| Konu: | |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 09.10.2025 |
YENİ YOL GRUBU ADINA HASAN KARAL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tarihten biliyoruz ki Hazreti Muhammed (SAV) Medine'ye hicret ettiğinde farklı inanç ve toplulukları bir arada yaşatacak Medine Vesikası'nı hazırlamıştı. O belge sadece Müslümanların değil Yahudilerin, Hristiyanların ve diğer inanç sahiplerinin de can güvenliğini, mal güvenliğini ve onurunu garanti altına alan bir toplumsal sözleşmeydi. Bugün Gazze'de yaşanan zulüm, o vesikanın insana verdiği değerin ayaklar altına alınmasının en acı örneğidir. İnsanlık o ortak yaşam sözleşmesini yeniden hatırlamak zorundadır. İşte, bu yüzden biz de dünya kamuoyunun vicdanını sarsan, insanlığın onurunu hedef alan ve uzun yıllar izleri silinmeyecek bir yıkımı bir kez daha gündeme getirmek için buradayız.
Sözlerime Sumud Filosuna emek veren bütün gönüllüleri saygıyla selamlayarak başlıyorum. Onların seferi Gazze'yi aşan bir anlamla insanlığın haysiyetini savunma iradesidir. Aralarında milletvekili arkadaşlarımız Sema Silkin Ün'ün, Necmettin Çalışkan'ın ve Mehmet Atmaca'nın yanı sıra, hak savunucularının ve sivil toplum temsilcilerinin bulunması bu meselenin siyasetüstü bir vicdan meselesi olduğunun en açık göstergesidir. Ne yazık ki İsrail bu vicdan yolculuğuna dahi tahammül edememiştir, 3 milletvekilimizin hukuka aykırı biçimde alıkonulması İsrail'in pervasızlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu, sadece bireysel bir saldırı değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onuruna yapılmış bir hakarettir aynı zamanda. Bugün geldiğimiz noktada İsrail tarafından el konulan Özgürlük Filosuna ait gemilerde bulunan 3 milletvekilimiz Azerbaycan üzerinden şu anda ülkemize dönmek üzereler. Bu gelişme bizlere bir nebze nefes aldırsa da alıkonulma gerçeğinin yarattığı hukuksuzluk ve pervasızlık hafızalardan silinmeyecektir.
Değerli milletvekilleri, sahada ve diplomaside atılan kimi adımları da not ediyoruz. Bu sabah duyurulan dolaylı görüşmelerde rehine takasları ve sınırlı çekilmeler yönünde umut veren başlıklar vardır. Bu çabaların arkasında emeği geçen ara buluculara, sahadaki aktörlere ve insani yardım için gece gündüz çalışanlara teşekkür ediyoruz. Zira, insan hayatını korumaya dönük her adım değerlidir ancak unutmamak gerekir ki bugün atılan adım henüz kalıcı bir barış değil, yalnızca sınırlı bir ateşkestir. Bunun gerçek bir barış anlaşmasına dönüşmesi için önümüzde uzun ve zorlu bir süreç bulunmaktadır. Erken sevinçlere kapılmak yerine ihtiyatlı olmak zorunda olduğumuzu da bilelim. Ne yazık ki kimi aktörlerin önceliği barışın tesisi değil, kişisel siyasi hesaplar olabiliyor. Gazze'de akan kanı durdurmaktan ziyade Nobel Barış Ödülü beklentisiyle hareket edenler var. Oysa, bizim meselemiz bellidir; bizim derdimiz Gazze'dir, Filistinli kardeşlerimizin onurudur, hayatıdır. Takvim şu ana kadar olağanüstü hızlı işledi ancak bundan sonrası aynı şekilde ilerleyemeyecektir. Esir takasları ve tutuklu iadeleri tamamlandıktan sonra İsrail'in yeniden saldırıya yönelmesinin önünde hiçbir somut engel kalmamaktadır, ortada bağlayıcı uluslararası güvence mekanizmaları yoktur. Dolayısıyla, birkaç gün içinde İsrail tekrar Gazze'yi bombalamaya başlarsa kim hesap sorabilecektir?
Bir başka kritik husus da şudur: Yapılan açıklamalarda sürekli üç ülkenin adı zikredilmektedir; Katar, Mısır ve Türkiye. Başlangıçta masada bulunan Amerika Birleşik Devletleri'nin adı ise artık anılmamaktadır. Bu durum, ileride doğacak tüm sorumluluğun yalnızca bu üç ülkenin üzerine yıkılma ihtimalini güçlendirmektedir. Eğer Gazze'de zulüm yeniden başlarsa faturası haksız biçimde bu üç ülkeye çıkarılacaktır. İşte bu nedenle, Hükûmetin her adımı dikkatli atması gerekmektedir, kimseye kefil olmadan, bağlayıcı güvenceler yaratılmadan "Garanti bizde." demek doğru değildir. Zira, boş bir güvence hem Türkiye'yi zor durumda bırakır hem de Filistin davasını zayıflatır. Bununla birlikte, ne mutabakat girişimleri ne de iyi niyet beyanları şu acı hakikati örtemeyecektir: Gazze'deki yıkım birkaç günün değil, iki yıldır süregelen sistematik bir felakettir. Sivil altyapının, evlerin, okulların, hastanelerin kasıtlı olarak hedef alınması, açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılması bu tablonun özüdür. Birleşmiş Milletlerin verileri durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Gazze'de konut stokunun yaklaşık yüzde 92'si yani 436 bin ev hasar görmüş veya tamamen yok edilmiştir. Ortaya çıkan 50 milyon tonluk enkaz korkunç bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Bunlar sadece rakam değil, çocukların, kadınların, yaşlıların yaşam alanlarının yok edildiğinin, bir halkın köklerinden koparıldığının tüyler ürpertici kanıtıdır. Şunları açıkça söylemek zorundayız: Birincisi, eğer insanlar ölüyorsa, şehirler yerle bir oluyorsa, nesiller boyu sürecek travmalar yaratılıyorsa bu felaketin sorumlusu mutlaka adlandırılmalıdır. Uluslararası hukuk, insan hakları ve savaş hukuku açısından Gazze'deki yıkımın başlıca sorumlusu İsrail'dir. Bu sorumluluk hiçbir siyasi pazarlıkla gizlenemez, hiçbir geçici güvenceyle hafifletilemez; hesap vermeden, adalet sağlanmadan gerçek barış da asla tesis edilemez.
