| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 13.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı Millî Savunma Bakanlığı bütçesiyle ilgili, Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
2012 bütçesini sosyal politik açısından sağlık, eğitimle ilgili değerlendirdiğimizde, bu bütçenin çok kabarık olduğunu söyleyebiliriz ve bu bütçe, Türkiye'nin refahı ve mutluluğunu gerçekleştirecek bir bütçe değildir. Genel olarak böyle söylemek zorundayım. Dolayısıyla, özel olarak da Millî Savunma bütçesinin çok fazla olduğunu da söyleme gereğini duyuyorum çünkü bu bütçe 18 milyar 300 milyon TL olarak belirlenmiştir. Bütün askerî harcamaların hiçbiri açık ve şeffaf değildir ve hiç kimse bu bütçeyi denetleyemiyor. Yapılanlar nereye gidiyor, bu harcamalar neyi hedeflemektedir?
Oysa çağımızda artık sınırların kalktığı, soğuk savaş döneminin sona erdiği bir dönemde yaşıyoruz. Böylesi bir bütçenin fazla oluşunu sanki bir felaketin işareti olarak algılıyorum.
İnsanoğlunun Habil ve Kabil'den bu yana gözyaşı ve kanı dinmemiştir. İkinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca insanın öldüğünü siz de bilmektesiniz. Bu kadar savaşa harcanan para, eğer o ülkenin ekonomisinin gelişmesine, sanayisine, eğitimine, sağlığına harcanmış olsaydı, böylesi bir savaşın gereği olmayacaktı. İkinci Dünya Savaşı'nda 55 milyon insan yaşamını yitirmiştir, 20 milyon insan sakat kalmıştır, 15 milyon insan protezle yaşamaya başlamıştır.
Bu küresel kapitalist saldırganlık bugün insanlığın hâlâ korkulu rüyasıdır. Bugün dünyada gelişen bu ekonomik krize karşı saldırıların sürdürülmesi tabii ki bu felaketin de habercisidir. Özellikle bu baskıya karşı bir direnç de gelişmektedir. Bu direncin ana merkezi New York'ta, America emperyalizminin göbeğinde ona karşı tavır koymuştur. "Yeni dünya düzeni" adı altında Orta Doğu'da "Pax Americana" adıyla ülkeleri yeniden yapılandırmaya çalışmaktadır. Isıtılan yerleri soğutup, soğutulan yerleri de ısıtmaya çalışmaktadır. Yapılmak istenen sözüm ona barış projesidir. Bunun neresi bir barış projesidir? İşte, Abhazya-Gürcistan sorunu, Çeçenistan-Rusya sorunu, Afganistan sorunu, Pakistan-Hindistan sorunu, Keşmir sorunu, Orta Doğu'da Filistin sorunu ve dört parçaya bölünmüş Kürt sorunu bir hançer gibi Orta Doğu'nun sinesine saplanmış ve öyle duruyor.
Bu proje, ekonomik olarak da değerlendirdiğimizde tek bir amacı vardır: Verimli olan toprakları ele geçirmedir. Her şey Amerika içindir. Böl ve yönet politikası hâlen devam etmektedir. Orta Doğu'da yapmış olduğu bu zulme karşı direnenlerin birçoğunu tanklar ezmiştir, tanklarla ezmediklerini "gladyo" denilen bir örgütle darbeler vasıtasıyla istemediği rejimleri de yıkmıştır. Yıllardır Orta Doğu halklarına yapılan bu baskıları hiç kimse içine sindirmiyor, biz de içimize sindirmiyoruz. Birinci Dünya Savaşı'nda kazanmadıklarını, İkinci Dünya Savaşı'ndaki haritaları değiştirerek yeni bir savaş başlattılar. Şimdi de üçüncü bir dünya savaşını başlatmak için yeniden nükleer silahları üretmeye başladılar. İşte, Malatya'mızın Kürecik ilçesinde konumlandırmak istedikleri olay bununla ilgilidir. Tabii ki Kürtlerin yaşamış olduğu bu topraklarda böylesi bir baskı belki başkalarını ilgilendirmiyor ama bizi ilgilendirmektedir.
