| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 12.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2012 bütçesiyle ilgili grup görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sağlığın herkes için doğuştan gelen bir insan hakkı olduğu ve bu hakkın insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan devlet tarafından kamusal güvence altına alınmak zorunda olan bir alan olduğu genel geçerli evrensel bir kuraldır. Yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2'nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin bir sosyal devlet olduğu açık bir şekilde belirtilmektedir. 56'ncı maddesinde de herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğu net bir şekilde Anayasa'da belirtilmektedir ancak özellikle AKP döneminde, 2003 yılından beri devreye sokulan Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin gerek Anayasa'nın bu sosyal devlet ilkesine gerekse insani yaşamın gelişmişlik düzeyine aykırı olan bazı çelişkilerini sizlerle birlikte paylaşmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, devreye konan bu Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla ilgili koruyucu sağlık hizmetlerinin ötelendiği, eğitim ve bilimsel araştırmaların önemsizleştirildiği, bunun yerine tüketimi önceleyen, tıbbi tetkik ve ilaç tüketiminde belirgin artışlara yol açan uygulamaları hep birlikte gördük. Özellikle, AKP'nin iktidara geldiği günden bugüne kadar kararlılıkla yürüttüğü bu Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin artık toplumun aleyhine, sermayenin lehine işleyen bir süreç olarak şekillendiği günümüzde açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Burada 2012 yılı bütçesiyle ilgili birkaç veri sunmak istiyorum. Bu veriler bile 2012 yılında hangi uygulamalarla karşılaşacağımız hakkında bize bir ipucu verir diye düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, 2011 yılında Sağlık Bakanlığının bütçesi 17 milyar 241 milyon TL iken 2012 yılında yüzde 16,7 gerileyerek 14 milyar 358 milyon TL seviyesine inmiştir. Sağlık Bakanlığı bütçesindeki bu azalış, 2012 yılındaki sağlık harcamalarının büyük bölümünün vatandaş tarafından, halkımız tarafından karşılanacağının âdeta bir ispatı niteliğindedir.
Yine, 2012 bütçesinde gördüğümüz gibi özellikle mal ve hizmet alımı noktasında neredeyse yüzde 50'lere varan bir bütçe planlamasını görüyoruz. Bu, mal ve hizmet alımının büyük bir bölümünün özel sektörden olacağını göz önünde bulundurursak bu bütçe aktarımının büyük bir bölümünün özel sermayeye bir transfer anlamı taşıdığı gerçeğiyle karşı karşıya kalacağız.
Değerli milletvekilleri, zaman zaman bu platformlarda paylaşma imkânımız oldu, burada Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin uygulamalarıyla ilgili birkaç paylaşımı tekrar sizlere aktarmak istiyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Projesi Genel Sağlık Sigortası'yla devreye sokulmuştu. Genel Sağlık Sigortası'nın özü "Paran kadar sağlık." anlayışını getiren ve prim ödeme sistemine dayanan bir anlayışı esas almaktaydı. Aslında, AKP Hükûmeti iktidara geldiği dönemde "Herkese ücretsiz sağlık hizmeti." gibi birtakım vaatleri öncelemiş ancak daha sonraki uygulamalarda "Paran kadar sağlık." anlayışını sağlık politikasının temel eksenine sokmuştu. Şimdi, gelmiş olduğumuz aşamada Genel Sağlık Sigortası'nın acı reçetesinin halkın önüne getirileceği bir süreci hep beraber göreceğiz. 2012 yılının Ocak ayından itibaren yeşil kartlıların -ki bu sayı 9,5 milyonluk bir halk kitlesini temsil ediyor- gelir testine tabi tutulmak suretiyle sağlık hizmetlerinden yararlanması için prim ödeme sistemine tabi tutulacağı gerçeği önümüze gelecek. Buna göre, 2012 Ocak ayından itibaren asgari ücretin üçte 1'inden daha az gelir beyanı olan yeşil kartlıların, yani 279 TL'den az bir gelir beyanı olan yeşil kartlıların primleri devlet tarafından karşılanacak ancak 279'un üzerinde gelir beyanı olan vatandaşların sağlık hizmetlerinden yararlanması için de ödedikleri prim miktarları baz alınacaktı.
