GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu:
Yasama Yılı:4
Birleşim:29
Tarih:11.12.2025

MHP GRUBU ADINA KONUR ALP KOÇAK (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2026 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında Millî Savunma Bakanlığı ile Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığının bütçeleri hakkındaki görüşlerimizi paylaşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi ve temsilcisi olmakla iftihar ettiğimiz aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm Millî Mücadele kahramanlarımızı rahmet ve saygıyla anıyor; devletimiz, milletimiz, mukaddesatımız için ölümü göze alarak mücadele eden savunma ve güvenlik teşkilatı mensuplarımıza minnettarlığımızı, şükranlarımızı ifade etmek istiyorum. Vatan uğrunda şehadete yürüyen tüm kahramanlarımıza Allah'tan rahmet, şehit yakınları ve gazilerimize sağlıklı, esenlik dolu bir ömür diliyorum.

Değerli milletvekilleri, uluslararası sistem, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan dengelerin sarsıldığı, güç merkezlerinin ağırlık değiştirdiği, rekabetin yeni alanlara yayıldığı, öngörülmesi zor ve kaotik bir dönemden geçmektedir. Enerji güvenliğinden kritik madenlere, göç yönetiminden siber savunmaya, yapay zekâ rekabetinden gıda arz güvenliğine kadar pek çok alanda yaşanan dalgalanmalar devletlerin savunma kapasitesini doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla modern savunma politikası, yalnızca askerî kuvvetin idamesi değil, aynı zamanda ekonomik dayanıklılık, teknoloji üretimi, lojistik derinlik ve siyasi istikrarın sürdürülebilirliğinin aynı anda temin edilmesini gerektirmektedir. ABD-Çin rekabetinin küresel sistem üzerindeki baskısı, Rusya'nın yakın çevresinde yürüttüğü agresif hamleler, Orta Doğu ve Afrika'da körüklenen vekâlet savaşları ve Birleşmiş Milletlerin içine düştüğü acziyet uluslararası norm ve kurallara dayalı düzenin sarsılmasına yol açmaktadır.

Avrupa güvenlik mimarisi Ukrayna savaşıyla birlikte âdeta yeni baştan kurgulanmaktadır. NATO'nun rolü yeniden tanımlanmakta, pek çok Avrupa ülkesi onlarca yıldır ertelediği savunma harcama ve yatırımlarını hızlandırmaktadır.

İsrail'in uluslararası hukuku hiçe sayan yayılmacı saldırganlığı, Gazze'de sergilenen insanlık dışı saldırılar ve sivilleri hedef alan devlet terörü yalnızca Filistin halkının dramını derinleştirmemiş, aynı zamanda bölgesel bir çatışmanın tohumlarını ekmiştir. Soykırıma varan bu kontrolsüz militarizm şüphe yok ki bölge ülkelerini savunma ve güvenlik planlamalarını yeniden gözden geçirmeye zorlamaktadır.

Bu gelişmeler şüphesiz ki Türkiye için güvenlik tehditlerinin çeşitlendiği, çok katmanlı ve riskli bir ortam üretmektedir. Tehdit ve risklerin artmasıyla birlikte ülkelerin savunma doktrinlerini ve bütçe tercihlerini de köklü biçimde değiştirdiği görülmektedir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsünün 2025 verilerine göre küresel askerî harcamalar 2 trilyon 718 milyar dolara çıkarak rekor kırmıştır. Son on yılda artış yüzde 37 olmuştur. NATO ülkelerinin küresel harcamalardaki payı yüzde 55'e yükselmiştir. Savunma harcamalarının Almanya ve Polonya'nın yanı sıra Baltık ülkeleri ve İskandinavya'da kayda değer şekilde artış göstermesi de küresel güvenlik ortamının sertleştiğine işaret etmektedir. NATO'nun 2025 Lahey Zirvesi'nde alınan müttefiklerin savunma harcamalarını millî gelirin yüzde 5'ine çıkarması yönündeki karar, güvenlik ortamındaki tehdit algısının arttığının son göstergesi olmuştur. Bu tablo savunma bütçesini belirlerken uluslararası sistemdeki kırılgan yapıyı, artan riskleri ve ciddi harcama gerektiren teknolojik ilerlemeleri dikkate almamız gerektiğine işaret etmektedir. Hâl böyleyken Türkiye gibi hem NATO müttefiki olan hem de çatışma ve kriz bölgeleriyle çevrelenmiş bir ülkenin savunma bütçesini azaltmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Zira Türkiye 3 kıtanın kavşağında; enerji hatlarının, ticaret koridorlarının ve çatışma alanlarının merkezinde bulunmaktadır. Bu coğrafi konum bir yandan ülkemizin stratejik önemini artırırken diğer yandan bizi bölgesel ve küresel hesaplaşmaların odağına yerleştirmektedir. Ne var ki Türkiye'nin askerî harcamalarının millî gelire oranı yüzde 2 seviyesindedir; bu oran birçok gelişmiş ülkeyle kıyaslandığında son derece mütevazı kalmaktadır.