Türkiye'nin Kürtlerin bulunduğu bu dört devlete bölüşmesi, etrafı mayınlarla çevrilmesi ve şimdi de Kürecik'i hedef göstermesi çok ilginç ve manidardır. Savunma gerekçesiyle ilgili 800 kilometrelik alanları kara mayınlarla döşeyerek vatandaşın topraklarına, mülkiyetine el koyarak hiçbir hak ödemeden "Askerî tatbikatlar yapıyoruz." adı altında vatandaş zarara uğratılmaktadır ve bu dört parçadaki insanlar birbirinin akrabalarıdırlar. Gidiş gelişlerinde büyük olaylara, büyük acılara da neden olunmaktadır. Çünkü her gidişinde, gelişinde o insanlar mayına çarparak ya ayaklarını ya kollarını yani vücudunun bir parçasını o sınır kapılarında bırakmak zorunda kalıyorlar.
Türkiye 1 Mart 2008'e kadar imha etmesi gereken mayınları imha etmediği ve Mayın Yasağı Anlaşması'nı ihlal eden dört ülkeden biridir. Kara mayınlarının yüzünden yüzlerce insanımız yaşamını yitirmiş ve yüzlercesi de sakat kalmıştır. Mağdur olan ailelere herhangi bir tazminat ödenmemiştir.
AKP Hükûmetine soruyorum: Köylünün tarım ve hayvancılık yaptığı bu arazilere siz yasal olarak el koyarak, baskıyla el koyarak, "yasalite" adı altında bunlara neden tazminat ödemiyorsunuz? Böyle adalet olur mu? Böyle bir devlet anlayışı olur mu? Oysa, bu sistem Türkiye ile ABD Hükûmeti arasında yapılan bir anlaşma sonucu karara bağlanmış. Böylelikle, tıkanan İsrail-Türkiye diplomatik gerginliğini gidermeyi amaçlayan radar savunma sistemi, başka bir ifadeyle İsrail'i koruma amaçlı bu füze sistemi kurulmaya çalışılıyor. Oysaki Sayın Bakanımız açıklamada bulunduklarında "Türkiye'ye bir füze yerleştirilmiyor, kurulacak olan sistem savunma amaçlıdır." deniliyor. Oysaki Sayın Bakanımızın masumane bir şekilde ifade ettiği bu konu, komşu ülkelerde hiç de öyle iyi karşılanmadı. Oluşabilecek bir saldırıda ilk hedefinin Türkiye olacağı söylendi.
Bu gelişmeyle Türkiye tehlikenin farkında mıdır? AKP Hükûmetinin Kürecik'i askerî saldırıların hedefi hâline getirmesi doğru mudur? Bölge halkı şimdiden bu savaş tehdidi altında yaşayacağı için son derece tedirgindir. Bu füze rampalarının kurulması Türkiye halkına ne gibi bir fayda sağlayacaktır?
1 Mart tezkeresinde şu söyleniliyordu: "Müslüman bir Türkiye, Müslüman kardeşlerine silah çekmez." Çıkacak bir savaşta Müslüman devletlere nasıl izah edecektir diye merak ediyorum şimdi.
Basına sızan haberlere göre şimdiden Savunma Bakanlığı alarma geçerek 13 batarya, 72 füze alma pazarlığındadır. Tabii ki tüccarlar boş dururlar mı? Sahnede cirit atmaktadırlar. Ruslar S-300'lerle, 400'lerle görücüye çıkmış bulunmaktadırlar. Amerikalıların ise Patriot sistemindeki batarya füzelerinden dolayı tercih edileceği söylenilmektedir.
