GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:113
Tarih:20.07.2025

YENİ YOL GRUBU ADINA SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz bu kanun teklifine bakınca şu gerçeği görüyoruz aslında: Sağlık gibi hayati bir alanda vatandaşı da sağlık çalışanını da memnun eden, sistemin yaralarını saran bütüncül bir vizyon ortaya konmamıştır. Maalesef, teklif, birkaç teknik rötuşun ötesine geçemediği için sağlık sistemine de bir vizyon sunmaktan uzaktır. Teklif, Sağlık Bakanlığının önünde KPSS sonuçlarıyla kura takvimlerini gözetleyerek atanmayı bekleyen binlerce kişilik sağlık bölümleri mezunlarının ellerini tutmaktan da uzaktır. Üstelik, bu tabloya bakarken bir çarpıcı gerçeği de hatırlamak gerekiyor: Bu ülke sadece yılın ilk altı ayında faize 1 trilyon 111 milyar lira harcadı, aynı dönemde sağlığa ayrılan pay ise 493 milyar lirada kaldı. Faize sağlığın 2 katından fazla bütçe ayıran bir sistemde yeterli sağlık çalışanı istihdam etmek, nitelikli sağlık hizmeti sunmak elbette mümkün olmayacaktır. Bize sık sık "Uluslararası değerlendirmelere takılmayın." diyor iktidardaki arkadaşlar, biz takılmayalım da bu, ülkemizin OECD ülkeleri içinde sağlığa yüzde 6,9'luk bütçe payıyla en az kaynak ayıran ülke olduğu gerçeğini değiştirmiyor maalesef.

Bu kanun teklifi hastalığı görüp ilacı es geçen bir taslak âdeta; teklifte sağlıkta şiddete çözüm yok, günlük mesaimizin önemli bir kısmını ayırmak zorunda kaldığımız randevu çilesine çözüm yok, özel hastanelerdeki denetim boşluklarını, suistimal alanlarını gidermeye yönelik bir çözüm yok, nadir hastalığı olan vatandaşlarımıza nefes aldıracak, onlara özel bir destek, özel bir bakış sunacak çözüm yok, gitgide hayati boyutu artan boş kalan uzmanlık alanlarını doldurmaya dair bir çözüm yok. Elbette bir kanundan sağlık sisteminin tüm sorunlarını çözmesini beklemiyoruz ama sizi "sağlıkta reform" denilebilecek yapısal sorunları gidermeye yönelik bir vizyona davet etmeye hakkımız var; bu vizyon kuşanılmazsa yama yapmaktan öteye geçilemez bir standarda mahkûm oluruz ülkece.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifine gelecek olursak; 2'nci madde 1219 sayılı Kanun'da yapılan değişiklikle hekimlerin en fazla iki kurumda çalışabileceğini hükme bağlıyor. Bu, ilk bakışta sağlık hizmetlerinin kalitesi açısından önemli gibi görünse de içeriğindeki çelişkiler ve düzenleme eksiklikleri nedeniyle sahada ciddi sorunlar doğurabilir. Bir yandan "her biri kendi içinde olmak kaydıyla" diyerek kurumlararası geçişi yasaklıyoruz, öte yandan bu yasağı delip geçebilecek ifadeler ekliyoruz. 4/A sigortalılığı getirilirken yürürlükteki vergi mevzuatında hekimler hâlâ serbest meslek erbabı sayılıyor yani bir yanda işçi gibi gösteriyoruz, öbür yanda serbest meslek makbuzu kesmesini bekliyoruz; bu da hem idari hem mali yük doğuruyor. Hekimleri ekonomik bağımlılığa zorlayan bu sistem sağlıkta hizmeti değil, kurumsal bir rantı besliyor.

3'üncü madde bize diyor ki: Hekim ile hasta arasındaki o hayati diyalog artık bir "Okudum, onadım." tuşuna bağlı. Yüz yüze bilgilendirme, risklerin anlatılması, alternatiflerin değerlendirilmesi yerine ekrana tıklayan hasta ve karşısında hukuki tüm sorumluluğu sırtlanan hekim; ne rızanın gerçekten verilip verilmediği belli ne de sorumluluğun kimde başlayıp kimde bittiği ve hele ki dijital okuryazarlığı olmayan yaşlılar, kırsalda yaşayanlar ne yapacaklar? Sistem onayladı da hasta gerçekten anladı mı? Üstüne üstlük kişisel verilerimizin pazarlık konusu olduğu bir çağda "Veri güvenliği meselesini hallederiz." demek, sorumluluğu bulutlara doğru atmak demektir. Bu düzenleme bir dijital devrim değil, dijital bir karmaşa doğurur.

4'üncü maddeyle nükleer tıp teknikeri gibi bazı ünvanlar geliştiriliyor ama neyle? Tek kişiye hem radyasyon güvenliği hem ilaç hazırlığı hem hasta uygulaması yüklenerek. "Bu kişi bu kadar mesleği aynı anda icra edebiliyor mu; bu, hem hastaya hem de çalışana zarar vermiyor mu?" soruları var.

5'inci madde diyor ki: TUS'a girmeden, eğitimi kısaltarak sahada çalışana uzmanlık verelim. Bir çözüme yönelik üretilmiş. Peki, o zaman, yıllarca sınava hazırlanan, tam donanımlı uzman olmak için uğraşan hekimlerin durumu ne olacak? Bu düzenleme tıp eğitimindeki kaliteyi aşağıya çekme riski taşımıyor mu? Sahada zaten zor yürüyen iş barışı daha da zedelenmeyecek mi?

Klinik eğitimi eksik, süre kısaltılmış, uzmanlık süresi 2035'e kadar uzatılmış yani sorun çözülmüyor, rafta bekletiliyor.

10'uncu maddeyle özel tıbbi amaçlı gıdalar İlaç Takip Sistemi'ne alınıyor ama halkın internetten aldığı binbir çeşit takviye gıda hâlâ denetim dışı. Market raflarından akaryakıt istasyonlarına kadar her yerde satılan bu ürünler ne içeriyor, bilenimiz yok. Vatandaş karaciğer yetmezliğiyle acillere koşuyor, biz hâlâ "Gıda takviyesini eczane dışı bırakabilir miyiz?" diye bunu tartışıyoruz.

8'inci maddeyle eczacılara para cezası getiriliyor ama ortada neyin cezası olduğu belirsiz; toptan satış nedir, tanım yok. Eczanesinde üç aylık ilaç alımıyla hastaya hizmet veren ile ticari stok yapanlar aynı kefeye konulmuş durumda.

Bu düzenlemeyle, dürüst çalışan, kırsalda faaliyet gösteren eczacılar bile zan altında kalırlar. Tanımı net olmayan, ölçüsü belli olmayan bu ceza kamu yararı değil, kırsalda ilaca erişimi daha da zorlaştıracak bir düzenleme ve açık tanım, makul sınır, adil bir denetim olmazsa hukuk değil kaos üretir.

15'inci ve 16'ncı maddelerde halk sağlığını tehdit eden sahte tıbbi cihazlara ve tanıtım, reklam faaliyetlerine sadece idari para cezası öngörülüyor yani kişi sahte stent ve kateter takarsa "Kasaya uğrayın." denilecek sadece. Kusura bakmayın ama bu kadar hayati bir meselede cezayı paraya bağlarsanız bu işin bedelini hastalar ödemek zorunda kalır. Peki, hastaların ödediği bu bedelin gerçekte aslında sorumlusu kim olmuş olacak? Mutlaka sahte cihaz işi yapanlar için savcılığa suç duyurusunda bulunma, ruhsat iptali ve ihaleden men gibi cezalara ulaşan yaptırımlar getirilmesi gerekir.

13'üncü maddede deniliyor ki: "Vatandaş e-devletten tek tıkla organ bağışçısı olabilir." Doktorların dahi kendi aralarında ikiye bölündüğü organ bağışı konusu netameli bir meseledir; meselenin dinî boyutu var, kültürel boyutu var, etik boyutu var, biyolojik boyutu var. Başka konular gibi hız, erişim ve pratiklik akımına kapılarak, bir tuşa basarak yapılacak bir işlem asla değildir organ bağışı. Siber güvenlik zaaflarıyla dolu bir sistemde başkası adına organ bağışı yapılırsa ne olacak mesela? Ailesinin haberinin olmadığı durumlarda "Merhum bağışlamıştı." deyip operasyona almak sağlık çalışanı ile aileyi karşı karşıya getirerek zor durumda bırakmayacak mı? Organ ticaretinin vakayıadiyeden sayıldığı bir dönemde bu hızlı ve kontrolsüz uygulama ticarileşme riskini körüklemeyecek mi, mafyalara istismar alanı açmayacak mı?

Değerli milletvekilleri, bir çalışma dönemini daha geride bıraktık. Yapabildiklerimizden çok yapamadıklarımız içimizde kaldı; bunların başında, umutlarını yüce Meclisimize bağlamış olan KHK mağdurları geliyor. Eğer "terörsüz Türkiye"yi gerçekten büyük bir samimiyetle arzuluyorsak iç barışı mutlaka sağlamamız gerekir. Bunu da sadece bazı muhalif kesimlerle musafaha etme anlamında kullanmıyorum; kastettiğim, -siyasi kriterlerle- on binlerce öğretmen, memur, esnaf ana-babanın ivedilikle haklarına kavuşturulmalarıdır. KHK'lileri dışarıda bırakan bir iç barış hedefi asla düşünülemez. Eli silahlı binlerce kişi için yeni düzenlemeler yapacak, belki de Anayasa'yı değiştirecek bir siyaset, sivil ölümlere mahkûm edilmiş, aileleriyle birlikte milyonları bulan KHK'lilerin yüzlerini güldürmedikçe amaçlarını hitama erdirmiş olamaz.

"Terörsüz Türkiye" sadece bir terör örgütünü ortadan kaldırmakla değil, devlet eliyle işlenen cürümlere de düşman hukukuna da son vermekle olur, dilediğini içerde tutma, dilediğini bırakma kibriyle pervasızca bahsedilen FETÖ borsalarına ve hukuksuzluk iklimine son vermekle olur. Aynı anda anasız-babasız kalan evlatların da cezaevlerinde büyüyen çocukların da aşından işinden olan ana-babaların da yüreğini ferahlatmayan, kaybettiği yılları unutturmayan bir siyaset gerçek hedefine asla ulaşamaz. Barışmak için ellerindeki silahlar dâhil terörist sayılarını hesap eden bir siyasetin devletin gadrine uğramış olan yüz binleri görmezden gelmesi kabul edilemez.

Samimi barış sadece medyatik figürler için yeni tasarımlar yapmakla değil, KHK'liler gibi nice hak ihlaline maruz kalmışların devlet ve toplumla kucaklaşmasıyla sağlanabilir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)