GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:35
Tarih:12.12.2011

BDP GRUBU ADINA EMİNE AYNA (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün Barış ve Demokrasi Partisinin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bütçesiyle ilgili görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere burada bulunuyorum.

Bu değerlendirmeme başlamadan önce, şu anda Diyarbakır'da bir mahkeme devam ediyor. "KCK davası" adı altında 104 Kürt siyasetçisi ve Türk siyasetçisi yargılanıyor. Yargılanma nedenleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt sorununa ilişkin resmî ideolojisi dışında farklı düşünmeleri, farklı çözüm önerileri geliştirmeleri; Türkiye'de sadece Türklerin değil, diğer halkların da yaşadığını ve bu halkların da nasıl Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna ortak olmuşlarsa yönetimine de kendi kimlikleriyle ortak olabileceklerini söylemeleri, bunu örgütlemeye ve bunun siyasetini yapmaya çalışmalarıdır. Bugün orada yargılanan belki bu 104 siyasetçidir ama biz biliyoruz ki, tarih, yargılayanları yargılayacaktır.

SONER AKSOY (Kütahya) - Sizi de yargılayacak.

EMİNE AYNA (Devamla) - Arkadaşlar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, sadece Türkiye ekonomisiyle ilgili değildir; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, sadece serbest piyasa ekonomisiyle, sadece rekabete dayalı bir sistemle alakalı değildir. Ben, Bakanlığın Komisyona sunumunu izlediğimde, takip ettiğimde birçok yerde şu kavramların geçtiğini gördüm, diyor ki: "Uluslararası projeleri yürütmek."; "Enerji piyasalarının rekabete dayalı olarak yeniden yapılanması sürecini yönetmek." yani özelleştirme; "İşleyen piyasa." yani serbest piyasa; "Artan enerji talebinin karşılanması." Genel anlamda yapması gerekenleri, 2012 yılı bütçesiyle önlerine koydukları programın altyapısını oluşturan temel kavramların bunlar olduğunu söylüyor. Tam da sorun burada. Enerjiyle ilgili yaşadığımız, bugün yaşadığımız sorunlar ve sıkıntıların, yine doğal kaynaklarla ilgili yaşadığımız sorunlar ve sıkıntıların temel kaynağı tam da burada, yaklaşımda. Bu yaklaşım değişmediği sürece de bununla ilgili yaşayacağımız sorunları çözme imkânı yok. Örneğin, artan enerji talebinin karşılanmasını söylerken parantez içinde şöyle bir şey de vurguluyor, diyor ki: "2002'den bu yana elektrik ve doğal gaza Çin'den sonra en fazla talep artışı olan ülkeyiz." Bu iyi bir şey değil, bu kötü bir şey. Çin'in nüfusu 1,5 milyar, Türkiye'nin nüfusu 75 milyon ve enerji talebi artışı var. Bunun ne anlama geldiğini oturup iyi tartışmak zorundayız. 20 kat fazla nüfusu var, Çin'in Türkiye'den 20 kat fazla nüfusu var. Bu artış iyi bir şey değil, bu talep artışı iyi bir şey değil.

Bakın, Türkiye'deki tüketim çılgınlığının aslında nasıl serbest piyasa ekonomisiyle, yine rekabete dayalı sistemi yönetmekle alakalı olduğunu hepimiz iyi kavramak zorundayız. Enerji tüketimi çılgınlığının tam da bu sistemle alakası var. Artık ekonomiyi belirleyen ihtiyaçlar değil. Ekonomiyi öğrenirken, en temel bilgi, ilk başta öğretilen bilgi, temel ihtiyaçlar, ihtiyaçların sonsuzluğu, ama doğal kaynakların, kaynakların kıtlığıydı. Bugün ise ekonomiyi belirleyen bu temel ihtiyaçlar değil; bugün ekonomiyi belirleyen, ekonominin nasıl işleyeceğini belirleyen serbest piyasa ekonomisi sistemidir, bu sistemde insanların beynine kodlanan tüketim çılgınlığıdır. Artık bir aileye, bir eve bir araba yetmiyor, o ailenin nüfusunu oluşturan her bir bireye bir araba alınıyor. Bu, enerji tüketimi çılgınlığı değil midir aynı zamanda? Artık -günümüz için söylüyorum, cep telefonları üzerinden söylüyorum- bir kişinin bir cep telefonu yok, iki yok, üç cep telefonu var. Bu, enerji tüketimi çılgınlığı değil midir? Yine araba da yetmiyor, artık özel uçaklar alınıyor, o da yetmiyor gemi alınıyor. Bu, enerji tüketimi çılgınlığı değil midir? Bunun direkt serbest piyasa ekonomisiyle, rekabete dayalı sistemle alakası yok mudur? Bir ev yetmiyor, iki ev yetmiyor, üç ev yetmiyor yurt dışında da ev alıyor; yazlık ayrı, kışlık ayrı; yetmiyor, bir de baharlık ev alıyor. Bu, enerji tüketimi çılgınlığı değil midir bunların hepsi ve bunların, bu çılgınlığın dayandığı nokta serbest piyasa ekonomisi değil midir? Bunları tartışmadan, biz, enerji tüketiminin ne anlama geldiğini nasıl tartışacağız? Enerji tüketimi konusundaki artan talep artışını nasıl tartışacağız? Talep artışı bunlarla alakalı değil midir?