Şimdi, biz buradan bazı eleştiriler getirirken aslında biraz yapıcı olmaya ve biraz halkımızın sıkıntılarını giderme noktasında ön açıcı olmaya çalışıyoruz. Buradan Sayın Bakanımızdan biz bu şekilde bir çağrıyı önemsiyoruz. Aslında, biz, sağlık politikasının, genel olarak sağlık hizmetinin bütün vatandaşlara, bütün halka ulaşılabilir, nitelikli, eşit ve ücretsiz bir şekilde verilmesini temel ilke olarak alıyoruz ama biliyoruz ki Sağlık Bakanlığı, bu bahsetmiş olduğumuz ilkeler çerçevesinde bir pratiği 2012'de ortaya koymayacaktır. Bu nedenle en azından bu yeşil kartlıların gelir tespitiyle ilgili düzenlemeler yapılırken ülkedeki hiç olmazsa yoksulluk sınırı ve açlık sınırının baz alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bütün sivil toplum örgütleri, sendikalar ve kamu kurumları tarafından yapılan araştırmalarda, Türkiye'deki yoksulluk sınırı 1.650 TL, Türkiye'deki açlık sınırı da 1.231 TL civarında belirtilmektedir. Dolayısıyla, eğer yeşil kartla ilgili bir düzenleme yapıyorsanız hiç olmazsa bu yoksulluk veya açlık sınırı yani 1.231 TL'nin altında gelir beyanı olan vatandaşların bütün sağlık hizmetlerinin sorumluluğunun devlet tarafından alınmasını öncelemeniz gerekiyor diye düşünüyoruz.
Şimdi, biz bu çağrılarımızın çok dikkate alınmadığını biliyoruz çünkü bizler buraya araştırma önergeleri getirdiğimizde sizler sayısal çoğunluğunuza güvenerek bu bahsetmiş olduğumuz araştırma önergelerini hiçbir şekilde dikkate almıyorsunuz, Meclisin belirli konularda muhalefetin sesini bir şekilde dikkate almasının önündeki süreçleri işletmiyorsunuz. Bu nedenle, dikkate alacağınız, yeşil kartla ilgili birkaç veriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, sizin en fazla dikkate aldığınız şey, genellikle seçim meydanları, seçim sonuçları ve seçmen sayılarıdır. Bu yeşil kart kıyasını ben de seçmen sayısı üzerinden vereyim: Bakınız, 2010'daki seçmen sayısına göre, Bitlis'te seçmen sayısı 173.856, yeşil kartlı sayısı 168.586; Van'da seçmen sayısı 530.750, yeşil kartlı sayısı 515.609; Bingöl'de seçmen sayısı 153.935, yeşil kartlı sayısı 128.560; Diyarbakır'da seçmen sayısı 849 bin, yeşil kartlı sayısı 573 bin ve bu yeşil kartlıların pek çoğunun seçmen olarak size oy verdiği gibi bir gerçeklik var karşımızda. Aslında biz sizi siyaseten de rahatlatan birtakım süreçlerin ipuçlarını veriyoruz yani sizler bu yeşil kartlıları, size oy vermiş bir çoğunluğu oluşturan bu yeşil kartlıları dikkate alarak, baz aldığımız açlık sınırını ya da yoksulluk sınırını devreye sokarsanız, o çok önemsediğiniz, her şeyin üstünde tuttuğunuz seçim açısından da önemli birtakım avantajları yakalamış olacaksınız. Böylesi bir uygulama, ülkenin her tarafında bu yeşil kart gelir testiyle ilgili kaygılı bekleyişi bir oranda rahatlatacaktır.
Değerli milletvekilleri, Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin ikinci ayağını, bildiğimiz gibi, aile hekimliği oluşturmaktadır. Burada aile hekimliğinin sonuçlarını araştırmayı isteyen önergelerle gelip birtakım bilgilendirmeler yapmıştık ama dediğim gibi, bu araştırma önergelerini sayısal çoğunluğunuzla, maalesef, devreye sokmamıştınız. Aile hekimliğiyle ilgili, genel olarak, aile sağlık merkezlerinin ticarethane mantığıyla çalıştırıldığını, aile hekiminin su ve elektrik faturalarından tutalım da personel maaşlarına kadar ticari birtakım harcamaları karşılayacak şekilde bir yoğunlaşma içerisine girdiğini daha önce burada belirtmiştik, bunları detaylandırmayacağım. Ancak burada Sayın Bakanımızın özellikle aile sağlık merkezlerinin sınıflandırılmasıyla ilgili birkaç soruya cevap vermesini istiyoruz.