İkincisi: Alınan kararların, verilen sözlerin sadece kâğıt üzerinde kalmaması, etkili, bağlayıcı ve denetlenebilir güvencelerle desteklenmesi gerekir çünkü geçmiş deneyimler göstermiştir ki sözlü teminatlar veya tek taraflı beyanlar kalıcı güvenlik sağlamaz. Bu nedenle ateşkesin uygulanması, esir değişiminin korunması, sivillerin güvenliği ve insani yardımların kesintisiz ulaştırılması için uluslararası garanti mekanizmaları derhâl kurulmalıdır. Bu mekanizmalar bağımsız gözlem, tarafsız denetim, hukuki yaptırım ve gerektiğinde caydırıcı tedbirleri içermelidir. Denetim olmayan yerde ihlaller sıradanlaşır, yaptırım olmayan yerde suç cezasız kalır, adaletin olmadığı yerde barış kök salmaz.
Üçüncüsü: Savaş suçları asla cezasız kalmamalıdır. Kınamalar ve bildiriler yetmez, uluslararası ceza mahkemeleri harekete geçirilmelidir. Bağımsız, delile dayalı soruşturmalar derhâl başlatılmalı, tazminat mekanizmaları işletilmeli, suç işleyen gerçek ve tüzel kişiler hukuken hesap vermelidir. Hakikat ortaya çıkmadan ve adalet tesisi sağlanmadan kalıcı barış mümkün değildir.
Dördüncüsü ise Gazze'nin yeniden inşası ve rehabilitasyonu konusunda sorumluluklar açıkça tanımlanmalıdır. Gazze kısa sürede ayağa kalkabilir ama bunun için ciddi finansal kaynak, uzun vadeli planlama, güvenli çalışma koşulları ve siyasi irade gereklidir. Mevcut milyonlarca ton enkaz, tahrip olmuş altyapı ve derin toplumsal travma uluslararası toplumun koordineli müdahalesini zorunlu kılmaktadır. Ancak en temel ilkeyi vurguluyorum: Savaşın yol açtığı ağır zararların mali ve operasyonel muhatabı saldırıyı gerçekleştiren taraf olmalıdır. Bu, hem adaletin gereğidir hem de yeniden inşa sürecinin meşruiyeti için vazgeçilmezdir.
Buradan hareketle, Türkiye'ye ve tüm siyasi aktörlere düşen görev açıktır. Hükûmetin Gazze politikası konusunda geçmişte eleştirilerimiz oldu, bugün bu eleştirimiz yapıcıdır, yol göstericidir, artık diplomatik dilin ötesine geçilme vaktidir. Laf değil, sahada somut, uygulanabilir ve izlenebilir adımlar atılmalıdır. Türkiye'nin sahip olduğu ara buluculuk kapasitesi, insani yardım koridorlarını güvence altına alma gücü ve bölgede sahip olduğu itibar bu trajedinin insani boyutunu azaltmak için aktif biçimde kullanılmalıdır. Uluslararası platformlarda Türkiye'nin daha etkin, daha ısrarlı ve hak temelli bir diplomasi yürütmesi artık bir zorunluluktur. Çünkü mesele yalnızca siyaset değil insanlığın onuru, adaletin tesisi ve vicdanın korunması meselesidir.
Son olarak şunu vurgulamak isterim: Bu mesele sadece bir dış politika tartışması değildir, bu, insanlık onuru ve tarihin adalet terazisidir. Burada dile getirdiklerimiz geleceğe bırakacağımız bir vicdan mirasıdır. Tarih susanları değil, hakkı haykıranları yazacaktır. Bizler adaleti gerçekleştirmek, mazlumların hakkını savunmak ve kalıcı barışın temellerini atmak için üzerimize düşen her sorumluluğu almaya kararlıyız millet olarak çünkü biliriz ki adaletin olmadığı yerde barış da olmaz, huzur da olmaz. Nitekim, Hazreti Ali'nin sözü bize yol göstermektedir: "Devletin dini adalettir." Bugün Gazze'deki dram bu gerçeği bir kez daha tüm insanlığa hatırlatmaktadır. Çağrımız işte bu adaletin yeniden tesis edilmesi, mazlumların hakkının teslim edilmesidir.
Hepinize teşekkür ediyorum. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)