| Konu: | |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 27 |
| Tarih: | 09.12.2025 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi ve aziz milletimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Son elli yılda ülkemizin etrafında bulunan Balkanlar, Karadeniz, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Kafkasya bölgelerinde gerçekleşen savaş ve çatışma sayısı 70'ten fazladır. Bu kadar hareketli ve zor bir coğrafyada yaşanan gelişmelerde söz sahibi olan, olayların yön ve neticesini tayin etme kudreti gösterebilen bir ülkeyiz. Karabağ Savaşı ve Suriye'deki iç çatışma şartlarının düzene girmeye başladığı bir iklimde ise kuzeyimizde Ukrayna ve Rusya arasında başlayan, güneyimizde ise İsrail'in terör devleti edasıyla neredeyse önüne gelen her ülkeye yönelik sürdürdüğü saldırganlık ülkemizin yeni sınamalarla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Yeni gündem ve gelişmeler de her an, her koşulda vuku bulabilmektedir. Son zamanlarda Karadeniz'de kendi egemenlik sahamızda yaşanan bazı gelişmeler endişe verici olduğu kadar kuşku uyandırıcı hususları karşımıza getirmektedir. Bir yandan Polonya, diğer yandan Romanya ve Bulgaristan'ın Rusya'ya karşı örtülü operasyonlarda kullanılmaya çalışılması, Rusya'yı kışkırtarak savaşı sadece Ukrayna sahasıyla sınırlı kalmayıp daha geniş bir alana yayma riski barındırmaktadır. Karadeniz'e kıyısı olan bir ülkeye satışı yapılan savunma araçlarının hülleyle Ukrayna'ya tekrar satılması çabaları kuşku uyandıran gelişmeler olarak dikkat çekmektedir. Bilhassa Karadeniz'deki çatışmaların kaynağını oluşturacak paravan ve nakil üssü ülkeler oluşturma girişimleri karşısında uyanık ve dikkatli olma mecburiyetindeyiz. Türkiye'nin hem kendi egemenliğini hem de boğazlar üzerindeki hâkimiyetini tescilleyen Montrö Sözleşmesi'nin delinmesi girişimlerine karşı hassas tavrımızı korumalıyız. Türkiye her ne kadar NATO üyesi olsa bile Ukrayna ve Rusya arasında süregelen savaşta adil olmak durumundadır. Savaşan taraflarla aynı anda görüşebilen ve daha da önemlisi iki tarafın esir takası ile tahıl nakli gibi alanlarda birbiriyle anlaşma sağlamalarını tesis eden ülkemiz özellikle ABD ve İngiltere'nin başını çektiği karanlık oyunlara karşı hukuki yükümlülüğünü kararlılıkla uygulamalıdır ancak bu şartlarda Montrö'nün gereklilikleri yerine getirilebilecektir. Rusya ve Ukrayna arasında ABD Başkanının sunduğu ancak daha sonra revize edilmesi Avrupa birliği ve Ukrayna tarafından talep edilen ateşkes önerilerinin ise şimdilik sonuç vermediği görülmektedir. Ülkemizin ara buluculuğunda yürütülecek savaşı sona erdirme gayretlerinde Hükûmetimizin bu zamana dek üstlendiği sorumluluğu ise müspet bulduğumuzu ifade etmek isterim. Türkiye olmadan her iki tarafın da birbirleriyle samimi bir barış iklimi oluşturamayacağını görmesiyle ülkemiz küresel barış ve istikrara sağladığı mümtaz katkılarını bu vesileyle her çevreye göstermiştir. Ancak bu olumlu iklime rağmen savaşın devam etmesi bir yana Avrupa içlerine doğru yayılması riskinin hâlâ sürdüğü akıllardan çıkarılmamalıdır. Kendisinin Ukrayna başta olmak üzere pek çok diğer sahalarda türlü vesilelerle sınandığını düşünen, yine NATO'nun da uyguladığı politikalar sebebiyle topraklarına yönelik güvenlik risklerini artırdığını değerlendiren Rusya 2025 yılı içerisinde somut karşılıklar vermeye başlamıştır. Başta Polonya olmak üzere çok sayıdaki NATO üyesi ülkenin hava sahasını ihlale uzanan sınamalarla mukabelede bulunan Rusya da gerek NATO'nun kendisini çevreleme stratejisini gerekse de zayıflama ve toprak bütünlüğünü kaybetme tehlikesi karşısında boş durmayacağını göstermiştir. Bu tehditle Rusya'yı kendisiyle anlaşmaya zorlayan ABD yönetimi ise Çin'le koyulduğu mücadelesinde Moskova'yı ya yanına alabilme ya da etkisiz eleman hâline getirebilme uğraşındadır. Diğer yandan, Japonya'nın Çin'le yaşadığı gerginlikler giderek artmaktadır. Sadece Avrasya siyaseti için değil Sibirya, Antarktika ve Pasifik Bölgesi'ni etkileyebilecek yeni koşulların 2026 yılında yüksek bir ivmeyle yoluna devam etmesi kaçınılmaz olarak görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, ikisi de aynı güvenlik şemsiyesi altındayken ve üstelik ikisi de birbirine karşı savunma taahhüdünde bulunmuşken bir NATO üyesi ülke neden komşusu olan bir başka NATO üyesi ülkeyi tehdit eder? Neden tüm savunma, politika ve taarruz sistemlerini aynı komşu NATO üyesi ülkeye karşı konuşlandırır? Neden her fırsatta ve her koşulda aynı NATO üyesi ülkenin egemenlik haklarını gasp etme girişiminde bulunur? Bu suallerin cevabi muhatabı kuşku yoktur ki Yunanistan'dır. Yıllardan bu yana Ege ve Doğu Akdeniz'de Lozan ve Paris Anlaşmalarını açıkça ihlal eden Yunanistan artık ipin ucunu iyice kaçırmıştır. Ege Denizi'ndeki adaları silahlandıran, boyunu aşan iş ve gündemlere kalkışan, Türkiye karşıtlığını açıkça ortaya koyup sözde ittifaklar kuran Yunanistan için sabrımız tükenmek üzeredir. Karasuları genişliğini 12 mile çıkararak ülkemizin mavi vatan hudutlarına mütecaviz eylemlerde bulunma niyetini en üst seviyeye taşıyan Yunanistan şayet böyle bir karar alırsa karşısında yıkıcı bir azapla muhatap bulacağını ve çok şeylerini feda etmek durumunda kalacağını unutmamalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda yıllar önce aldığı karar hâlâ geçerlidir. Türkiye'nin kimsenin toprağında, hududunda, hakkında ve hukukunda gözü yoktur ancak benzer bir durum bizim için geçerli olursa göz dikenin gözünü oymak, el uzatanın elini kırmak elbette boynumuzun borcudur çünkü vatan bizim namusumuzdur.
