| Konu: | DEVLET İSTİHBARAT HİZMETLERİ VE MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 16.02.2012 |
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 164 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Kanun teklifinin özünde yatan, "İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısının MİT Müsteşarı hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 250'nci maddesine dayanarak başlattığı soruşturmadan Müsteşarı ve arkadaşlarını nasıl kurtarırız?" mantığına dayanıyor. Çünkü Sayın Savcı 26'ncı maddeyi bir engel olarak görmemiş, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 250'nci maddesinin bu imkânı kendisine verdiğini düşünerek bu soruşturmayı başlatmış.
Şimdi, değerli arkadaşlar, öncelikle bir noktanın altını çizmek istiyorum. AKP'li milletvekili arkadaşlarımız da kanun teklifi veriyor, muhalefet partisine mensup milletvekili arkadaşlarımız da kanun teklifleri veriyorlar. Her ne hikmetse AKP milletvekili arkadaşlarımızın verdiği kanun teklifleri önce Meclis Başkanı, sonra Anayasa Komisyonu başkanları tarafından jet hızıyla kabul ediliyor ve gerekli görüşmeler yaptırıldıktan sonra da Genel Kurula iniyor. Bu öyle bir hâl aldı ki biz artık -AKP'nin getirdiği- her somut olayda özel bir yasa çıkarma durumuyla karşı karşıya kaldık.
Bu, jet hızıyla yasa çıkarma hukuk tekniğini altüst ediyor, gelen yasa teklifleri üzerinde milletvekillerinin doğru dürüst bir değerlendirme yapma olayını da ortadan kaldırıyor ve sonuç itibarıyla, tabii, yasa tekniğiyle bağdaşmayan, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan yasaları, ne yazık ki, Parlamentomuz çıkarıp yürürlüğe koyuyor. Bu durum giderek -demin arkadaşlarımız da bahsettiler- bu Parlamentoyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Parlamentosu olmaktan çıkarıp "AKP parlamentosu" hâline dönüştürüyor. Oysa burada AKP'nin dışında diğer siyasi partiler de var. O siyasi partilerin teklifleri neden Meclis başkanları tarafından zamanında uygulamaya konulmaz ve Parlamentonun, Genel Kurulun gündemine getirilmez? İşin doğrusu, bu eşitsizliği hâlâ anlamış değilim.
Yine, iktidar partisi, sayısal çoğunluğuna dayanarak, karşı karşıya kaldığı her sıkıntıyı bir yasa çıkararak aşmaya çalışıyor. Biliyorsunuz, Sayın Deniz Baykal, Mehmet Haberal olayıyla ilgili, gitti, Sayın Başbakanla görüştü, Mehmet Haberal'ın annesinin rahatsız olduğunu söyledi ve son bir kez de olsa annesini görmesine olanak sağlanmasını istedi. Sayın Başbakan "Tamam." dedi ama döndüler "Peki, nasıl bu olanak sağlanacak? Yasa var mı? Yasa yok. O zaman, yap yasa." dediler. Sipariş üzerine bir yasa teklifi verildi ve komisyonlarda da görüşüldü, şimdi Genel Kurulun gündeminde bekliyor.
Keza, Sayın Adalet Bakanı da çıktı, dedi ki: "Altı aydır biz İmralı'ya tecrit uyguluyoruz. Bu tecridin yasal dayanağı yok. Ben sıkıntıdayım, bunun yasal dayanağını nasıl sağlayacağız?" "Yasa yok mu? O zaman, tecrit uygulamak için yap yasa. Yok yasa ise, yap yasa." dediler. Keza, Şike Yasası'nda da benzer şeyle karşılaştık. Şike Yasası'nda da daha üç ay önce çıkarılmış, yürürlüğe konulmuş bir yasa patronlara uygulanınca, döndüler, geldiler, Parlamentoda grubu bulunan partilere "Ya bu yasada öngörülen cezalar çok yüksek, lütfen bunu değiştirin." Ne yapacağız? "Yasa yapılması lazım bu konuda." O zaman yine, yok yasa, yap yasa.
Bu nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bu "Yok yasa, yap yasa." mantığı İttihat Terakkinin mantığıdır. Bu mantık Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmamıştır, ancak Türkiye'ye zarar vermiştir. Eğer bugüne kadar bu ülke demokratikleşmemişse, demokratikleşme sürecini tamamlayamamışsa, içeride özde bu mantık yatmaktadır.