Unutmamak gerekir ki Ege ve Doğu Akdeniz'de Rum-Yunan ikilisinin maksimalist politikaları, hava sahamıza ve deniz yetki alanlarımızda yönelik mütecaviz girişimler, Suriye ve Irak'taki terör yapılanmalarıyla sınırlarımız boyunca bir terör koridoru oluşturma gayretleri, Kafkasya'daki hassas dengeler, Karadeniz'deki rekabet, İsrail'in bölgede yarattığı yıkım ve Kızıldeniz ve Afrika boynuzundaki krizler ülkemizin güvenlik denklemine doğrudan etki etmektedir. Diğer yandan, millî dava olarak gördüğümüz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını ve egemenliğini tehdit eden, hasmane girişimlere sahne olan Doğu Akdeniz, potansiyel bir kriz alanı olmayı sürdürmektedir. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yalnızca güçlü olmasını değil, aynı zamanda teyakkuz hâlinde bulunmasını ve proaktif davranmasını zorunlu kılmaktadır. Bu şartlar altında Türk Silahlı Kuvvetleri hem caydırıcılığımızın omurgası hem de dış politikamızın en önemli kuvvet çarpanlarından biridir. TSK'nin sahadaki başarıları diplomasiye güç vermekte, Türkiye'nin uluslararası platformlardaki müzakere kapasitesini artırmakta, masada sözümüzün ağırlığını pekiştirmekte ve çetrefilleşen uluslararası sistemde tam bağımsız bir aktör olarak varlığımızı tahkim etmektedir. Millî Savunma Bakanlığımızın ve şanlı ordumuzun bu karmaşık güvenlik sorunları karşısında her açıdan hazırlıklı olduğundan şüphe etmiyoruz. Dünyanın en gelişmiş kudretli ve itibarlı ordularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin kaynağı ve niteliği ne olursa olsun her türlü tehdit ve tehlikeyi bertaraf etme iradesine ve kapasitesine sahip olduğuna inanıyoruz.

Sayın Milletvekilleri, uluslararası sistemdeki belirsizliklerin derinleştiği ve yakın çevremizde jeopolitik gerginliklerin arttığı bir dönemde, mevcut tehditlerin ciddiyeti ve gelecekte karşımıza çıkması muhtemel risklerin niteliği dikkate alındığında, millî birlik ve beraberliğimizi güçlendirmekten başka bir seçeneğimizin olmadığı anlaşılacaktır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında öncelikli hedefimiz, terörsüz Türkiye'nin inşa edilmesi suretiyle ülkemizi daha huzurlu, mutlu, güvenli ve müreffeh hâle getirmektir. Nitekim, terörsüz Türkiye için ok yaydan çıkmıştır ve mutlaka hedefine ulaşacaktır; artık, terörün dönüşü olmayacak şekilde ülke gündeminden çıkarılması gerekmektedir. Siyaset alanı şiddetten tamamen arındırılmalı, demokratik siyaset tahkim edilmelidir. Bugün gelinen aşama, terörün tasfiyesi noktasında tarihî bir dönüm aşamasına gelindiğini göstermektedir.

