GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA PROGRAMI ARASINDA ORTAKLIK ÇERÇEVE ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:66
Tarih:15.02.2012

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmuş bulunan bu anlaşmanın 11 Mart 2011 tarihinde imzalandığı anlaşılmaktadır. Bir çerçeve anlaşma olması nedeniyle geniş kapsamlı bir özellik arz ediyor. Atıfta bulunulan prensiplerin ve taahhütlerin çok sayıda olması, iş birliği yapılması düşünülen alanların genişliği bunu gösteriyor.

Çerçeve anlaşmalar mahiyetleri itibarıyla genel, kapsamları itibarıyla geniş tutulduklarından uygulanma süreci tarafların takibine ve hassasiyetine bağlı olarak fayda sağlayabilecek anlaşmalardır. Bu sebeple, bir taraftan bu anlaşmaların karşı tarafı olan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının neleri yapmakta olduğuna ve nasıl çalıştığına bakmak gerekiyor, diğer taraftan Türkiye-Kalkınma Programı ilişkilerinin seyrine bakmak icap ediyor.

Birleşmiş Milletlerin temel görevlerinden biri kalkınmayı, ekonomik ve toplumsal gelişmeyi teşvik etmektir. Birleşmiş Milletler çalışmalarının yüzde 70 kadarının kalkınmaya yönelik olduğu kabul ediliyor. Dünyada barış şartlarının oluşturulması için dünya çapındaki yoksulluğun ortadan kaldırılması ve refahın artırılması arzu ediliyor.

Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan bir kalkınma örgütü olan UNDP, Birleşmiş Milletler bünyesinde insani gelişme alanına en çok hibe veren kuruluş durumundadır. Temelleri Birleşmiş Milletlerin genişletilmiş bazı teknik yardım programlarıyla 1958 yılında kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Özel Fonu'nun birleştirilmesine dayanıyor. UNDP 1965 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kuruldu. Ülke ofislerinin çoğunda UNDP temsilcisi Birleşmiş Milletler sisteminin bütünü adına kalkınma etkinliklerinin koordinatörlüğü görevini de yürütmüş oluyor.

Kısaca "UNDP" diye adlandırılan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının amaçlarından da kısaca söz edecek olursak, temel görevi yoksullukla mücadeledir. Birleşmiş Milletlerin kalkınma örgütü olarak bu ödevi sürdürebilir insani gelişmeyi destekleyerek yerine getirmeye çalışıyor. Yoksulluğun azaltılması yönündeki en büyük hedef 2000 yılında Bin Yıl Kalkınma Hedefleri aracılığıyla daha somut bir biçimde tanımlanmış oldu. UNDP ağı, bu hedeflere varma konusundaki küresel ve ulusal çabalar arasında bağlantılar kurarak ikisi arasında uyum sağlıyor.

Görüşmekte olduğumuz 100 sıra sayılı anlaşmada önemli yer tutan UNDP'nin, yani Kalkınma Programının Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine de kısaca bakmak zorundayız çünkü bu 100 sıra sayılı anlaşma, büyük oranda bu Bin Yıl Hedeflerine atıfta bulunuyor.

2000 yılında Birleşmiş Milletler üyeleri, yeni yüzyıl için yeni bir gündem belirledi. Bütün Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler için genel bir taahhüt niteliği taşıyan Bin Yıl Bildirgesi'ni ortaya koydular. Bu bildirge, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ilkelerini yeni bir dünya ve yeni bir bin yıla uyarlama iddiasıyla "Bin Yıl Kalkınma Hedefleri" adıyla bir hedefler silsilesi ortaya koydu. Yani UNDP'nin hedefleri, Bin Yıl Kalkınma Hedefleriyle net hâle getirilmiş oldu ve takibi kolaylaştı.

Bu hedefler şunlardan ibarettir: Birincisi, aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması; diğeri evrensel temel eğitim sağlanması; diğeri cinsiyet eşitliğinin desteklenmesi ve kadının konumunun güçlendirilmesi; çocuk ölümlerinin azaltılması; anne sağlığının iyileştirilmesi; HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele; çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması; kalkınma için küresel ortaklık geliştirilmesi.