Yine teknik itibarıyla yasanın bazı eksiklerine değinmek istiyorum. Kişiye özel düzenleme yapılamaz, hukuk bunu emrediyor. Ceza muhakemelerinde genel kaidedir bu ama, ne yazık ki, biz sürekli bu Parlamentoda kişiye özel kanunlar yapıyoruz, tıpkı işte bugün de gelen kanun gibi. Bu kanun da üç dört kişi için özel olarak getirilen bir yasa. Kişiler için çıkarıyoruz ondan sonra genelleştiriyoruz; hiç önemi yok, önemli olan başlangıçtaki düşüncemizdir. Biz bu yasayı genel ve objektif bir yasa olarak mı getiriyoruz, yoksa kişiye özel mi ve bu kanun bu anlamda da son derece sakattır.
Bir diğer eksiklik, genel yasayla özel yasa çelişebilir. 2937 Sayılı MİT Yasası özel bir yasadır. Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 250'nci maddesi genel bir yasadır. Eğer genel yasayla özel yasa çelişkisi varsa, burada özel yasa uygulanır; ama yasa koyucunun, genel yasayla özel yasa arasında bilerek, bilinçli olarak çelişki yaratma hakkı yoktur. Bu, görevin kötüye kullanılmasıdır. Biz yanlış yapıyoruz, bize verilen görev doğrultusunda hareket etmiyoruz. Bile bile genel yasayı aşabilmek için, genel yasadaki hükmü aşabilmek için özel bir yasa çıkarıyoruz.
Keza yine hukuk tekniği açısından söylüyorum. Yine, bu kanun teklifi, Adalet Komisyonunda arkadaşlarımız da dile getirdiler, gerçekten Türk Ceza Kanunu'nun 283'üncü maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun 283'üncü maddesi der ki; başlamış olan bir soruşturmada soruşturmaya uğrayan kişileri korumaya çalışanlara şu kadar ceza verilir.
Şimdi arkadaşlar söylediler, size ceza vereceklerdi ama şimdi hepimize herhâlde ceza verecekler yani el kaldıran herkese kabul ettikleri için ceza verecekler. Ben şimdiden söyleyeyim, bu yasayı kabul etmiyorum.
Yine, değerli arkadaşlar, Anayasa'ya göre de yaptığınız bu şey Anayasa'yı ihlal suçudur. Anayasa'mıza göre de başlamış olan davalar nedeniyle Parlamentoda görüşme yapılamaz. Biz şimdi bu görüşmeleri, ne yazık ki, yapıyoruz.
Bir diğer önemli şey: Yine arkadaşlar belirttiler, kanun teklifiyle gerçekten Başbakana öyle bir özel yetki veriliyor ki -benim dilim varmıyor- hani bir çete kuracak demiyorum ama buna yol açabilecek bir düzenlemedir.
Siz sayın AKP'li milletvekili arkadaşlarım, Başbakanı iyi tanıyorsunuz "Böyle bir şey yapmaz." diyebilirsiniz, "Biz kendisine güveniyoruz, o çete kurmaz, yanlış yapmaz." diyebilirsiniz ama ölümlü bir dünyadayız, fani bir dünyadayız, yarın hepimiz öleceğiz. Allah gecinden versin, Başbakan ölür giderse yerine başka biri gelmeyecek mi? Bu ülke Başbakansız mı kalacak? Eğer böyle bir durum olduğu zaman yarın "Kurşun atan da, devlet adına, kurşun yiyen de bizim için kutsaldır." diyen başbakanların eline geçerse ne olur? Bu yasayla neler yapılmaz? Gerçekten bu konuda da son derece mahzurludur. Bu anlamda da bu yasanın kabul edilmemesi, reddedilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Şimdi, değerli arkadaşlar, genelde şunu söylediler: İşte MİT-Emniyet çelişkisidir, bunun temel nedeni bu. İster MİT-Emniyet çelişkisi olsun, isterse AKP ile AKP'yi destekleyen gruplar arasındaki çelişkiden kaynaklansın, hiç önemli değil. Bu memlekette cumhuriyetin kuruluşundan beri bir statüko oluşturuldu. Bu statüko etrafında oluşturulan bir resmî devlet ideolojisi var. İşte bu statükoyu korumak, resmî devlet ideolojisini korumak için cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bu ülkede sürekli özel yetkili mahkemeler var edildi; istiklal mahkemeleri cumhuriyetin hemen kuruluşunda, peşinden Yassıada mahkemeleri, arkasından sıkıyönetim mahkemeleri, keza devlet güvenlik mahkemeleri. Devlet güvenlik mahkemeleri, Avrupa Birliği süreci içerisinde "olmaz" denilince Avrupa ülkelerince, AKP tarafından isim değişikliğiyle bu sefer özel yetkili ağır ceza mahkemeleri hâline dönüştürüldü.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu mahkemeler bugüne kadar bu ülkeye ne katmışlardır, toplumun huzurunu, refahını sağlamaya yönelik bir katkıları olmuş mudur? Kim diyebilir? Demokrasimize faydası olmuştur diyen çıkabilir mi? Yargı bağımsızlığını sağlamıştır bu siyasi mahkemeler diyen olabilir mi? Bu mahkemeler siyasi mahkemelerdir ve bu mahkemelerin görevi de statükoya karşı çıkan, resmî devlet ideolojisine karşı çıkan herkesi yakasından tutup yargılamaktır.