Bildiğimiz gibi, aile sağlık merkezleri tıbbi donanımları, çalıştırdıkları personel sayısı ve fiziki koşullarına göre A, B, C, D olarak sınıflandırılıyor. Burada, A sınıfı en kaliteli hizmeti, D sınıfı ise en düşük seviyedeki hizmeti gösteriyor. Burada, A ve D grubunda yer alan, çalışan aile hekimlerinin maaşı bile birbirinden farklılık gösteriyor. Yani A sınıfında çalışan bir aile hekimi, D sınıfında çalışan bir aile hekiminden daha fazla ücret alıyor.
Şimdi, Sayın Bakanımıza sormak istediğimiz şudur: Bu sınıflandırma ile aslında siz vatandaşı ve sağlık emekçilerini sınıflandırmış olmuyor musunuz? Sağlık hizmetlerinde bir sınıf ayrımı olur mu? Siz sağlık politikalarını genel olarak tarif ederken eşit olarak her vatandaşa sağlık hizmeti götürülmesinin altını defalarca çizdiniz. Dolayısıyla, bu bahsetmiş olduğumuz sınıf ayrımı bu eşitlik ilkesine ne kadar uyuyor? Veya soruyu şöyle alalım: Kırsal bölgelerde veya yoksul kesimlerde A sınıfı aile sağlık merkezi yüzdesi ne kadardır? Bütün bunların cevaplandırılmasını biz son derece önemsiyoruz.
Değerli milletvekilleri, zamanımız dar olduğu için ana başlıklar hâlinde değinerek geçeceğim.
AKP tarafından Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin bir ayağı olarak -biliyorsunuz- Tam Gün Yasası getirildi. Özellikle hekimlerin, öğretim görevlilerinin, sağlık çalışanlarının büyük bir beklenti içerisinde beklediği Tam Gün Yasası tam bir hayal kırıklığı yarattı. Performansa dayalı bir çalışma ücretlendirmesini esas alarak sağlığı meta, hastayı da müşteri olarak gören bir zihniyeti devreye soktu. Bu Yasa ile hastalara yapılan gereksiz tıbbi müdahaleler ve girişimsel işlemlerin sayısında çok önemli oranda artışlar meydana geldi.
Yine, performans puanı kazanma kaygısıyla hekimlerin bu fazla müdahale ve girişimsel işlemleri birtakım kronik yorgunluklar ve dikkat dağınıklıkları ve bununla birlikte de malpraktisleri beraberinde getirdi.
Biz burada temel olarak Tam Gün Yasası'nın şu şekilde olması gerektiğini hep söyledik: Yani burada hekime, öğretim görevlisine veya sağlık çalışanına, muayenehane açmaya muhtaç etmeyecek, başka bir işte çalışmaya muhtaç etmeyecek bir şekilde, bilgi üretebilecek, eğitim ve araştırma çalışmalarına devam edebilecek onurlu bir yaşamı idame ettirebilecek ve emekliliğe yansıtacak net bir gelirin sağlanmasını öncelemenizi söylemiştik, belirtmiştik ve bu çağrıları yapmıştık.
