olabilmek için fedakâr olmak gerekir, sabırlı olmak gerekir, merhametli olmak gerekir, erdemli ve ahlaklı olmak gerekir, en önemlisi ülkeyi nefsinden daha fazla sevmek gerekir. Bunu niye ifade ediyorum? Şunun için: Siyaset kurumunun ödevi de görevi de hedefi de iktidara geldiğinde adaleti tesis etmektir ama adaletin ve adalet duygusunun teminatı ve bekçisi ahlaktır. Ahlakı yok olmuş siyasetin adaleti inşa etmesi mümkün olmaz.
Şimdi, biz ülkemize hep beraber bakalım, bölgemize hep beraber bakalım, bir insanın dünyalık olarak isteyebileceği her şeye sahibiz; muhteşem zenginliklerimiz var, say say bitmez; muhteşem nimetlere sahibiz, say say bitmez; muhteşem güzelliklere sahibiz, say say bitmez ama bütün bunlara rağmen, ülke olarak, bölge olarak huzurumuz var mı? Yok. Mutlu muyuz? Değiliz. Ve en önemlisi yarına dair endişemiz var mı? Evet, var. Neden? Çünkü öncelikle olması gereken adalete sahip değiliz, adil bir yönetime sahip değiliz. Bir ülkede var olan tüm nimetler, tüm güzellikler aslında sıfır gibidir; o sıfırın önünde 1 anlamına gelen adalet olmadığı sürece nimetlerin, güzelliklerin bir karşılığı, bir anlamı olmaz. Peki, neden coğrafyamızda ve ülkemizde adalet yok? Çünkü yirmi dört yıllık iktidar siyasetteki ahlakı öldürdü, ahlakın da olmadığı bir yerde adaleti tesis etmemiz mümkün olmaz. Bu anlamda hepimiz biliyoruz ki aslında, adalet ve adaletsizlik bir sonuçtur. Sebep? Siyasette adaletin önünde ahlakın olması veya olmamasıdır. Biz, bugün bu ahlakı siyasetimizde tesis edemediğimiz sürece çok sorunlar konuşuruz ama hiçbir sorunu çözmemiz mümkün olmaz.
Hepimizin bildiği, meşhur hikâye; su, ateş ve ahlak arkadaş olmuşlar ve aralarındaki samimiyet çok güçlü. Bir gün, bir vesileyle beraber muhabbet ederken ateş demiş ki: "Ya, arkadaşlar, biz birbirimizi çok sevdik, aramızda iyi ama ola ki bir gün birbirimizi kaybedersek nasıl bulacağız?" Su demiş ki: "Ola ki bir gün beni kaybederseniz aramak için yola çıktığınızda nerede bir şırıltı sesi duyarsanız oraya gelin, muhtemelen ben oradayımdır." Ateş de demiş ki: "Eğer bir gün beni kaybederseniz aramak için yola çıktığınızda nerede duman görürseniz oraya gelin, muhtemelen ben de oradayımdır." Sonrasında, ateş ve su, ahlakın gözünün içerisine bakmışlar ama ahlakta ses yok, sonra demişler ki "Ahlak kardeş, sen niye hiçbir şey söylemiyorsun? Seni kaybettiğimiz zaman nasıl bulacağız?" Ahlak demiş ki "Ola ki bir gün beni kaybederseniz boşuna aramayın, bir daha bulamazsınız." Ahlak böyle bir şey.
Şimdi, yaşadığımız bu süreç çerçevesinde, AK PARTİ iktidarının yirmi dört yıldır iktidarda olduğu bu süreçte AK PARTİ'li milletvekili arkadaşlarımız farkında mı bilmiyorum ama gerçekten enteresan bir yapı oluştu. Bu yapı öyle bir noktaya geldi ki hiçbir AK PARTİ'linin sözü geçmiyor hatta Cumhurbaşkanının da sözü geçmiyor ama bu yapının herkese sözü geçiyor ve bu yapı şu anda Türkiye'yi felakete götürüyor, felakete. Bu yapı öyle bir yapı ki 10 Kasımda Atatürkçü oluyor, ramazan ayında İslamcı oluyor; para lazım oluyor, Amerikancı oluyor ama oy lazımsa Filistinci oluyor ve bu yapı öyle bir yapı ki "Uç." dendiğinde, uçması gerektiğinde deve olduğunu söylüyor, yük taşıması gerektiğinde kuş olduğunu söylüyor ama en tehlikelisi, kış olduğunda leylek olduğunu söyleyip sorundan, sıkıntıdan ve zorluktan kaçıyor. Bunun oluşturmuş olduğu tehlikeyi bir adım daha ileri götürdüğümüzde gördüğümüz fotoğraf şu: Millete zarar vermek istediğinde, millete zulmetmek istediğinde millî iradeden bahsediyor; devlete zarar verdiğinde devletin bekasından bahsediyor ama günah işlerken nastan bahsediyor. Bu yapının orkestra şefinin kim olduğunu herkes bildiği hâlde kimse ses çıkartamıyor.
Bu arada bir itirafta da bulunmak isterim: Bu süreçler yaşanırken son otuz beş yılı ele aldığımızda, bu toplumun iki isme çok büyük bir borcu var çünkü o iki isimden çok şey öğrendiler. Kim bu iki isim? Birincisi Profesör Doktor Necmettin Erbakan Hocamız, ikincisiyse AK PARTİ Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan. Siyaseti son otuz beş yıl içerisinde insanlarımız bunlardan öğrendi. Neyi kastediyorum? Bu toplum, bir ülke nasıl yönetilir; Necmettin Erbakan Hocamızdan öğrendi ama bir ülke nasıl yönetilmez; onu da Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dan öğrendi. Örnek olsun diye söylüyorum: Matematikte 4, 3'ten büyüktür ama ahlakta "helal 3, haram 4'ten büyüktür" yaklaşımını bu millet, bu toplum hocamızdan öğrendi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım.
MESUT DOĞAN (Devamla) - Ama "Kazanmak için her yol mübahtır." anlayışının bu toplumda nasıl bir tahribata neden olduğunu da Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dan bu toplum öğrendi. Şimdi, böylesine sorunların, sıkıntıların yaşandığı noktada çok şey konuşulabilir ama benim anlatmak istediğimi daha özet hâle getirmem gerektiğinde söyleyeceğim şu: "Biz düşersek Gazze düşer, biz düşersek Filistin düşer." diyenler iktidarlarını ayakta tutmak için herkesin düşmesine razı oldular ve en acısı, kendi iktidarlarını yaşatmak için bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin ölmesine göz yumuyorlar ama inanıyorum ki bu toplum bunu asla kabul etmeyecek diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (YENİ YOL, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)