2000 yılında kabul edilen bu hedefleri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2001 yılında onayladı. Birleşmiş Milletler Sekreterliği de UNDP'den bunun dünya çapında gerçekleştirilmesi yolunda gayret sarf etmesini istemiş oldu. Aslında, Bin Yıl Kalkınma Hedefleri ile ilgili çalışmalar 1990 yılında başlamış, 2000 yılında bildirgeye girmiş, 2001 yılında da onaylanmıştır. Başlangıcı ile kabulü arasında geçen uzun süre dikkate alınırsa Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin zamanla sınırlandırılması arzu ediliyordu, öyle de yapıldı ve "2015 yılı" diye bir hedef belirlendi, bir sınır konuldu. 2015 yılına kadar gerçekleşmese bile hedefler, gerçekleşme yoluna girildiğinin görülmesi arzu edildi.

Özetle, Bin Yıl Kalkınma Hedefleri 8 ana hedef, 18 alt hedef ve 48 göstergeyle belirlenen bir hedefler silsilesidir. Bu hedeflere nasıl ulaşılacağını gösteren stratejilerle sağlam bir bağ kurulması gerekiyor. O bakımdan UNDP ülke ofislerinin çalışmaları bulundukları ülkelerde büyük önem taşıyor. Sözleşmede vurgu yapılan iş birliği alanlarına baktığımız zaman bu sayılan sekiz hedefe ilaveten, özellikle afet riskinin azaltılması ve kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesi alanlarında iş birliğinin geliştirilmesi, bilgi alışverişi yoluyla UNDP ve Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi arasında ilişkilerin geliştirilmesi, TİKA ve diğer devlet kurumlarıyla ilişkilerin geliştirilmesi, şekilleri taraflar arasında ayrı bir anlaşmayla belirlenecek UNDP İstanbul Uluslararası Kalkınma ve Özel Sektör Merkezinin kurulması, yoksulluğun azaltılması ve Bin Yıllık Kalkınma Hedeflerinin ve gelişmekte olan ülkelerin diğer uluslararası mutabık kalınmış kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesi ve sayılan birçok alanda, daha ilave edilen birçok alanda iş birliği yapılması arzu ediliyor.

Çerçeve anlaşmanın amacına baktığımız zaman, "Bu anlaşmanın genel amacı: Bin Yıl Kalkınma Hedefleri dâhil olmak üzere uluslararası mutabık kalınmış kalkınma hedeflerini gerçekleştirmede kaydedilen ilerlemeyi hızlandırmak için küresel kalkınma ortaklıklarını geliştirmek." deniliyor, "Gelişmekte olan, en az gelişmiş ve düşük gelirli ülkelerin zorluklarının ele alınmasına katkı vermek." ifade ediliyor, "Kalkınma iş birliğinde haricî olarak uygulanan programlar ile ulusal olarak uygulanan programlar arasında sinerji oluşturmak." gibi amaçlar sayılıyor. Türkiye'nin, UNDP'nin bölgesel ve küresel kalkınma kapasitesine katkısını artırmak amacı ve bu anlaşmalarda tanımlanan ortaklık temelinde taraflar arasında iş birliğinin güçlendirilmesi isteniyor. Sayılan bu amaçlar sözleşmenin 1'inci maddesinde sıralanmış durumda.

Burada, değerli milletvekilleri, iki nokta dikkat çekmektedir. Bunlardan bir tanesi, Türkiye'nin bir donör ülke olduğu ve küresel kalkınma ortağı olduğudur. Yani Türkiye bu anlaşma ile Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin gerçekleştirilmesinde zayıf ülkelere yardımcı olacak ülke olarak kabul ediliyor. Dikkat çeken bir diğer yön "en az gelişmiş ülke" tabiridir. En az gelişmiş ülke ve düşük gelirli ülkelerin zorluklarının ele alınması isteniyor. Burada çok ciddi bir çelişki gözler önüne serilmektedir. Garabet düzeyindeki bu çelişki, G20 ülkeleri arasında sayılan Türkiye'nin, en az gelişmiş ülkelerdeki sorunların çözümüne yardımcı olmaya çalışırken aynı sorunları kendisinin yaşıyor olmasıdır. O bakımdan, bu "en az gelişmiş ülke" tabiri üzerinde çok kısaca durmak gerekiyor.

Bu, iktisat literatüründe canlılığı olan, işlerliği olan bir tabir değildir bildiğiniz gibi; gelişmemiş, az gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler -bunlar da nezaket ifadeleridir- ve gelişmiş ülkeler. En az gelişmiş ülkeler zaman zaman "üçüncü dünya ülkeleri" olarak ifade ediliyor. Bu ülkelerle kastedilen, çok yüksek doğum oranları, çok yüksek ölüm oranları, çok düşük ortalama ömür ve kalkınma imkânını ve potansiyelini yitirmiş ülkelerdir.

