GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu Arasında Ev Sahibi Ülke Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:113
Tarih:20.07.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Sayın Genel Kurul, kıymetli milletvekilleri; hâlâ uyanık olup Genel Kurulu takip eden herkesi saygıyla selamlıyorum.

Dışişleri Komisyonunun son dönemdeki genel işi ticaret ve güvenlik bağlamında anlaşmalar geçirmek, neredeyse ismini "dış ticaret komisyonu" olarak değiştireceğiz. Ama dış ticaret komisyonu böyle sıkı çalışırken bir yandan da Suriye'de inanılmaz bir şekilde, Türkiye'nin yatırım yaptığı bu yönetimin gözetimi altında bir katliam devam ediyor. Alevilere, Dürzilere ve kimi zaman da Kürtlere yönelik bir katliam rejimi süregeliyor. Biraz birkaç sayıdan bahsetmek istiyorum -tarihlerini de vererek- nerede kaç kişi ölmüş, en azından bilmeniz adına: Martın 6'sı ile 27'si arasında 2 bin Alevi Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus bölgelerinde katledilmiş. Yine şubat ve mart aylarında, nisan ve mayıs ayları arasında yaklaşık olarak 60 Dürzi Suriye'de yeni yönetimce katledilmiş. Temmuz 2025'te Süveyda ve Dera'da yüzlerce Dürzi'nin katledildiği düşünülüyor. Bir de bütün bu katliamlar devam ederken ortaya yeni gruplar çıkıyor; HTŞ'den ayrılmış, -tırnak içinde- yeni yönetimi beğenmediğini iddia eden Saraya Ensar el-Sünne gibi grupların da özel olarak bir o kadar Alevi ve Dürzi'yi, yaklaşık 2 binini katlettiği düşünülüyor. Şimdi, bu tablo bize gösteriyor ki Suriye'de katliam, mala çökme, insanları inançları ve etnik kimlikleri sebebiyle esir alma, kadınlara zorla evlilik dayatma gibi şeylerin hâlâ bitmediğini, yeni yönetim altında, yeni bir bayrakla, yeni bir sakal boyuyla devam ettiğini gösteriyor. 8 Aralık 2024 tarihinde Colani yönetimindeki grup iktidarı ele geçirdiğinde şöyle bir çağrı yapmıştı silahlı gruplara: "İntikam almayın, yeni bir Suriye inşa edeceğiz ve bütün farklılıklara saygı duyacağız." Ama az önce de dediğim gibi, sakalı gibi kısa kesilen bir ara oldu bu. Aynı konuşmada İran'dan bahsederken İsrail ve Amerika'ya göz kırpmıştı, oraya "Ben size düşman değilim. Bakın, İran'a karşı direkt kendimi gösteriyorum, orayı hedef alıyorum." demişti. Zaten bu konuşmadan da hevesle Amerika hemen göz kırpmayı aldı ve oraya dair bütün bir açılımı oluşturdu. Türkiye'den de hem Dışişleri hem Millî Savunma hem de istihbarat direkt olarak Şam'a oturdular ve bir daha da çıkmamışlar gibi görünüyor, hâlâ oradalar. Ben Dışişleri Bakanlığının bu süreçteki, bu katliamlar devam ederkenki birkaç açıklamasına bakayım dedim, ne demişler bu kadar Dürzi ve Alevi katlediliyorken: 14 Temmuzda Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, kendisine bir soru sorulunca "Suriye'nin güneyinde meydana gelen şiddet olaylarının Suriye Hükûmeti tarafından yerel düzeyde diyalog yoluyla en kısa sürede sona erdirilmesini ve güvenliğin tesis edilmesini, Suriye'nin egemenliğine ve birliğine öncelik verilmesi gerektiğini savunuyoruz." demiştir. Burada asıl savunulması gereken şey, Suriye'deki insanların insan onuruna yakışır bir biçimde yaşam haklarını savunduğu bir yönetime öncelik verilmesidir. 15 Temmuzda Suriye'nin güneyine İsrail müdahalelerinden bahsetmişler "Suriye'de istikrar, güvenlik ve Suriye'nin birliği ve bütünlüğü." demişler. Sonra "Bu doğrultuda Suriye hükûmetinin ülkenin tamamında güvenliği tesis etmek, mevcudiyetini kuvvetlendirmek üzerine attığı adımları desteklemek gerekiyor." demiş. 16 Temmuzda bir açıklama daha yapmış, İsrail'in Şam'a yönelik saldırılarında yine aynı şeyleri söylemiş, söylemiş, gelmiş demiş ki: "Suriye yönetiminin suhuleti tesis etme çabalarına katkıda bulunmalıdır herkes."

