Konu: | |
Yasama Yılı: | 4 |
Birleşim: | 9 |
Tarih: | 21.10.2025 |
YENİ YOL GRUBU ADINA MUSTAFA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; grubumuz adına UNIFIL'in görev süresinin uzatılmasıyla ilgili Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce gerekçeyi dinledik. Gerekçe aslında BM Barış Gücü, BM Geçici Görev Gücü kapsamında UNIFIL'in orada görev yaptığını ifade ediyor fakat son tahlilde, sizler de bizler de biliyoruz ki oradaki geçici görev gücünün herhangi bir şekilde Lübnan'da barışı sağlamak gibi bir vasfı maalesef yok. Ama tabii, askerimizin orada bulunması, Lübnan'la olan tarihî ilişkilerimizin hatırlatılması, bir yumuşak güç unsuru olarak orada görev yapması anlaşılabilir bir şeydir. Bu noktada, zaten 2027 yılı itibarıyla tedricen tasfiyesine karar verilmiş, son kez uzatıldığını anlıyoruz. Bu anlamda, yumuşak gücümüzün Lübnan'da var olması gerekçesiyle bu tezkerenin olumlu yönde olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde geçtiğimiz pazar günü bir seçim gerçekleşti fakat biz bu seçimin sonuçlarını sadece ortaya çıkan yüzdelerle beraber anlamak gibi bir yanlışın içerisindeyiz. Siyah veya beyaz diyerek durumu farklı değerlendiren arkadaşlar var. Bakınız, bu noktaya nasıl geldiğimizi ben size burada ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, günü kurtarma hastalığının, düştüğümüz durum maalesef bugün karşı karşıya kaldığımız risklerin en net fotoğrafıdır. 2004 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliği macerasında Kıbrıs'ta çözüm olsun diye atılan adımların, Annan referandumuyla ilgili yapılan değerlendirmelerin neticesinde bugün Kıbrıs'ta geldiğimiz fotoğraf maalesef bu sonucu ortaya çıkarmıştır. Maalesef derken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkının iradesine saygısızlık anlamında değil, Türkiye'nin Kıbrıs'a bakışı anlamında buna maalesef ifadesini kullanıyorum. Peki, neden bu sonuç ortaya çıktı? 2004 yılında neden Türkiye, Annan Planı'na özellikle destek verdi? Rauf Denktaş Türkiye'ye gelip "Ben Annan Planı için 'hayır' demek istiyorum, bununla ilgili görüşmeler yapmak istiyorum." dediğinde dönemin yetkilileri neden Rauf Denktaş'a "Git, derdini Kıbrıs'ta anlat." diye ona orada o ifadeleri kullandılar? Avrupa Birliğinin 2004 yılında Brüksel'de yapılan görüşmelerinde müzakerelerin başlayacağına dair umutla birlikte Annan Planı gündeme geldi ve neticesinde Türkiye Annan referandumuna "evet" denilsin diye "Yes, be annem!" pankartlarıyla beraber bütün Kıbrıs'ta çalışmalar yapıldı. Saadet Partisi olarak biz o dönemlerde -Allah rahmet eylesin- Oya Akgönenç Hanım'ın da öncülüğünde -Erbakan Hocamız bir aylığına Oya Hanım'ı oraya gönderdi- "Annan Planı tuzaktır, düşmeyin. Annan Planı'na 'evet' dersek neticesi ağır olacak." uyarıları yapmış olmamıza rağmen o gün biz de çözümsüzlüğü isteyen taraf olarak ilan edildik.
Arkadaşlar, Türkiye'nin üç tane tezi vardı, bugün üç tane tezi de çökmüştür. Bir "çözümsüzlük çözüm değildir" tezi; iki "Türkiye masadan kaçan taraf olmayacaktır" tezi; üç "Kazan-kazan stratejisi uygulayacağız" tezi.
Değerli arkadaşlar, çözümsüzlük bazen çözümdür. Eğer size çözüm adına dayatılan şey intiharsa son tahlilde o çözümsüzlüğü yönetecek iradeyi göstermek sizin elinizde olmalıdır. "Türkiye masadan kaçan taraf olmayacak." dediniz, kaçmadık da ne oldu arkadaşlar? Sonuçları itibarıyla Annan referandumundan hanemize yazan ne oldu arkadaşlar? Türkiye masadan kaçan taraf değildir; iyi, peki. Şimdi ne diyorlar biliyor musunuz? "İki devletli çözüm" diye biz açıklamalar yaptığımızda Avrupa Birliği kanadı, Güney Kıbrıs kanadı diyorlar ki: "Türkiye Annan referandumuna 'evet' diyerek bağımsız bir devlet olma iddiasından vazgeçti."