Kırk yıla yaklaşan terörle mücadele tecrübemiz bize bir gerçeği açıkça göstermektedir: Terör sadece güvenlik kuvvetlerimizin mücadelesiyle değil, millî birlik ve kardeşlik hukukunu pekiştiren siyasi kararlılık, güçlü istihbarat, etkin diplomasi ve gelişmiş bir savunma sanayisinin birlikteliğiyle bertaraf edilebilecektir. Bu kapsamda, Millî Savunma Bakanlığına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine verilecek her türlü destek doğrudan milletimizin bekasına ve devletimizin ali menfaatlerine verilen destek anlamına gelecektir. Bu çerçevede, 2026 yılında Millî Savunma Bakanlığı için ayrılan 823 milyar liralık ödenek ve Savunma Sanayii Destekleme Fonu dâhil 2 trilyon 155 milyar liraya ulaşan savunma ve güvenlik harcamaları ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehditlerin niteliği ve kapsamı dikkate alındığında bize göre isabetli olmuştur. Bu bütçe Türk Silahlı Kuvvetlerinin caydırıcılığını artıracak, terörle mücadelede imkân ve yeteneklerimizi güçlendirecek, savunma sanayimizin yerelleşme ve millîleşme sürecini hızlandırıp teknolojik üstünlüğümüzü pekiştirecektir. Bunların doğal bir sonucu olarak da Türkiye, bölgesel ve küresel güvenlik denkleminde etkin ve sözü dinlenen bir aktör olarak varlığını idame ettirecektir. Çok boyutlu tehditlerle çevrili bir jeopolitik kuşakta yer alan Türkiye'nin güçlü bir devlet aklı, caydırıcı bir ordu, millî bir savunma sanayisi ve sarsılmaz bir iradeyle yoluna devam edeceğinden şüphe etmiyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler, cumhuriyetimizin yeni yüzyılında terörün hayatımızdan kalıcı olarak sökülüp atılmasıyla birlikte Türkiye'nin her alanda yükselişine tanıklık edeceğimize samimiyetle inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Libya'dan Kosova'ya, Afganistan'dan Somali'ye kadar birçok ülkede uluslararası barışa katkı sunan ve mazlum milletlerce yolu gözlenen Türk ordusunun dünyanın en kudretli, en saygın ordularının başında geliyor olması şüphesiz ki tesadüf değildir. Bu başarının arkasında her geçen gün daha da gelişen savunma sanayimizin büyük payı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Savunma sanayimizde gerçekleşen dönüşüm tarihî niteliktedir ve artık tüm dünyanın kabul ettiği bir başarı hikâyesine dönüşmüştür. Yerlilik oranının yüzde 80'in üzerine çıkması, savunma sanayisi ithalatının son yıllarda ciddi oranda azalması, sektör cirosunun 20 milyar doları aşması Türkiye'nin stratejik bağımsızlığının ne ölçüde güçlendiğinin açık göstergesidir. Bir zamanlar dışarıdan temin ettiğimiz, ambargolara, lisans sınırlamalarına ve siyasi baskılara maruz kaldığımız pek çok silah, mühimmat, sistem ve platform artık kendi mühendislerimiz, kendi şirketlerimizde üretilip geliştirilmektedir. Bugün KAAN ve GÖKBEY gibi hava platformları, AKSUNGUR ve KIZILELMA gibi SİHA sistemleri, ATAK taarruz helikopteri, ALTAY tankı, TCG ANADOLU ve MİLGEM projeleri, TAYFUN balistik füzesi ve Çelik Kubbe Hava Savunma Sistemi gibi başarılı projeler ülkemizi dünya liginde üst seviyeye taşımaktadır. ROKETSAN, BAYKAR, ASELSAN ve ASFAT gibi şirketlerimiz artık sadece Türkiye'nin değil dünyanın saygın markaları arasında yer almaktadır. Nitekim, geçtiğimiz günlerde Millî Savunma Bakanlığımıza bağlı şirketlerden biri olan ASFAT ilk kez bir NATO ve Avrupa Birliği üyesi ülkeye savaş gemisi ihraç etmiştir. Bu sevindirici gelişme için Millî Savunma Bakanlığımızı, ASFAT yönetimini ve çalışanlarını ne kadar tebrik etsek azdır. Dünyanın en büyük 100 savunma ve havacılık şirketi arasında Bakanlığımıza bağlı Makine ve Kimya Endüstrisi ve ASFAT dâhil toplam 5 Türk şirketinin yer alması elbette ki gurur vericidir.

Listede kaç şirketimizin yer aldığı kadar önemli olan bir diğer husus ise bu şirketlerimizin küresel pazar payının ne seviyede olduğudur. İlk 100 şirket arasında yer alan yerli şirket sayısını artırmanın yanı sıra, sektördeki ihracatımızın ve Türk şirketlerinin küresel pazar payının büyütülmesi için daha fazla çalışmamız gerektiği açıktır. Savunma ve havacılık sektörümüzün bu yılın kasım ayı itibarıyla bir önceki yıla kıyasla yüzde 30 artışla 7,5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmiş olması sektörün küresel çapta rüştünü ispatladığını, savunma sanayimizin yüksek teknolojili ürün ihracatının lokomotifi hâline geldiğini göstermektedir. Bununla birlikte, bu başarıların sürdürülebilirliği için kritik bileşenlerin, ara mamullerin ve enerjetik malzemelerin tamamen yerli ve millî imkânlarla üretilebilmesini teminen AR-GE yatırımlarının artırılması, üniversite-sanayi iş birliklerinin güçlendirilmesi, KOBİ'lerimizin ana yüklenicilerle daha fazla iş paylaşımı yapabilmesi ve savunma sektöründe faaliyet yürüten KOBİ'lerimizin daha fazla desteklenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, Millî Savunma Bakanlığımızdan bir talebimiz, sektörde faaliyet yürütebilmek için gerekli olan izin, ruhsat gibi belgelerin temininde yaşanan sorunların giderilmesi ve bu süreçlerin hızlandırılması suretiyle, muhtemel üretim ve ihracat kayıplarının önüne geçilmesidir.