Değerli milletvekilleri, Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin final aşamasını da en son 2 Kasım 2011 tarihinde gece yarısı operasyonlarıyla Meclisten, halktan, sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerden saklayarak geçirdikleri kamu hastane birlikleri olarak bilinen kararnameyle devreyle soktular. Bu kararname ile hedeflenen bu kamu hastanelerinin önce özerkleştirilmesi, sonra da özelleştirilmesi sürecinin hızla bitirilmesidir. Burada genel olarak bir ildeki kamu hastane birliğinin başına holding anlayışıyla bakan bir genel sekreter, bununla beraber çalışan bir yönetim kuruluyla beraber şekillenen bir birliği görüyoruz. Bu yönetim kurulunda sağlığın siyasete açılmasının bir göstergesi olarak il genel meclisinden üyeler var, sağlığın piyasaya açılmasının göstergesi olarak ticaret ve sanayi odasından üyeler var ancak sağlığın direkt muhatabı olan tabip odalarından veya iş kolu sendikalarından herhangi bir üyenin bu yönetim mekanizmalarında yer almadığını görüyoruz. Bu genel sekreter ve yönetimin sağlıkla ilgili başarısının temel çıtası ise işletmenin kâr edip etmemesi üzerine konmuş. Dolayısıyla kendi performansının da işletmenin kârı üzerinden konulan bu genel sekreterin, sağlık çalışanlarına, hekimlere bakış açısının da kâr üzerinden, ekonomik getiri üzerinden olacağı aşikârdır. Biz oysaki sağlık hizmetlerinin genel olarak niteliğinin ekonomik ölçütlerle değerlendirilemeyecek kadar insani yönünün ön plana çıkarılması gerektiğini sürekli söylüyoruz.
Bakınız, bu kamu hastane birliklerine sağlık çalışanlarının iş güvencelerinin ve sözleşmelerinin feshi dâhil sağlık çalışanlarının içinde bulundukları kliniğin demirbaşlarıyla birlikte satılmasına kadar çok geniş bir yelpazede yetkilendirildiğini görüyoruz. Biz, sağlık çalışanlarının bir sabah uyandıklarında kendi çalışmış oldukları kliniklerde demirbaşlarla birlikte yandaş bir sermaye sahibine satılacağı süreçlerin önümüze geleceğini biliyoruz. Gerçi bu uygulamaları bu yasadan önce de yaptınız. Bunun en somut örneğini Diyarbakır'da yaptınız. Bir vekil arkadaşımız burada Diyarbakır'la ilgili süreci anlattığı için ben de size Diyarbakır'la ilgili süreci biraz detaylandırayım.
Diyarbakır Göğüs Hastanesini hastane başhekiminin ve hastane yönetiminin hiçbir haberi olmadan, bir sabah, Sağlık Bakanlığıyla ilgili istatistiki bilgileri girerken kapatılacak şekilde bir süreci işlettiniz. Diyarbakır Göğüs Hastanesini kapatırken bölgedeki 5 milyon insana göğüs hastalıkları alanında hizmet veren tek göğüs hastanesini kapattınız. Bu bölgedeki tüberküloz hastalarına hizmet veren tek göğüs hastanesini kapattınız. Şu anda bölgedeki tüm tüberküloz hastaları pimi çekilmiş bombalar gibi tedavisiz olarak, bulaştırıcılığı kırılmadan, sokakta, trende, metroda, otobüste halkın arasında hem kendi sağlıklarını hem de halk sağlığını tehdit edecek şekilde dolaşıyorlar.
Bakınız, Diyarbakır'da yarattığınız bilançoyu ben size söyleyeyim. Diyarbakır'da son beş yılda 350 yataklı eski Çocuk Hastanesini kapattınız, 141 yataklı Göğüs Hastanesini kapattınız, 120 yataklı eski Kadın Doğum Hastanesini kapattınız, 625 yataklı Devlet Hastanesini 300 yatağa düşürecek şekilde bir işleyişi esas aldınız. Toplamda 936 olarak yatak sayısını azalttınız. Buna karşılık, 537 yataklı Eğitim ve Araştırma Hastanesini ve 320 yataklı Kadın Çocuk Hastanesini yani toplamda 857 yataklı hastaneleri devreye soktunuz.
Sadece Diyarbakır'da 100'ün üzerinde bir yatak kaybı var. Peki, bu yatak kaybının sebebi ne? Kamusal alandaki yatak kaybının sebebi özel sektöre alan yaratmak. Diyarbakır'daki özel hastanelerin AKP'yle olan ilişkilerini biraz irdelerseniz, bizim söylemek istediğimiz bu tablonun ne anlama geldiğini çok iyi göreceksiniz.
Bakınız, bunu sadece Diyarbakır'da yapmadınız. Kastamonu'da, Eskişehir'de, İstanbul'da, Ankara'da, Türkiye'nin her tarafında sağlık çalışanları bir sabah uyandıklarında hastanelerinin kapatıldığı gibi gerçekliklerle yüz yüze geldiler.