Değerli arkadaşlar, şunu ifade etmek istiyorum: 24 Nisan 2004 tarihinde Annan referandumu gerçekleşti, yüzde 65 Türk tarafı "Evet." dedi, yüzde 35 "Hayır." dedi, Rum tarafı yüzde 75 "Hayır." dedi, yüzde 25 "Evet." dedi. Yüzde 65 size bir şey hatırlatıyor mu arkadaşlar? 19 Ekimdeki seçim sonuçlarıyla arasında bir bağlantı kurabiliyor musunuz arkadaşlar? Kıbrıs Türk halkı üzerinde Türkiye'nin etkisini kullanarak getirdiğiniz noktanın bugün itibarıyla, içinde federasyon söylemine destek veren vatandaşlarımızın da soydaşlarımızın da olduğu kitlenin iradesinin bu yönde tecelli ettiğini görebiliyor musunuz arkadaşlar?
Biz tabii ki 19 Ekimde ipi göğüsleyen Sayın Cumhurbaşkanına, Tufan Erhürman Bey'i tebriklerimizi sunuyoruz. Elbette Kıbrıs halkının iradesi başımızın tacıdır ama Türkiye tarafından Kuzey Kıbrıs'a bakış ve Kuzey Kıbrıs'ta yapılan yanlışlıkların nelere sebep olduğunu da buradan ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, 3'üncü tezimiz kazan kazan stratejisiydi. Kazan kazan, ne kazandık? Ne kazandık arkadaşlar? Bakın, 24 Nisan 2004 Annan referandumu tarihi, altını çizerek söylüyorum bir hafta sonra sadece bir hafta sonra 1 Mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs Rum kesimi "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında Avrupa Birliğine üye yapıldı. Bu mu kazanım? Hem de 24 Nisanda atılan yanlış adımın sonucunu bir hafta geçmeden önümüze koydular. Dediler ki: "Artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye bir devlet Avrupa Birliği nezdinde yoktur." Ve Annan referandumunda verdiğimiz o kadar çabaya rağmen bir hafta sonra bu fotoğraf ortaya çıktı.
Biz "iki devletli çözüm" diyoruz, iki devletli çözüme neden ihtiyaç var biliyor musunuz? Allah rahmet eylesin, Adnan Menderes Londra'ya giderken 1959 yılında uçağı düşmüş olmasına rağmen 1959'da Londra'da hastane odasında altına imza koyduğu için "İki devletli çözüm." diyoruz. 1963'te, 1964'te, 1967'de o dönemde oradaki soydaşlarımıza, kardeşlerimize mezalim uygulandı, neticesinde biz de 60'taki "garantör ülke" sıfatımızla beraber 74'te gittik, barış harekatını gerçekleştirdik ve iki devletli çözümü ortaya koyduk. Bugün itibarıyla -birazdan ifade etmeye çalışacağım- Güney Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliğiyle, Fransay'la, Amerika'yla yapmış olduğu anlaşmalar aslında Güney Kıbrıs Rum kesimi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında nasıl bir hukuk geliştirilmesi gerektiğini bizlere net olarak ifade ediyor.
Değerli arkadaşlar, şöyle ifadeler kullanıldı, yakın takip ettik yani Kıbrıs kampanyasını yakın takip ettik, denildi ki: "Gevşek federasyon" Arkadaşlar, federasyonun sıkısı gevşeği mi olur, federasyon federasyondur. Efendim, bunun gerekçesi açıklanırken de denildi ki: "Gevşek federasyondan kastımız Ada'yı ilgilendiren ortak meseleler varsa bu meselelerde biz Güney Kıbrıs'la eşit iki statüde bu sorunların çözümünü temin edelim." Nasıl edeceksiniz? Karşınızda Güney Kıbrıs mı var? Karşınızda Avrupa Birliği var, karşınızda Avrupa Birliğine üye sıfatını taşıyan ve kendisini "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanımlayan bir ülke var, Güney Kıbrıs var. Ve neticesinde ben o günkü manşetleri çok iyi hatırlıyorum, asıl bugün üzerimize düşen sizlerin iktidar olarak üzerinize düşen şey, 2004 yılında, 1 Mayıs 2004'te -Güney Kıbrıs'ın üye yapıldıktan sonra- Türkiye'ye verilen sözlerin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne verilen sözlerin yerine getirilmesini temin etmektir. Neydi onlar? En basitinden söylüyorum: Ercan Havaalanı uluslararası uçuşlara açılacak. İki, sonrasında 259 milyon euro Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne hibe yapılacak. Hangisi yapıldı, hangisi ortaya çıktı? Biz bugün "Türk Devletleri Teşkilatı Kıbrıs'ı tanısın, Kuzey Kıbrıs'ı tanısın." diyoruz ama arkadaşlar, iktidar sıralarına sesleniyorum: Gelinen noktada Türk Devletleri Teşkilatı üyelerinin de içinde olduğu Orta Asya Türk devletlerinin Güney Kıbrıs Rum kesiminde elçilik açmalarını nasıl yorumlayacağız?