Bakın geçmişe, ne yapmıştır istiklal mahkemeleri? Şeyh Said'in kellesini almıştır, Seyit Rıza'nın idam fermanını vermiştir. Yine bu mahkemeler Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam fermanını yazmıştır. Keza Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam fermanını yazan bu mahkemelerdir. İşte bu mahkemelerin devamı olan özel görevli mahkemeler, yetkili mahkemeler, şimdi de milletvekillerimizi, bu Parlamentonun milletvekillerini yakalayıp tutukluyor, halk desteğine rağmen, halk iradesine rağmen onları cezaevinde tutma gibi bir yetkiye sahip olduğunu iddia ediyor.
Şimdi yapılması gereken işin kenarından dolaşma değil esasa gitmektir ve bu mahkemeleri kaldırmaktır. Gelin hep beraber Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 250'nci maddesini, 251'inci maddesini, 252'nci maddesini kaldıralım, bu iş bitsin, memleket rahata kavuşsun. Bunu yapmadığımız sürece de bu tür sıkıntılarla bu ülke sürekli karşı karşıya gelir.
Şimdi, bugün Sayın Hasip Kaplan ve arkadaşlarımızla birlikte Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısına bir dilekçe vermek üzere gittik. Orada KESK yöneticileri ifade ediyorlardı Cumhuriyet Savcılığında. KESK yöneticileri, bunlar memur değil mi? KESK'in en üst düzey yöneticileri ve hepsi memur. Kimseden ses çıkmıyor, Parlamentodan özellikle iktidar partisinden, belki haberiniz dahi olmamıştır. Peki bunlar yargılanıyor. "Bunları izne bağlayalım memurdur, bunlar da üst düzeyde görevlidir." diyenimiz var mı? Hayır yok. Demiyoruz ama İstanbul'daki Başsavcı üst düzeydeki bürokratlar için bir karar veriyor, soruşturma açıyor, bir taraftan iktidar partisi, bir taraftan da -gerçekten niçin muhalefet ettiklerini anlayamadım- ana muhalefet partisi birlikte biri karşı çıkıyor, biri bu işi yapalım diyor, bir çalışma ve çaba içerisine giriyorlar. Nedir, mesele ne? Şimdi ana muhalefet partisi diyor ki: Siz ey MİT müsteşarı veyahut da MİT yetkilileri nasıl olur gidersiniz barış için, kardeşlik için gider Oslo'da, İmralı'da görüşmeler yaparsınız? Peki bu görüşmeleri yapmayalım ne yapalım? Ne yapsın? Bugüne kadar denenmiş yöntemlere devam mı edelim?
SIRRI SAKIK (Muş) - Öldürelim, öldürelim!
MURAT BOZLAK (Devamla) - Öldürelim mi?
SIRRI SAKIK (Muş) - Evet evet!
MURAT BOZLAK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi dönüyoruz iktidar partisine. İktidar partisi de şunu düşünüyor, diyor ki: "Sen benim bürokratımı yargılayamazsın." Şimdi anlayış bu: "Bürokratımı yargılayamaz." Bir tarafta statükoya karşı çıkan, çıktığı için cezalandırılmasını isteyen, bir taraftan da "Benim adamım." diye bir sahiplenme var. Biz bu tarzda bu ülkenin sorunlarını asla çözemeyiz.
