Konu: | |
Yasama Yılı: | 4 |
Birleşim: | 10 |
Tarih: | 22.10.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ZEYNEP ODUNCU KUTEVİ (Batman) - Teşekkür ederim Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz Vakıflar Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görünürde teknik düzenlemeler içeren bir metin gibi sunulsa da özünde Türkiye'de kültür, tarih, vakıf ve yerel yönetim alanlarını merkezî iktidarın idari denetimi altına sokma girişimidir. Bu yasa yalnızca bir idari düzenleme değil, açıkça siyasal ve ideolojik yeniden yapılanma metnidir. Biz bu yaklaşımı çok iyi tanıyoruz. İktidar, her seferinde düzenleme, uyum, verimlilik gibi teknik kavramların arkasına saklanarak demokratik mekanizmaları görmeyen, yerelin iradesini yok sayan, halkın söz hakkını elinden alan adımlar atıyor. Bugün Vakıflar Kanunu adı altında önümüze getirilen metin de bu zincirin yeni bir halkasıdır. Teklifin en kritik maddesi birçok kültür varlığının mülkiyetini belediyelerin ve diğer yerel idarelerin elinden alarak mazbut vakıflara yani merkezî yönetim kontrolündeki yapılara devretmeyi öngörmektedir. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, yerel yönetimlerin yıllardır koruduğu, bakımını üstlendiği, halkın alın teriyle restore ettiği tarihî mirasını artık tek bir merkeze, tek bir otoriteye bağlaması demektir. Bu, kültürel mirasın yerelden alınarak sarayın denetimine devredilmesi anlamına gelmektedir. Bu tasarı, yerel yönetimleri işlevsizleştirmek için atılan bir adımın sadece bir parçasıdır. Bu ülkede tarihî eserlerin, kültür varlıklarının, vakıf mallarının asıl sahipleri halktır, onları yaşatan yerel yönetimlerdir, belediyelerdir ancak bu teklifle birlikte yerel yönetimlerin elinden birer birer yetkiler alınıyor, yerelin sesi kısılıyor. Tarihî bir cami, bir kervansaray ya da bir han artık belediyenin, halkın değil, merkezî idarenin yani sarayın uhdesine bırakılacak. Bizler bu anlayışı Hasankeyf'ten çok iyi tanıyoruz. "Koruma" dediler, "kalkınma" dediler, enerji bahanesiyle 12 bin yıllık tarihi maalesef sular altına gömdüler yani bir hafızayı, insanlığın ortak mirasını yok saydılar. Hasankeyf'le birlikte 199 yerleşim yeri, binlerce canlının yaşam alanı, bir coğrafyanın belleği yok edildi ve bunu ilerleme adına yaptılar ama biz biliyoruz ki bu bir ilerleme değil, tarihe karşı işlenmiş bir suçtur. Bugün hâlâ aynı anlayışla karşı karşıyayız. Rant projeleri uğruna doğa yok ediliyor, tarih katlediliyor, halk yerinden ediliyor. Bugün hâlâ, Hasankeyf'te yapılan tahribattan sonra halk kendine ait olan mekanizmalarda, yerlerde kendilerine ait hiçbir şeyi bulmamaktadır.
Bir ülke kendi geçmişine bu kadar hoyrat davranırsa geleceğini nasıl inşa edecek? Bu ülkenin kültürel mirası birkaç kişinin kâr hırsına, bir iktidarın gösteri tutkusuna feda edilemez. Gezi Parkı, Galata Kulesi, Pera Palas gibi taşınmazların mazbut vakıf adı altında merkezi idareye devredilmesini hatırlayalım. O zaman da koruma denmişti, kültür mirası denmişti. Sonra ne oldu? Halkın yaşam alanları şirketlere, yandaş vakıflara, ihale ağlarına teslim edildi. Şimdi aynı yönetimi kalıcı hâle getirmek istiyorlar.
Üç dönemdir belediyeler kayyımlar eliyle gasbediliyor, kayyım atanmayan belediyelerin karar alma alanı, yetkileri ise daraltılıyor ve şimdi kültürel miras üzerinden mülkiyet hakkı da gasbediliyor. İktidarın yerel yönetimlere yaklaşımı nettir; kayyımlarla kazanamadığı belediyeleri gasbediyor, gasbedemediği belediyeyi borç gerekçesiyle, hacizlerle, soruşturmalarla işlevsizleştiriyor. Bu da yetmiyor, bu yasa teklifinde olduğu gibi, "Yetersiz kaldılar." denilerek yetkileri merkezî idarenin kontrolüne alınıyor. Bu yasa da aynı anlayışın devamıdır. Muhalefetin kazandığı belediyeleri hukuken işlevsiz, fiilen etkisiz kılmanın bir başka aracıdır.
Değerli milletvekilleri, bu yasa teklifinde yalnızca kültür ve vakıf değil, aynı zamanda, kamusal kaynakların denetimi de söz konusudur. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye Kanunu'na eklenen "isim hakkı, destek ve sponsorluk gelirleri" ibaresi bu teklifin zihniyetini ele veriyor. Müzeler, tiyatrolar, konser salonları artık birer reklam alanına dönüşecek. Kültür ve sanat ve tarihî miras artık kamusal bir hak değil satılabilir bir meta olarak görülüyor. Bu kültürü kamusallıktan kopartıp piyasaya teslim eden bir anlayış yaklaşımıdır. Sanatı desteklemek değil sermaye üzerinden kontrol altına almak demektir. Yine aynı teklif, konaklama tesislerinden, marinalardan, işletmelerden anlık veri alma zorunluluğu getiriyor. Bu, kişisel verilerin korunması ilkesine açık bir aykırılıktır. Yurttaşın kimlik bilgisi hareketi, tercihi devletin veri tabanında izlenir hâle gelecek. Yani bu yasa sadece mülkiyeti değil özgürlükleri de hedef alıyor.