Arkadaşlar, 2004-2017 arası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarihi açısından çok sıkışık ve kabul edilemez bir dönemdir ancak 2017'den sonra biz iki devletli çözümü dillendirmeye, iki devletli çözümü ortaya koymaya başladık.
Değerli arkadaşlar, Amerika Birleşik Devletleri 9 Eylül 2024, yeni, geçtiğimiz yıl Doğu Akdeniz'de istikrar ve güvenliği hedefleyen beş yıllık ikili savunma ve iş birliği haritası imzaladı Güney Kıbrıs'la. Yine, Amerika Birleşik Devletleri 2025'te yabancı askerî satışlar kapsamında Güney Kıbrıs'ı "uygun ülke" ilan etti.
Yine, değerli arkadaşlar, Fransa, 2017'de imzaladıkları deniz güvenliği, enerji iş birliği ve askerî eğitim konularını içeren savunma iş birliği anlaşmasını Ağustos 2020'de yürürlüğe koydu.
Bir başka vahim iddia daha var: Güney Kıbrıs Rum kesimi İsrail'den hava savunma sistemleri aldı.
Şimdi, bir de Güney Kıbrıs'ın Savunma Bakanı bir açıklama yapmış, Amerika Kanada, Almanya ve Fransa gibi müttefik ülkelerin Güney Kıbrıs Rum kesimi limanlarına eylemsel destek verdiğini söylemiş. Arkadaşlar, Allah aşkına, bu fotoğrafı gördükten sonra 2004 yılında atılan adımın sonuçlarının neye mal olduğunu hesap edebiliyor muyuz? Nasıl bir sonuç doğurduğunu hesap edebiliyor muyuz? Belki, 2004 yılında bu kadar hissedilmiyordu ama en azından bugün için bunun gereğini yapmanız gerekir.
Arkadaşlar, Akdeniz nasıl bir yer biliyor musunuz? Akdeniz, dünya su yüz ölçümü açısından sadece yüzde 1'e tekabül ediyor ama dünya deniz ticareti açısından üçte 1 demek. Hidrokarbon yataklarını düşünün, hidrokarbon yataklarıyla beraber Rusya-Ukrayna savaşı neticesinde Avrupa'nın gaz ihtiyacına cevap verebilecek en yakın coğrafyanın Akdeniz olduğunu düşünün ve bu Akdeniz'in doğal gaz yataklarındaki önemiyle beraber İsrail'in Gazze'ye yaptığı saldırıları düşünün, Süveyş Kanalı'nın ticari açıdan önemini düşünün, Türkiye'nin Suriye'yle deniz yan hukuku anlaşması olmadığını düşünün, Sevilla Haritası gibi Avrupa Birliği tarafından dayatılan, şayet karşılık bulursa sadece Antalya Körfezi'ne çıkabileceğimiz bir haritayla karşı karşıya kaldığımızı düşünün; bütün bunları alt alta, üst üste koyduğunuzda -bakın, öyle felaket tellallığı falan yapmıyorum- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki vatandaşlarımızın, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye ile arasında yapılan anlaşmaların sonucunda ortaya çıkan o güvenlik mimarisinin gereğini yerine getiremezsek, emin olun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bugünkü durumdan daha kötü hâle gelirse -çok net olarak ifade ediyorum- İstanbul'un da Ankara'nın da Hakkâri'nin de Trabzon'un da Aydın'ında İzmir'in de anahtarını götürüp Avrupa Birliğine teslim etmiş olursunuz.
Değerli arkadaşlar, size bir tane harita göstereceğim, daha önce bir konuşmamda gösterdim. O haritada, bakın, ne var biliyor musunuz? Şu haritaya lütfen iyi bakınız. Bu harita IMEC projesi yani üç yıl önce G20 zirvesinde ticaret yolu diye planlanan harita yani Çin'in Bir Kuşak, Bir Yol Projesi'ne alternatif olsun diye G20 tarafından dayatılan, Türkiye'nin de olduğu toplantıda dayatılan harita. Belki uzaktan göremeyebilirsiniz, ekranda belki görünüyordur ama şöyle bir baktığımda, arkadaşlar, burada "Mumbai var, Hindistan; Hindistan'dan Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail..." diyor. "İsrail" dediği yer Hayfa arkadaşlar. Hayfa neresi biliyor musunuz? Aslında Gazze demek, Hayfa demek Gazze demek ve ilginçtir, bu ticaret yolu Türkiye'yi baypas ederek Avrupa'ya ulaşıyor. Şimdi, böyle ticaret yollarının konuşulduğu, hatta "EastMed" diye Avrupa'nın doğal gaz ihtiyacını karşılasın diye Akdeniz kaynaklarının kullanılmaya çalışıldığı bu haritalar düşünüldüğünde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bu anlamda neye tekabül ettiğini bizim çok net ortaya koymamız lazım ve üzerimize düşeni yapmamız lazım, 2004 yılında günü kurtarma hedefiyle yapılan yanlışların sonucunun neye denk geldiğini de bilmemiz lazım.
Arkadaşlar, Gazze dedik, Gazze'ye kısa bir atıf yapalım. Allah aşkına, Türkiye görev gücü bulunduracak, peki. Şu anda İsrail -biraz önce sayın grup başkan vekili de söyledi- ateşkesi ihlal ediyor. Peki, yaptırımı nedir bunun? Türkiye altına imza koydu, Türkiye ateşkesin teminatı olarak, teminatı ülke olarak altına imza koydu. Ateşkes görüşmelerinde de Türkiye istihbaratı dâhil, ülkeler bulundu. Peki, şu anda İsrail ateşkesi ihlal ediyor, dün yapılan açıklamaya göre 97 kişiyi öldürdü, çözüm nedir arkadaşlar? Kim durduracak İsrail'i, Trump'ı kim durduracak? Sürekli Hamas'ı tehdit eden Trump'a kim "Dur bakalım, biz seninle bir anlaşma yaptık, bunun neticesi budur." diyecek? Sadece orada verilen "peace" yazısının arkasında verilen fotoğraflarla, o görüntülerle mi biz o ateşkesi yorumlayacağız değerli arkadaşlar? Bakın, burada üzerimize düşen bir şey var Türkiye olarak: İsrail'le olan bütün anlaşmaların, İsrail'in meşruiyet alanını genişleten bütün anlaşmaların, Türkiye tarafından devam eden bütün anlaşmaların acilen askıya alınması gerekir. İsrail işgali sonlandırmadıkça bunun bir an önce durdurulması gerekir.
Bir de şunu söyleyeyim: Netenyahu soykırım suçlusu evet ama başka bir plan var, muhtemelen görüyorsunuzdur ama buradan bir kere daha ifade edeyim: İşgal yetmiş yedi yıldan beri sadece Gazze'de mi? Filistin'in diğer topraklarında, Batı Şeria'da, Ramallah'ta işgal devam etmiyor mu? Peki, Gazze'ye indirgenen bir Filistin sorununun neticesinde İsrail'in İbrahim Anlaşmaları'yla da beraber etki alanını genişletmek gibi bir hedeflerinin olduğu görülmüyor mu? Gazze'yi oradan söküp atarak biraz önce göstermeye çalıştığım şu ticaret yolu gibi projelerle tamamen Akdeniz'i Türkiye'nin kontrolünden çıkarmak gibi bir hedefin olduğu görülmüyor mu? Bazen çok büyük cümleler kuruyorsunuz. Evet, ben emeği olanları, istihbarat başkanını, ateşkesin sağlanması için görev yapan diplomatların emeğini yok saymam, sayamayız; haksızlık olur ama Türkiye kamuoyuna mesaj verirken kullandığınız büyük cümlelere dikkat edin, altında kalabilirsiniz. Makul açıklamalar yapın, makul değerlendirmeler yapın, Allah korusun yarın ateşkesin ihlal edildiği, ateşkesin ortadan kaldırıldığı net olarak ortaya çıkar ve İsrail bu saldırılarını eskiden olduğu gibi aynı derecede sürdürürse en başta siz altında kalırsınız, ülke olarak biz altında kalırız. Dolayısıyla, büyük laflar ederek bu yanlışlara müsaade etmeyin.
Son olarak da şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, dış politika kuyumcu, sarraf titizliğinde yürütülmesi gereken bir alandır. Zaman zaman burada yapılan değerlendirmelerde deniliyor ki: "İşte, efendim, dış politika hepimizin ortak derdidir, ortak problemidir." Tamam, doğru. Peki, bunun gereği nedir? Birinci gereği, dış politikayı iç politikaya malzeme yapmamaktır, dış politikayı iç politikanın polemik oluşturan alanlarından kurtarmaktır. Şayet bu gerçekleşmezse aynen Annan Referandumu'nda olduğu gibi, o günün koşullarına cevap veren ama bugünü çok sıkıntıya sokan o kararlarınızda olduğu gibi gelecekte bu sıkıntılar ülkemize bir tehdit olarak döner ve bu tehdidi yönetmekte zorlanırız diyor, hepinizi, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)