Değerli arkadaşlar, şimdi bütün bu sorunların temelinde yatan Kürt sorunudur. Sayın Sırrı Sakık da benden önce yaptığı konuşmada dile getirmişti. Gerçekten biz 90'lı yılların yöntemleriyle bu meseleyi çözemeyiz. Barış konusunda adım atan insanları mahkemelerin kapısına çıkararak, yargılattırarak bu sorunu çözemeyiz. Bu, bu ülkenin temel sorunudur. Bu ülkede yaşayan insanların çocukları şu an için can veriyor. Onun içerisinde, can veren askerler içerisinde Kürt çocukları da var, Türk çocukları da var, Arap çocukları da var, Laz çocukları da var. Gerillada da can veren gençler bu ülkenin yurttaşları, onlar da Kürtlerin çocukları. Biz bu çatışma sürecini ne kadar daha çok devam ettireceğiz? Bu işi barışçıl yolla çözmeyi denemeyecek miyiz? Kendimize 90'lı yılların Başbakanlarını mı örnek alacağız, o hükûmetleri mi örnek alacağız? Nerede o hükûmetler? Eğer o hükûmetler doğru şeyler yapmış olsaydı bugün ayakta kalırlardı. Bakın, o dönemde şiddetten medet uman siyasi partinin esamesi okunmuyor, var mı adı? Koskoca Demokrat Partinin mirasını devralmışlardı. Sonra Adalet Partisi, DYP oldular ve o mantıktan dolayı da Kürt sorunu konusundaki çözümsüzlükleri nedeniyle de bitirdiler. Bu halk size bir görev verdi AKP olarak. Sanmayın ki siz her gün Diyarbakır'dan Kandil'e uçakları kaldırasınız diye bu halk size oy vermedi. Özellikle Diyarbakırlı milletvekili arkadaşlarıma söylüyorum, gidin, Diyarbakır'da sorun "Biz her gün buradan Kandil'e uçak kaldırsa idik, bunu size söyleseydik, kaldıracağız deseydik bize oy verir miydiniz?" diye sorun, kimse kabul etmeyecektir.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Ne demişler orada, Diyarbakır'da oy isterken?
MURAT BOZLAK (Devamla) - Barışı savundular? Barışı savundular, kardeşliği savundular ve bu doğru bir savunmadır, olması gereken de budur. Sevgili AKP'li arkadaşlar, özellikle şunu söylüyorum: Şiddet çözüm değil, Kürt meselesini şiddetle çözemezsiniz.
Buraya daha önce Avrupa'da yıllarca kalmış, otuz sene, kırk sene önce kalmış bir Kürt siyasetçisini özellikle Hükûmet özel bir çabayla getirdi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda dinletti ve şunu konuşturdu, şunu söylettirdi: "PKK bir devlet organizasyonudur. PKK'yi MİT kurdurmuştur." Arkasından da şimdi deniyor ki: "KCK'nin içerisinde bin tane MİT mensubu var."
Ya, insaf! Bunların hepsi bizim arkadaşlarımız, 5 tanesi milletvekili arkadaşımız, diğerleri belediye başkanlarımız, il başkanlarımız, il genel meclis üyelerimiz, belediye meclis üyelerimiz ve partimizin üst düzey yöneticileri. Şimdi, bin kişi MİT elemanı burada ise lütfen çıkarın bunu, açığa çıkarın biz de bilelim kimdir bunlar. Bunlarla beraber biz yürüyoruz, çalışıyoruz, biz diyoruz ki, bunlar bizim arkadaşlarımızdır, bu bir karalama kampanyasıdır ama bu karalama kampanyasına Kürt halkı asla inanmaz, bir puan kazandırmaz size.
Şimdi, şunu son olarak söylüyorum: Şu an AKP olarak siz gerçek anlamda bir iktidar gücüsünüz, 1930'ların devlet yöneten CHP'si konumundasınız. CHP'nin yaptığı yanlışlığı siz yapmayın bu ülkeye ve doğru olanı seçin. Doğru olanı seçin, barışın yolunu açın. Arkadaşlarımızın da dediği gibi, bu işi bürokratlar üzerinden götürmeyelim, Meclis bizzat el koysun, bu konuda duyarlı olan akil insanları da yanımıza alalım ve bu problemi, bu akan kardeş kanını hep birlikte, el ele verelim durduralım. Bu Meclise düşen tarihî görev budur.
Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bozlak.