Yine, diğer bir nokta ve bence en önemlisi, Sağlık Bakanlığının çok sıklıkla insanlar için vurguladığı bir şey ama tam da bu enerji tüketimi için de vurgulanması gereken bir şey: Bunun adı obezitedir, açlık değildir, açlığı gidermek değildir, ihtiyacı gidermek değildir; ihtiyaçtan fazlasını tüketmek ve dünyayı, nasıl ki bir insan obezite olduğu zaman kalp sorunu yaşar, nefes darlığı sorunu yaşarsa dünyanın da artık nefes darlığı sorunu yaşaması, patlama noktasına doğru gitmesi demektir. Bunların hepsinin nedeni işte bu artan enerji talebidir, işte enerji tüketimi çılgınlığıdır.

Bu nedenle Bakanlığın konusunu sadece serbest piyasa ekonomisi ya da rekabete dayalı sistemi yönetmek vesaire üzerinden tartışmak yerine, tamamen insan sağlığı ve yaşamıyla, yine doğanın, dünyanın sağlığı ve yaşamıyla ilişkisini ve ilgisini kurarak programını ve planlamasını yapmak gerekir. Mesele bütçeden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına ne kadar ayrıldığı değildir, ayrılan bu bütçenin doğaya ve insana yararlı bir şekilde, doğanın sağlığına, insanın sağlığına, doğanın yaşamına, insanın yaşamına ne kadar uygun bir şekilde değerlendirileceğidir.

Burada bilinen şeyleri tekrar etmek hepimizi sıkıyor ama tekrar etmek zorunda kalıyoruz. Artan kanser vakalarının enerji tüketimiyle, enerji üretimiyle bağını kurmak zorundayız. Bu Mecliste geçen dönem sorulan bir soru üzerine Sağlık Bakanlığının verdiği cevaptır 2002-2010 yılları arasında kanser vakasının 3 kat arttığı.

Ben burada bu konuşmayı yapmaya gelmeden önce bir kez daha izledim, adapte olmak için izledim Çernobil patlamasını, Çernobil patlamasının sonuçlarını ve bugün biz Türkiye'de nükleer santralleri kurmaktan söz ediyoruz. Sayılara, rakamlara ben de boğmayacağım, şu kadar insan öldü vesaire demeyeceğim. 1986'da Çernobil patlaması olduğunda, bizim ülkemizde olmadı, başka bir ülkede oldu bu patlama ama biz hâlâ Türkiye'de bunun sonuçlarını yaşıyoruz, hâlâ çayın üretildiği Karadeniz topraklarında topraktaki radyasyon oranı normalin çok çok üstünde, hâlâ bu böyle. Bunu enerji üretiminden bağımsız tartışabilir miyiz, enerjinin nasıl üretileceğinden bağımsız tartışabilir miyiz?

Bugün Türkiye'de down sendromlu çocuk vakası geçmiş yılların çok çok üstünde. Nedeni tam da bu enerji tüketim çılgınlığıyla alakalı değil midir, hangi enerjiyi nasıl ürettiğimizle alakalı değil midir? Yine, geçmişte Mezopotamya, geçmişte bu coğrafya tarım zenginliğiyle ünlüyken, toprağı dünya ülkelerine göre çok daha değerliyken, çok daha verimliyken, bugün tarım ürünlerinin azalması ve toprağın verimliliğinin azalması söz konusudur. Bunların tümü tam da bu Bakanlığın konusu değil midir? Ayrılan bütçeyi tam da bu soruların cevabını vermek, bu sorunları çözmek üzerinden değerlendirmesi gerekmez mi?

Bakın, nükleer santral konusu önemlidir. Bizler sigaranın zararları üzerinden bir karar aldık. Sigaranın insanoğluna, insana verdiği zarar üzerinden sigara bırakma kampanyaları başlatıyoruz. Nükleer santraller, HES'ler dünyanın sigara içmesi anlamındadır ve birçok ülke nükleer santralleri kapatırken, bu uygulamadan, bu enerji üretme metodundan, yolundan, yönteminden vazgeçerken, ne yazık ki yine Bakanlığımız, söz konusu olan Bakanlık 2023 yılına kadar mevcut enerji üretimi içerisindeki nükleer enerji üretiminin yüzde 20'ye ulaşmasını hedeflediklerini söylüyor. Bu, hem insan sağlığına, yaşamına hem de doğa sağlığına, yaşamına ne kadar önem verildiğinin göstergesidir ya da Bakanlık bütçesi hazırlanırken, programı, planı, planlaması hazırlanırken bunun üzerinde ne kadar yoğunlaşıldığının göstergesidir.

Peki, nasıl yaklaşmak gerekir? Birincisi: Ekonominin diğer alanlarından bağımsız olarak, rekabete dayalı serbest piyasa yaklaşımından vazgeçilmelidir. İnsana ve doğaya dayalı kamusal sosyal devlet anlayışı ile yaklaşmak zorunludur. Çünkü burada söz konusu olanlar sadece buradaki iktidar, buradaki muhalefet ve bugün yaşayan bizler değiliz, geleceğimizdir, yarındır. Bugün uyguladığımız programlar, planlar, Türkiye'nin yarınını da belirleyecektir; değil çocuklarımızın, değil torunlarımızın, çok daha ötesindeki gelecek neslin nasıl yaşayacağını da belirleyecektir. Burada karar vereceğimiz, planlamalarımızla, programlarımızla karar vereceğimiz şey geleceğimizdir, sadece bugünümüz değildir. Bu nedenle, tartışılması gereken ya da oylanması gereken, bütçenin miktarı olmamalıdır; tartışılması ve oylanması gereken, bu bütçenin ne için ve nasıl değerlendirileceği olmalıdır.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayna.