GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:66
Tarih:15.02.2012

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; heyetinizi saygıyla selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum. Bugün özellikle uzun süredir kamuoyu vicdanında güvenilirliği ve işleyişiyle ilgili çok ciddi tartışmaların yürütüldüğü Adli Tıp Kurumuyla ilgili vermiş olduğumuz Meclis araştırma önergesinin lehinde konuşacağım.

Tabii, buraya getirdiğimiz araştırma önergelerinin pek çoğunun maalesef AKP'nin sayısal üstünlüğü sayesinde dikkate alınmadığı ve sorunlara çözüm getirme noktasında sıkıntılar yaşandığını bilmemize rağmen yine de arkadaşlarımızın vicdanına seslenmeyi burada bir şekilde deneyeceğiz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Adli Tıp Kurumuyla ilgili tabii bazı tanımlamalar yapmak gerekiyor. Bu işlevi gören değişik ülkelerdeki, bütün dünyadaki kurumların genel olarak sahip olması gereken bazı kriterler var. Bu kriterler içerisinde en önemli olan, Kurumun güvenilirliği, Kurumun tarafsızlığı, Kurumun niteliği ve kurulun bilimselliği.

Şimdi, Türkiye'deki Adli Tıp Kurumunun bu bahsettiğimiz kriterler açısından mevcut durumu nedir, onları birlikte paylaşmak istiyorum. Güvenilirlik açısından özellikle Adli Tıp Kurumunun bugüne kadar gerek uygulamaları gerek işleyişi gerekse almış olduğu kararlar doğrultusunda, hem kamuoyunda hem siyasi mercide hem adaletin değişik mekanizmalarında çok ciddi bir tartışmanın yürütüldüğünü biliyoruz. Hatta öyle ki Yargıtay Başkanından siyasi parti genel başkanlarına, toplumun mevcut davalarında mağdur olan kesimlerinden çok değişik toplumsal, sosyal katmanlara kadar Adli Tıp Kurumunun güvenilirliği açısından çok çeşitli tartışmalar yürütülmektedir. Burada temel sorun şudur: Güvenilirlik açısından Adli Tıp Kurumunun resmî bilirkişi heyeti olma sıfatını taşımaması, bundan çok siyasi erke bağlı ve siyasi erkin hoşnut olacağı kararların peşinden koşması kamuoyunda sıkça infial yaratmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bildiğimiz gibi ülkemizde Adli Tıp Kurumu Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet yürütüyor ve gerek yapısal işleyişinde siyasal iktidarın kadrolaşması, Kurum Başkanlığı ve kurul üyelerinin seçilmesinden tutalım da alınması gereken kararların mevcut siyasi yapının hoşlanacağı, hoşnut olacağı bir düzene çekilmesine kadar pek çok şeyin burada tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.

Burada Adli Tıp Kurumunun tarafsızlığıyla ilgili çok ciddi sıkıntıların olduğu kesindir çünkü adli tıp kurumu işlevini gören resmî bilirkişi kuruluşları dünyanın her tarafında bağımsız, özerk yapılanmaları olan ve hiçbir şekilde siyasi erkin mevcut iktidar yapısını göz önünde bulundurmayan, kendi merkezine, kendi referansına adalet açısından evrensel hukuk değerlerini, tıp açısından ise objektif bilimsel gerçeklikleri alan bir mekanizma olması gerekiyor.

Bir diğer kriteri "nitelik" olarak belirtmiştik. Adli Tıp Kurumunun nitelik açısından ne kadar yetersiz olduğu kamuoyuna yansıyan pek çok olayda açığa çıktı. Gerek bilişim teknolojisinin teknik birtakım desteğini alamama gerekse de bugüne kadarki uygulamalarda halkımıza çok ciddi mağduriyetler getirme, artık, nitelik açısından Adli Tıp Kurumunun bu işleyişle devam edemeyeceğini gözler önüne sermektedir.

Bakın, bölgede yaşanan çatışmalı bir süreç var ve bu çatışmalı süreç içerisinde yaşamını yitiren gerillalar var. Bu gerillaların DNA testinin sonucu iki aylık bir süreden sonra ailelerine bildiriliyor yani ölüm haberini alan bir aile, aradan iki aylık bir süre geçtikten sonra kendi cenazesini bir şekilde alma, bir şekilde kendi inancına göre defnetme imkânına sahip oluyor. Burada ciddi anlamda birtakım revizyonların yapılmasıyla ilgili sadece bahsetmiş olduğumuz bu örnek bile geniş bir perspektif sunuyor.

Diğer taraftan, JİTEM'in işlediği cinayetlerle ilgili ortaya çıkan toplu mezarlarda, yapılan kazılarda çıkan insan kemiklerinin Adli Tıp Kurumu tarafından "hayvan kemiği" denerek nasıl geri gönderildiğini ve sonraki incelemelerde de bu raporların nasıl asılsız olduğu defalarca kamuoyuna yansıdı. Dolayısıyla, burada hem güvenilirlik açısından hem de nitelik açısından son derece vahim bir durumla karşı karşıyayız.