Muhterem milletvekilleri, Doğu Akdeniz böylesine giderek millî güvenliğimiz ve bekamız açısından çok mühim gelişmeleri karşımıza getiriyor. Uzun yıllardan bu yana Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin hem tek taraflı hem de hukuka aykırı girişimleri Türkiye ve Kıbrıs Türklüğünün egemenlik haklarını ihlal etmiştir, aynı ihlal teşebbüsleri tarihî ilişkilerimizin olduğu Mısır'ı da hedef almaktadır. Buna mukabil, mavi vatan doktrinini ilan etmemiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Libya'yla deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmalarını imzalamamız, nihai olarak da Birleşmiş Milletlere deniz yetki alanlarımızı bildiren coğrafi koşullarımızı sunmamız mütecaviz eylemlere karşı hak ve menfaatlerimizi koruma gayretinde kayda değer kazanımlarımız olmuştur. Ne var ki Gazze'ye yönelik soykırım politikası işleten İsrail'in Hindistan'la beraber "IMEC" adı verilen proje kapsamında Doğu Akdeniz'de yeni koşullar yaratma çabaları dikkatle takip edilmeli ve asla makul görülmemelidir. Son dönemlerde İsrail'in Kıbrıs Rum Kesimi'ne ileri nesil silah sevkiyatlarında bulunması, eşgüdüm hâlinde Yunanistan'ın askerî ve taarruz altyapı ve kapasitesini güçlendirme politikasını takip etmesi sessizlikle karşılanacak eylemler değildir. Bize göre bu politikalar bizzat ABD'nin güdümü ve bölgesel hesapları dâhilinde şekillenmekte, hatta teşvik edilmektedir. Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne yönelik silah ambargosunu kaldıran, Yunanistan'ın kontrol ettiği bazı sahalarda sözde Rusya tehdidiyle yüksek kapasiteli askerî üsler ve altyapı tesisleri kuran ABD, İsrail'in Doğu Akdeniz'deki yayılmacılığını desteklemektedir. Bölgede aleni şekilde Türkiye karşıtı olan Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail'den müteşekkil bir ittifak kurulmuştur. ABD'nin hesaplarına göre Hazar ve Akdeniz arasındaki alanlarda yeni koşullar yaratma girişimleri hız kazanmıştır. Türkiye'nin beka mücadelesinde sergilediği üstün gayretlerin yalnızca savunma politikalarını kapsamadığı, ikili ve çok taraflı ilişkileri de içerdiği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Bu kapsamda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Libya'yla Doğu Akdeniz hususunda sürdürdüğümüz ilişkilerimizin Mısır, Suriye ve Lübnan'la da makul bir zemine taşınarak, tüm tarafların adil biçimde hak ettiğini alacağı bir neticeyi bölgeye kazandırabilmeliyiz. Aksi hâlde, bu bölgede restleşmelerin askerî bir çatışmaya doğru hızla ilerlediği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar, gerginliği yükselten ve bölge için tehdit oluşturan, kendisi haricinde bölgeye komşu olan ülkelerin egemenliğine kast eden biz olmasak da kendi egemenlik haklarımız söz konusu olduğunda gereğini kararlılıkla yapacağımızı her tarafa gösterme mecburiyetimiz vardır. Türkiye bu minvalde acilen daha önce partimiz tarafından ilan edilen Kudüs paktı ve TRÇ isminden doğan Türkiye, Rusya ve Çin ittifakı seçeneğini mutlaka devreye almalıdır. Küresel barış ve istikrarı tesis edebilmesi için ülkemizin kendi çıkarlarını önceleyerek alternatif seçenekleri hayata geçirebilmesi gerekir.
Muhterem milletvekilleri, bu vesileyle, sözlerime son verirken Dışişleri Bakanlığımızın bütçesine MHP olarak olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, üstün gayretleriyle ülkemize çok değerli katkıları olan tüm Dışişleri personelimize teşekkür ediyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)