Bakın, bu Diyarbakır Göğüs Hastanesinin kapatılması sürecini biraz detaylandırmak istiyorum. Bu kapatılma sürecine Diyarbakır AKP İl Teşkilatı ve İl Başkanı dâhil olmak üzere Diyarbakır'daki bütün siyasi partiler, bütün sivil toplum örgütleri, bütün meslek örgütleri, bütün sendikalar karşı çıktılar. Diyarbakır halkı, sadece bir hafta içerisinde "Hastaneme dokunma." diye 50 bin imza topladı. Siz, siyaseten, Diyarbakır'da 85 bin oy alan bir arkadaşımızın milletvekilliğini düşürerek, o hakkı bir başkasına, hak etmeyen birisine verecek şekilde gasbederken sağlık alanında da Diyarbakır halkının topladığı 50 bin imzayı tanımadığınızı bir şekilde ortaya koydunuz. Dolayısıyla, burada bu resmin iyi görülmesi gerekiyor.
Peki bunu niye yaptınız? Bunu, üç yıldır hizmete açamadığınız Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesini, Diyarbakır Göğüs Hastanesinin personel ve tıbbi, teknik donanımı üzerinden, bu rezerv üzerinden açmak üzere yaptınız.
Bakınız, Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesiyle ilgili bahsetti. Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesini açarken Türkiye tarihinde rekorlara imza attınız. Yolu olmayan bir hastaneyi hizmete açtınız. Eğitim ve Araştırma Hastanesi hasta yatırmaya başladığında yolu, kantini, sosyal donatısı olmayan bir hastane niteliğindeydi. Sadece hastasına su almak için insanlar 25 kilometre öteye gidip kendi cebindeki son parayla ulaşım ücretini verip -ki toplu ulaşım araçları da yoktu- suyu alıp o şekilde geliyorlardı.
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hastalar yatırılıyorken -bunların hepsi raporludur, hem sağlık müdürlüğünde hem Sağlık Bakanlığının ilgili birimlerinde vardır- ilgili kliniklerde defibrilatör olmadan, kardiyopulmoner resüsitasyon ilaçları olmadan hasta yatırdınız ve siz "Biz yeni hastane açtık." diye ortalıkta böbürlenerek dolaşırken hastalar defibrilatörü olmayan, gerekli ilaçları, acil ilaçları olmayan kliniklerde can veriyorlardı.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Başka ülkede mi yaşıyorsunuz?
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Aynı ülkede yaşıyoruz, bununla ilgili bizim yazmış olduğumuz raporları, meslek örgütlerinin yazmış olduğu raporları Tedavi Hizmetlerinizden, Temel Sağlık Hizmetlerinizden alabilirsiniz, Diyarbakır Sağlık Müdürlüğünden alabilirsiniz.
Bakınız, bu yeni araştırma hastanelerinin açılmasıyla ilgili sürekli ortaya çıkarılan bir tablo var, bununla ilgili en son örnek Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinin durumu. Daha teslim alınanı bir yıl olmayan Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi şu anda hizmet veremiyor, sadece acil bölümünde küçük müdahaleleri içerecek şekilde şu anda hizmet veriyor. Dolayısıyla, sizin açmış olduğunuz yeni hastanelerin hangi doğal afete ne kadar dayandığını da doğrusu çok merak ediyoruz.
Burada zamanımız kısıtlı olduğu için hızlıca geçmek istiyoruz, belki daha sonraki dönemde yeniden bahsedeceğiz. Ben genel olarak şunu belirtmek istiyorum: Biz herkese eşit nitelikli, ulaşılabilir, ücretsiz ve ana dilinde sağlık eğitiminin kamusal bir görev olarak devlet tarafından yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sağlık çalışanlarının tümünün toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkına sahip olması gerektiğini düşünüyoruz.
Sağlık politikalarının ve bununla ilgili Sağlık Bakanlığı uygulamalarının bu bahsetmiş olduğumuz perspektiften son derece uzak olduğunu düşündüğümüz için bu bütçeye ret oyu vereceğimizi belirtir, hepinize saygılarımı sunarım.
Teşekkürler. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baluken.