Şimdi, bu yönetim suhuleti kimlerle tesis edecek, ona bir bakalım: Colani yönetime gelir gelmez birkaç atama yaptı, atama yaptığı kişilerin "CV"lerini size biraz söylemek isterim. Birincisi, Ebu Hüseyin El Ürdüni, "Khatib" diye de geçiyor, özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgede işkence, keyfî tutuklama ve insanları yerinden etmekle tanınıyor, şu anda HTŞ komutanı.

Ömer Muhammed Caftaşi, namıdiğer Muhtar Et Turki, Türkiye istihbaratıyla kanka olduğu düşünülüyor. Onun da başında olduğu birime "Şam birimi" deniyor, orası da korkunç insan hakları ihlalleriyle biliniyor; muhaliflere gözdağı veriyorlar, tehdit ediyorlar, yapmadıklarını bırakmıyorlar.

En ünlüsü, şeytanın görse "Ben bunu cehenneme 'zebani' diye işe almak istiyorum." diyeceği kişi Muhammed El Casim yani Ebu Amşa, Afrin'de yaptıklarıyla biliniyor, 62'nci Hama Tümeninin başına getirildi, 25'inci Tümen. Biz onu Sultan Süleyman Şah'tayken yaptıklarından biliyoruz; Afrin'de tecavüz, mala çökme, insanları kaçırma, fidye toplama, ev yakma, yağma yapma... Pislik yani! Bu pislik şu an Suriye'de bir birimin başında ve özellikle Akdeniz kıyısındaki o Alevilere yönelik katliamların da yöneticisi olarak çalışmış birisi.

Bir başkası "Haytham El Ali Ebu Müslim" diye geçiyor, o İdlib'den deneyimli, İdlib'de insanlara işkence etmekle ünlenmiş birisi.

Ebu Hatim Şakra, yine 86'ncı Tümen Komutanı olarak atanmış, bu da Hevrin Halef'in ölümünden sorumlu bir kişi, bir kadının kafatasını, saçlarını, gözlerini oyacak kadar katliama karışmış birisi, yine Colani'nin atadığı kişilerden birisi.

Sonuncusu, bu da yine zebani kadrosundan cehenneme memur olarak atanabilecek birisi, Sayf Bulad Ebu Bekir, bu da Türkiye'nin desteklediği kuvvetlerden biri olan Hamza Tümeni Komutanı, Suriye'nin 76'ncı Tümeninin Komutanı. Bu da şu anda, mart ayında Alevilere yönelik katliamın başında bulunan kişilerden birisi.