Tabii, bilimsel birtakım kriterlerin oturması açısından ise Adli Tıp Kurumunun sadece iç işleyişine bakmamız yeterli. Kurumun kendi iç işleyişinde siyasi erki rahatsız eden herhangi bir beyanatı bulunan öğretim görevlileri bile, Kurum içerisinde ya sürgün edilmekte ya pasifize edilmekte veyahut da bir şekilde istifaya zorlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, burada önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Adli Tıp Kurumu hâlâ toplumsal ve sosyal yaşamın her alanında etkisini sürdüren 12 Eylülün darbeci, militarist, ırkçı, cinsiyetçi ve faşist uygulamalarının yansımasının olduğu bir kurum niteliğindedir. Bunu birtakım teknik detaylarla buraya getirecek değilim ancak yakın dönemde yaşanmış birkaç hadiseyi sizlerle birlikte paylaşmak istiyorum. On üç yaşındaki N.Ç. davasında, tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun davasındaki sanık 26 kişinin nasıl aklanmaya çalışıldığını, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporlarda tecavüze uğrayan kişinin beden ve ruh sağlığının yerinde olduğuna dair vicdanları kanatacak uygulamaların nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz.

Diğer taraftan, Meclisin gündemine detaylarıyla birlikte getireceğiz ancak burada sadece bir pencere sunması açısından 2000 yılında Çanakkale Gelibolu'da askerlik yaparken, Bingöl Karlıova nüfusuna kayıtlı topçu er Aydın Dere'nin yaşamını yitirmesiyle ilgili Bursa Adli Tıp Kurumu ve İstanbul Adli Tıp Kurumunda çıkan çelişkili raporları sizlerle birlikte paylaşacağız. Bursa Adli Tıp Kurumu raporunun "intihar" diyerek kapattığı bir sürecin, ailenin duyarlılığı ve ısrarı  sayesinde gerek bölge polis laboratuvarı kriminal bölümünün incelemeleri gerekse İstanbul Adli Tıp Kurumunun daha sonra otopsi incelemelerinde intihar olmadığı, kışla içerisinde yakın atışla yapılan bir cinayet olduğu hem kamuoyuna hem de yargının ilgili birimlerine yansıtıldı, ancak ailenin bu bahsetmiş olduğumuz duyarlılığına bugüne kadar herhangi bir şekilde cevap veren bir adalet anlayışı açığa çıkmadı. Bu konuyu çok detaylı bir şekilde Meclise getirip sizlerle birlikte paylaşacağız.

Diğer taraftan, hasta tutuklularla ilgili Adli Tıbbın pratiği, son on yıl içerisinde "Cezaevinde kalabilir." raporu verdiği 973 tutuklunun yaşamını yitirmesidir. Hâlen 200'ün üzerinde, ağır olup, ölümü bekleyen, cezaevinin olumsuz koşullarında yaşayan tutuklu vatandaşlarımız vardır. Bu arkadaşların mevcut durumlarıyla ilgili bütçe görüşmelerinde Mehmet Aras'ın nasıl ağırlaştığı, nasıl yoğun bakıma alındığı ve nasıl yaşamını yitirdiğini neredeyse canlı yayında verecek şekilde burada kürsüde sizlerle birlikte paylaştık. Ancak bahsettiğimiz bütün bu duyarlılıklara rağmen üniversite hastanelerinin ve farklı hastanelerin "Cezaevinde kalması uygun değildir." raporu verdiği, tutsaklara bile Adi Tıbbın siyasi bir alan üzerinden "Cezaevinde kalmaları uygundur." raporu verdiklerini biliyoruz.

Diğer taraftan, bu yaklaşım varken siyasi erki hoşnut edecek kararları da sadece Hüseyin Üzmez örneğinde görmemiz mümkündür. Yetmiş altı yaşındaki bir insanın on dört yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüzüyle ilgili olayda Adli Tıp Kurumunun nasıl bir aklama mekanizması içerisinde üstün çaba sarf ettiğini hepimiz gördük. Dolayısıyla, Adli Tıp Kurumunun gerek işleyiş açısından gerek yapısal ve örgütsel durumu açısından yeniden ele alınmasına ihtiyaç vardır. Bağımsız ve özerk bir kurum bilimsel ve evrensel birtakım kriterler neticesinde bir çalışma yaparsa toplum düzeyinde tekrar güvenilirliğini kazanabilir. Bu nedenle Meclisin bu konudaki araştırması son derece önemlidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bu vesileyle, adalet ve hukuktan bahsetmişken son bir konuya da değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, bugün 15 Şubat. Şu anda bölgenin tamamı ayakta ve çok ciddi hadiseler yaşanıyor. 15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası bir komployla Türkiye'ye teslim edilen PKK lideri Abdullah Öcalan'ın on üç yıldır içinde bulunduğu ağır işkence sisteminin, İmralı işkence sisteminin tecritle nasıl içinden çıkılamaz bir sorunlar yumağı getirdiğini hepimiz görüyoruz. Bu tecridin kaldırılması, bahsetmiş olduğumuz İmralı işkence sisteminin artık, bir şekilde sonlandırılması toplumsal barışa en fazla ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde mutlaka Meclis tarafından ele alınması gereken bir konudur. Dönemin Başbakanı "Biz hâlâ Abdullah Öcalan'ın bize niçin verildiğini anlamış değiliz." diyerek son nefesinde bile bir durum tespiti yaparken ülkemizin hâlâ Sayın Abdullah Öcalan üzerinden etnik bir çatışmanın ortasına sürüklenmek istenmesi ve siyasal iradesinin?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - ?Orta Doğu bölgesel politikaları çerçevesinde Amerika'ya teslim edilmek istenmesine karşı bu Meclisin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)