Şimdi, Birleşmiş Milletlerin, Kalkınma Örgütü vasıtası ile bu ülkelere yardımcı olmaya çalışırken Türkiye'yi donör ülke olarak görmesi ve kabul etmesi güzel bir husustur. Ancak, bu maddelere baktığımız zaman, Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine baktığımız zaman,  ne yazık ki Türkiye'yi birçok noktada "en az gelişmiş ülkeler" diye ifade edilen ve iktisat literatüründe pek de kullanılmayan bir tabirle, Türkiye'nin bazı özellikleri bakımından nitelendirilebildiği bir duruma düştüğünü görüyoruz. Sizlerin dikkatini çekmek istediğim tezat budur. Bu hedeflerden birincisi, biraz önce saydığım sekiz maddeden bir tanesi, mutlak yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılmasıdır. Bir tarafta dünyanın 17'nci ekonomisi olma durumu, diğer tarafta G20 ülkeleri arasında bulunma realitesi, öbür taraftan AB ülkelerinin imrendiği bir ülke pozisyonunda olduğumuzun iddia edilmesi meselesi ama onun arkasından "Günde 1 doların altında geliri olan insan kalmadı." şeklinde değerlendirmelerin Hükûmet tarafından dile getirilmesi. Bunlar çok ciddi çelişkilerdir. Türkiye gibi bir ülkede, ortalama gelirinin 10 bin doları bulduğu ve aştığı söylenen bir ülkede 1 dolarlık, 2 dolarlık günlük gelirlerden söz edilememesi gerekirdi. Sayın Ali Babacan sık sık bunu dile getiriyor. En son 26 Aralık 2011'de diyor ki Sayın Bakan: "Geliri 1 doların altında kimse kalmadı, 2 doların altında olanları da binde 2'ye indirdik."

Değerli milletvekilleri, G20'ye katılan bir ülkenin 1 dolar, 2 dolar gibi günlük gelir tartışmalarının olmaması gerekir. Bunu ortadan kaldırmak da marifet olmamalıdır. Çünkü, 365 milyon dolar tahsis etseniz, 1 milyon insanı 1 doların altında geliri olmaktan yukarıya çıkarmış olursunuz. Bunlar başarı hikâyeleri olarak söylenmemelidir. Bunlar dile getiriliyorsa Türkiye'de genel durumun iyi olmadığı ortaya çıkar.

TÜRK-İŞ'in 2012 için ilan ettiği açlık sınırı 958 Türk lirasıdır, yoksulluk sınırı 3.123 liradır. TÜİK'in 19 Aralık 2011'deki ilanına göre Türkiye'de yoksulluk sınırının altındaki insan sayısı 16,9'dur ve yoksulluk tehlikesi altında olan, sürekli tehlike altında olan nüfus da yüzde 18 civarındadır. Dolayısıyla Türkiye mutlak yoksulluk ve açlıkla mücadele konusunda Birleşmiş Milletlere katkı yapması gereken bir ülke olarak görülürken, diğer taraftan kendisi bu sorunları yaşıyor durumdadır, birinci nokta bu.

İkincisi, ikinci hedef, herkesin temel eğitim almasını sağlamaktır. OECD'nin 2011 yılı raporunda Türkiye'de ilkokullaşma oranı yüzde 91,3 olarak veriliyor ama OECD ülkelerinin ortalaması yüzde 98,6'dır; 91,3-98,6? Türkiye burada en kötü durumdadır ve 1'inci sıradadır maalesef. 2'nci sırada olan Polonya bile yüzde 94,1'le Türkiye'nin 3 puana yakın derecede önündedir.

OECD'nin bir başka raporunda OECD ve G20 ülkeleri içinde 5-14 yaş arası okullaşma oranı 4 ülke hariç yüzde 95'in üzerindedir. Hariç tutulan bu 4 ülkeden bir tanesi Türkiye'dir. Diğer taraftan, insani gelişmişlik endeksinde 187 ülke arasında 92'nci sırada olduğumuzu biliyoruz. Eğitimdeki öğrencilerin başarı sıralamasında 65 ülke içinde 41'inci sırada olduğumuzu biliyoruz. 25 yaşındaki nüfusun aldığı ortalama eğitim açısından 187 ülke arasında 126'ncı sırada olduğumuzu biliyoruz. Dolayısıyla bu da Türkiye'nin sadece yardımcı olabileceği bir alan değil, kendisiyle ilgili düzeltmeler ve gelişmeler yapması gereken bir alan olarak görülüyor.