Şimdi, Dışişleri Bakanlığı ne diyordu? "Suriye'de merkezî yönetimin suhuleti sağlamasına müsaade edilmeli." diyordu. Bunlar mı sağlayacak suhuleti, bu tipler mi, zebanileri mi getireceksiniz bunun başına? Oysaki Esad'ın düşmesi Suriye için yeni bir hikâyenin başlaması anlamına gelmeliydi, insanların tecavüz edilmeyeceği bir yönetim anlamına gelmeliydi, insanların artık etnik kimlikleriyle, inançlarıyla hedef alınmayacakları bir Suriye'de yaşayabilecekleri anlamına gelmeliydi ama biz sakallı bir Baas'la ne yazık ki baş başayız. Bu katliamlar gelişirken merkezî hükûmet bunları durdurmak yerine orada katliamı yapanlara "Video çekmeyin." diye uyarı gönderdi. Oysaki Colani 8 Aralık 2024 tarihinde CNN'e verdiği röportajda demişti ki: "Ben şiddet dolu bir geçmişten geliyorum ama bu geçmişime artık veda ettim, bambaşka birisiyim." Colani -Suriye yanarken- 19 Temmuz tarihinde, hâlâ bu çatışmalar sürerken, Suudi iş insanlarıyla buluşuyordu. Bugün kendisine bir rapor teslim edildi Alevilere yönelik katliamlara ilişkin, bağımsız bir heyetin hazırladığı bir rapor, bu rapora dair bir açıklama yayınlamış, demiş ki: "Bu raporu yazanlar lüzum görürlerse, isterlerse içeriğe dair açıklama yapabilirler." Yine, bir açıklama daha yapıyor, bir sürü laf salatası yapıyor "istikrar" "barış" vesaire vesaire diyor, ondan sonra "...fakat Suriye Cumhurbaşkanlığı bölgede aldığı kararların ihlal edilmesine karşı yapılmış her tür eylemi ulusal egemenliğin açık bir ihlali olarak değerlendirmekte ve bütün yasalar uyarınca yasal yollara başvuracağını söylemektedir." diyor. Ama bizim algıladığımız, şu andaki hareketlerinden, hamlelerinden anladığımız şey şu: Cumhurbaşkanlığı yani Suriye'deki yeni Cumhurbaşkanlığı aslında bu tip olayları benimsiyor. Bize tam 1860'lardaki Şam olaylarını da anımsatıyor. Şam'da Sünni bir grup oradaki Hristiyanlara yönelik saldırılara başlamıştı; birçok insanı katlettiler, öldürdüler, mallarına çöktüler; hepsini katledemediler belki ama birçok Hristiyan'ın oradan ayrılmasına ön açacak korkuyu salmışlardı. Bu saldırılar da tam bunu sağlamak istiyor, tıpkı İsrail'in Gazze'de yapmak istediği gibi; yemeğe izin vermemek, işte, her yeri bombalamak, oralara korku salmak. Korku salarak insanların oradan gitmesini, boşalmasını ve oranın sadece kendilerine kalmasını istiyor, tıpkı Colani'nin de Suriye'nin tek bir mezhep ve tek bir etnik kimliğe kalmasını istediği gibi. Böyle pragmatik grupların Türkiye'ye sadık kalabileceğini düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz çünkü El Kaide'yle başlayan kütük geçmişi devam etmiş IŞİD'e, El Nusra'ya, ÖSO'ya. Bir tür alfabe çorbası içinde kendine harf seçecek şekilde farklı kısaltmalara katılmış bu grupların size sadakat duyacaklarını sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.

2013 yılında ABD'nin IŞİD'e karşı operasyonlarını takip etmiş bir kişinin bir kitabı var, oradan bir anekdotla bitireceğim: Bir ABD'li yetkili ile bir Türk yetkili konuşuyorlar; her iki taraf da kendi farklı silahlı gruplarını destekliyor o dönemlerde, farklı grupları silahlandırıyorlar. Türkiye'ye diyor ki ABD'li yetkili: "Bu silahlandırdığınız gruplar çok tehlikeli, manyak hepsi. Bu manyakların dönüp dolaşıp size patlamayacağından emin misiniz?" Türkiye de diyor ki: "Vakti geldiğinde gerekirse onları da öldürürüz, olur biter." Ama vakti geldiğinde gerekeni yapmıyor. Vakti geldiğinde o kişiler Suruç'a geliyor ve onca genci katlediyor, vakti geldiğinde onlar gidip Ankara Garı'nda patlamayı yapıyorlar ve vakti geldiğinde, daha da ilerleyen dönemlerde bu çeteler, bu cehennemin kadrolu zebanileri yüzlerini buraya da dönecekler, o yüzden asıl sadakat Suriye'yi tekliğe, tek bir renge boyamak değil, çok renkli bir yer yapmaya çalışanlarla durmaktan geçmektedir. Bu vesileyle Suruç'ta yaşamını yitiren, katledilen 33 düş yolcusunu saygıyla anıyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)