Diğer yandan, sektörün sürdürülebilirliği açısından önemsediğimiz bir diğer husus, savunma sanayisi ekosisteminin yalnızca İstanbul, Ankara ekseninde sıkışmaktan kurtarılması, üretim ve ihracat bakımından coğrafi çeşitlendirmenin sağlanabilmesidir. Bu çerçevede, bilhassa Beyşehir ilçesi Üzümlü, Huğlu bölgesinde gelişmiş bir savunma sanayisi ekosistemine sahip olan ve bu sektörde en çok ihracat gerçekleştiren 4'üncü şehir olan Konya başta olmak üzere, teknik altyapısı güçlü Anadolu şehirlerinde savunma sanayisi ihtisas OSB'lerinin kurulması ve bu şehirlerimize yeni yatırımların teşvik edilmesi hem tedarik güvenliğine katkı sağlayacak hem de bölgesel kalkınmayı artıracaktır.

Bölgesel kalkınma demişken, bu çerçevede önem arz eden Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı hakkında kısa bir değerlendirme de yapmak istiyorum. Türkiye'deki bölgeler arası gelişmişlik farklarının giderilmesi amacıyla uygulanan KOP ve GAP gibi projelerin tamamlanması, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın hayat kalitesinin artırılması, bu bölgelerde üretim, istihdam ve refah artışının temin edilmesi ve yurt çapında topyekûn kalkınmanın sağlanması açısından büyük önem arz etmektedir. Hatırlatmak isterim ki Konya merkezli 8 şehrimizi kapsayan KOP bölgesindeki nüfusun büyük bölümü için en başta gelen ekonomik faaliyet tarım olagelmiştir. Bize göre tarım sadece bir ekonomik faaliyet değil, millî güvenliğin, toplumsal istikrarın, çevresel sürdürülebilirliğin ve insan sağlığının temel unsurlarından biridir. Covid salgını ve Ukrayna savaşının ardından baş gösteren gıda güvenliği riskleri tarımın stratejik bir sektör olduğunu bizlere sarsıcı bir şekilde göstermiştir. Tarım sektöründeki sorunların giderilmesi, tarım üretiminde kendine yeterlilik ve tarımsal ürünlere sürdürülebilir erişimin temin edilmesi gibi hususların gıda güvenliği açısından büyük önem taşıdığı bu krizler neticesinde daha iyi anlaşılmıştır. Ne var ki çiftçilerimiz zorlanmakta, tarım sektörümüz bazı yapısal sorunlarla yüzleşmek durumundadır. Tarım için hayati önem taşıyan su kaynaklarımız giderek azalmaktadır. Suyun büyük bölümünü tarımda tüketen bir ülke olarak havza bazlı planlama artık bizim için bir tercih değil, zorunluluktur. Bu çerçevede, tarımsal üretim planlaması ve yeni destekleme modelinin suyu merkeze alan bir anlayışla hazırlanmasının ve Konya Ovası gibi su kısıtı bulunan havzalarda planlı üretime uygun üretim yapacak çiftçilerimize ilave destek verilmesinin isabetli bir politika olduğunu değerlendiriyoruz. Ayrıca tarımsal sulama ihtiyacı her geçen gün artan Konya Ovası'na dış havzalardan su transferinin yapılması gerektiği kanaatindeyiz. Bununla birlikte, mevcut su havzalarının korunması, su kaynaklarının yeni teknolojilerle kontrol altında tutulması, sulama kanallarındaki kayıp ve kaçakların önlenmesi, yağmur suyu hasadına başlanması ve arıtılmış atık suların tarımda kullanımının yaygınlaştırılması gibi tedbirlerin hayata geçirilmesi gerektiğine ve bu çerçevede KOP Başkanlığına önemli görevler düştüğüne inanıyoruz.

Bu düşüncelerle 2026 yılı bütçesinin devletimiz ve milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyor. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)