Üçüncü hedef, kadınların konumunu güçlendirmek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmektir. Bu konuya insan hiç girmek istemiyor çünkü Türkiye'yi en az gelişmiş ülkeler safına itecek görüntülerin maalesef burada olduğunu biliyoruz. Neresinden başlasak vicdanlar sızlıyor, hâlâ kız çocuklarını okula gönderme kampanyaları yapmak zorunda olan bir ülke pozisyonundayız. On iki yaşında satılan evlatlar, on bir yaşında çok sayıda çocuk anneler söz konusu. Kendilerine yönelik şiddet karşısında âciz kadınların sayısı çığ gibi artıyor, öldürülmekten koruyamadığımız kadın sayısı gittikçe artıyor. Bu alanda Türkiye'de gelişme mi var, gerileme mi var? Gerçekten, bu hususların ciddi şekilde tespit edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Çocuk ölümlerini azaltmak ve anne sağlığını iyileştirmek bu hedeflerin 4 ve 5'incisidir. Çocuk ölümlerinin azaltılması konusunda Türkiye mesafe almıştır, anne sağlığının iyileştirilmesi konusunda da Türkiye mesafe almıştır ama 2010 yılı UNICEF ve Dünya Bankası kaynaklı bir araştırmaya göre beş yaş altı çocuk ölüm oranı Türkiye'de binde 18'dir. Bu oran Tunus'ta binde 16'dır, Kongo'da bile binde 16'dır, Uruguay'da binde 11'dir, İspanya'da binde 5, Yunanistan'da binde 4'tür. 18 ile bunların kıyaslanması lazım. Bu konuda gerçekten mesafe alınmıştır.

Sayın Sağlık Bakanı yok galiba. Biraz önceki sözleşme görüşülürken?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Buradayım?

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Efendim? Burada mısınız Sayın Bakan?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Buradayım, burada?

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Güzel? Evet?

BAŞKAN - Buyurunuz efendim, devam ediniz.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) -  Biraz önce Sayın Bakan "1960'la 1990 arasında OECD ülkelerinin çocuk ölümleri ve anne sağlığında kaydettiği mesafeyi biz son sekiz senede elde ettik." dedi.

Ciddi bir haksızlık yaptı Sayın Bakan, onu söylemek istiyorum çünkü anne sağlığı ve çocuk ölümleri meselesi Türkiye'nin çok ciddiye aldığı ve uğraştığı bir konudur. Hatta Sayın Bakan, 1965 yılındaki Nüfus Planlaması Kanunu çıkarılırken Nüfus Planlaması Kanunu'na destek sağlamak amacıyla çocuk ölümleri ve doğum yaparken ölen anneler, yani anne sağlığı meselesi öyle gündeme getirildi, o kadar tartışma yapıldı ki, onun arkasından bu konuyla ilgilenme fevkalade arttı ve o tarihlerde 50 bin olarak ifade edilen ve kayıtlarda yer alan her yıl doğum yaparken ölen anne sayısı yavaş yavaş azaltılarak, ciddi şekilde azaltılarak bugünlere gelindi. "OECD ülkeleri bunları 1960 ile 1990 arasında yapmıştı, Türkiye'de de son sekiz yılda yapıldı." demenin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Türkiye bu konuya önem vermiştir ve ciddi şekilde azalma olmuştur ama hâlen baktığımız zaman beş yaş altı çocuk ölümlerinde binde 18 oranlarında olduğumuz görülüyor. Bunun da çok sağlıklı bir yol olmadığını, iyi bir sonuç olmadığını söylemeliyiz ancak gelişmelerin devam ettiğini de ifade etmiş bulunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, bir başka hedef, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır. Çevresel sürdürülebilirlikte Birleşmiş Milletler ve gelişmiş ülkelerin şöyle bir yaklaşımı vardır: Çevresel sıkıntılar büyük oranda doğal kaynakların kullanımından ortaya çıkmaktadır. Doğal kaynaklarla ilgili, Birleşmiş Milletlerdeki esasen çalışmaların çoğunun stok kaynakların dış ticaret yoluyla gelişmiş ülkelere transfer edilmesi karşısında, o ülkelerin yenilenebilir kaynaklara aşırı yüklenmek suretiyle toprak, orman, su gibi bunların yenileme gücünü ellerinden almaları, Birleşmiş Milletler açısından en üzerinde durulan bir konu olarak ikinci planda bile gelmiyor. Onu ifade etmek gerekir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Zamanımız bu kadar elverdiği için?Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kutluata.