Bu gereçlere, bu araçlara, ölüm makinelerine verilen fiyatlar belli değildir ancak belli olan bir şey vardır: Fakirden, fukaradan, emekçiden, dar gelirliden alınan vergilerin, silah tüccarlarının kasasına gideceği bir gerçektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmeti Kürecik Üssü'ne karşı rafa kaldırdığı Kürt sorununun çözümü ile ilgili imha amaçlı planladığı askerî operasyonlara ABD'den destek sözü aldı. Oysa Kürt sorunu otuz yıldır geliştirilen askerî yöntemlerle çözülememiştir. Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve diğer NATO ülkelerine verilen tavizle mi çözeceksiniz bu sorunu?
Yaşanan küçük yoğunluklu savaş hepimizin yüreğini yakmıştır. Âdeta ülkenin bir başından bir başına acı izler bıraktığını siz de biliyorsunuz. Ne yazık ki bu operasyonların bitmesi yönünde demokratik tavır koyanlar hakkında davalar açılmış, yapılan kitlesel eylemlere katılan sayın milletvekillerimiz, parti yöneticilerimiz halkımıza karşı gaz bombası ve copla karşılanmıştır. Her demokratik eylemimiz böyle karşılanmaktadır. Hakkâri ili Çukurca ilçesinde barış anneleri inisiyatifinin gerçekleştirdiği "Savaşa hayır, operasyonlar dursun!" yürüyüşüne katılan Van BDP İl Genel Meclis Üyemiz Yıldırım Ayhan Arkadaşımız bu demokrasi yürüyüşünde gaz bombasıyla yaşamını yitirmiştir. Barış isteyenlere verilen cevap bu olmamalıdır. Yıldırım Ayhan'ın demokratik hakkını kullanarak gittiği barış yürüyüşünde yaşamını yitirmesi sizler için bir anlam ifade ediyor mu?
Yaşanılan bu uygulamalar, Kürt sorununun çözümünde 90'lı yılları hatırlatıyor yani Çillervari! Bu yöntem bu sorunu gittikçe derinleştirecek ve çözüm getirmeyecek bir anlayıştır.
AKP Hükûmetinin savaşa ayırdığı bu bütçe ile daha fazla gözyaşı, daha fazla acı getireceğinin bilinmesi gerekir. "Geçici güvenlik bölgesi" adı altında OHAL uygulaması kapsamına alınan Hakkâri, Siirt, Şırnak, Diyarbakır il sınırları on beş bölgeye ayrılarak, 3 Ekim 2011-15 Ocak 2012'ye kadar yasak bölge ilan edilmiştir. Bunun nedeni nedir, Sayın Savunma Bakanımıza sormak istiyorum?
Bu yöntem defalarca denenmiştir. Bundan önceki hükûmetler de denemişlerdi ama maalesef bir başarı ve bir sonuç alınmadığı ortadadır. OHAL'le bu hâlle daha ne zamana kadar bu halkı ezeceksiniz? İnsanların dolaşım özgürlüğünü yasaklıyorsunuz ve bazı yörelerde de mülkiyet hakkını ihlal ederek, göçerlerin, köylülerin yaylalarına ve meralarına çıkışlarını yasaklıyorsunuz. Böyle bir yasak olur mu? Demokratik bir ülkede, demokrasiyle idare edilen bir ülkede, her gün hukuktan söz edilen bir ülkede nasıl olur da hâlen yasaklı bölgeler, hâlen OHAL'le bu hâlle yürütülüyor?
Bizler diyoruz ki, bu yöntem yanlış bir yöntemdir. Seksen yıldır bu yöntem denendi ama sonuç alınmadı. Bu sorunun bir güvenlik sorunu olmadığını, bir ekonomik sorun olmadığını sizler de biliyorsunuz. Bu sorun siyasal bir sorundur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - Bunu çözmesi gereken yer bu Meclisin çatısı altıdır.
BAŞKAN - Sayın Zenderlioğlu, teşekkür ederim. Süreniz tamam efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - Bir cümleyle ifade edeceğim.
BAŞKAN - Lütfen?
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - Bir cümleyle.
Seneca diyor ki: "İnsan doğanın kırık bir sazıdır. Bütün kainatın silahının onu öldürmesine gerek yoktur. Damağındaki iki damla su onu öldürmeye kâfidir."
Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Zenderlioğlu.