Öte yandan vakıflar üzerindeki mali baskılar da bu teklifle daha da artmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönettiği vakıflardan aldığı yönetim masrafı oranı yüzde 20'den yüzde 40'a çıkartılıyor. Bu artış, artan iş yükü bahanesiyle gerekçelendirilmiş ama aslında bağımsız vakıfları mali olarak bitirmeye dönük bir adımdır. Küçük, bağımsız, toplumsal fayda için çalışan vakıflar bu yükün altında ezilecek; buna karşın Ensar, TÜGVA, TÜRGEV gibi iktidara yakın vakıflar daha da güçlenecektir. Zaten kamu kaynaklarından milyonlarca lira bu vakıflara aktarılıyor. Bu değişikliklerle birlikte artık vakıf gelirlerinin yönü siyasi tercihlere göre belirlenecektir. Öte yandan biz biliyoruz ki bu ülkede vakıf meselesi yalnızca bugünün meselesi değildir. Ermeni, Rum, Asuri, Süryani halklarına ait vakıf mallarının gasp edilmesi meselesi hâlâ çözülmüş değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca çıkarılan yasalarla bu halkların mülkleri ellerinden alınmış, kültürel varlıkları yok sayılmıştır. AKP döneminde kimi kısmi iadeler yapılmış olsa da gerçek bir yüzleşme ve toplu iade hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Biz, DEM PARTİ olarak adaletin ancak geçmişle yüzleşerek sağlanabileceğini söylüyoruz. Bu nedenle, 1935'ten itibaren el konulmuş tüm taşınmazların, mazbutaya alınmış vakıflar dâhil olmak üzere, asıl sahiplerine iade edilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyoruz. Şunu özellikle belirtmek gerekiyor: Bu yasa tasarısı yalnızca kültür alanını değil demokrasi fikrinin kendisini de tehdit ediyor. Kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağı, sponsorlukların hangi kriterlerle kabul edileceği, veri toplamanın nasıl denetleneceği belli değil yani ölçülülük, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri tamamen yok sayılmıştır.
İktidarın getirdiği her kanun teklifinde ortak bir dil, ortak bir yönetim görüyoruz. Sorunları çözmek yerine sorunların etrafında dolanıyorlar, gerçek çözümler yerine kontrol mekanizmaları kuruyorlar. Her yasa teklifiyle Meclis biraz daha devre dışı bırakılıyor, her torba yasayla demokrasinin içi biraz daha boşaltılıyor. Bakın, görüşmekte olduğumuz teklifte birbirinden alakasız 10 farklı alanda düzenlemeler bir torbaya sıkıştırılmış, önümüze getirilmiş. Bu, bilinçli bir tercihtir. İktidar, gelenek hâline getirdiği bu yasama kurnazlığıyla Meclisi işlevsiz hâle getirmek istiyor. Denetim yapılmasın, tartışma yürümesin, kamuoyu bilgilendirilmesin isteniyor. Bu tasarıyla ilgili olarak bir diğer kaygımız da, afet bölgelerine yönelik desteklerin geçici ve sınırlı tutulmasıdır. Bakın, teklifin 1'inci maddesinde deprem bölgesindeki seyahat acentelerine yönelik bir düzenleme var. 2025 yılı aidatlarının alınmaması öngörülmüş ancak sadece Adıyaman, Hatay, Maraş ve Malatya kapsam dâhilinde tutulmuş. Oysa deprem Antep'i, Diyarbakır'ı, Urfa'yı, Adana'yı, Osmaniye'yi, Kilis'i, Elâzığ'ı da yıktı. Bu illerde de insanlar evsiz kaldı, işletmeler kapandı, hayatlar paramparça oldu ama yine ayrımcılık, yine seçicilik. Afet politikası bile siyasi tercihlerle uygulanıyor. Bu, kabul edilemez.
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak, bu tasarı kültürel mirası yerelden alıp merkezî otoriteye bağlamaktadır, yerel yönetimleri işlevsizleştirmektedir, kamusal alanı ticarileştirmektedir, vakıf hukukunun özerkliğini yok etmektedir, hukukun üstünlüğü ve demokratik denetimi aşındırmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun tamamlayın.
ZEYNEP ODUNCU KUTEVİ (Devamla) - Teşekkür ederim.
DEM PARTİ olarak biz bu ülkenin kültürel mirasının tek merkezden yönetilmeyecek kadar zengin ve çoğulcu olduğunu söylüyoruz. Gerçek reform kültürü ticarileştiren değil, kamulaştıran; yereli dışlayan değil, yerelden güç alan; fiilî durumlar yaratan değil, hukuka dayanan bir anlayıştır.
Biz bu ülkenin kültürünü, sanatını, hafızasını ve yerel iradesini korumaya devam edeceğiz diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)