| Konu: | DEVLET İSTİHBARAT HİZMETLERİ VE MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 16.02.2012 |
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de heyetinizi saygıyla selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum.
Tabii, 8 Şubatta aralarında MİT Müsteşarının da bulunduğu 4 MİT'çinin ifadeye çağrılmasıyla başlayan süreç 16 Şubatın bu ilerleyen saatlerinde, hatta 17 Şubatın bu ilk saatlerinde de çok fırtınalı bir şekilde devam ediyor. Keşke bu süreç özel yetkili savcıların daha önce, seçilmiş milletvekillerini, belediye başkanlarını, halkın iradesini temsil eden seçilmiş belediye Meclis üyelerini gözaltına alarak cezaevine gönderdikleri dönemlerde yaşanmış olsaydı. O zaman olsaydı gerçekten bizler bu yaşanılan tartışmalara çok büyük anlamlar atfeder ve bunun için gerekli düzenlemeler için hep beraber oturur, birtakım tartışmaları yürütürdük.
Şimdi, burada başlayan süreçte kamuoyunda çok tartışıldı, farklı değerlendirmeler yapıldı ancak özellikle ön plana çıkan değerlendirmelerde bunun bir iktidar içi savaş, bir saray içi paylaşımın somutlaşmış bir tezahürü olduğu yönünde hâkim bir kanaat belirdi. Tabii, bu saray içi iktidar kavgası yapılırken de ortaya bir algı yanılsaması atıldı ve bunun doğrultusunda da Kürt sorunu eksenli müzakere ve diyalog süreçlerinin önünü kapatan ve bütün bu faaliyetleri vatana ihanetmiş gibi sayan birtakım yaklaşımlar açığa çıktı.
Burada, şunu net olarak söylememiz ve ifade etmemiz gerekiyor. Oslo'da ve İmralı'da yürütülen süreçler, MİT'in kendi başına otonom olarak Hükûmetten ve devletten bağımsız olarak yürüttüğü süreçler değildir. İmralı'da ve Oslo'da yürütülen süreçler, devlet-PKK devlet-Öcalan görüşmeleridir. Bunu net olarak söylemek gerekiyor.
Şimdi, yapılan her görüşmede, bu kadar önemli kararların alındığı her süreçte, Millî Güvenlik Kurulundan başlayarak, Cumhurbaşkanının, Başbakanın bilgisi dâhilinde gelişen süreçlerden, biz sanki devlet içerisindeki bir kurumun otonom bir faaliyet içerisinde birtakım görüşmeleri yürüttüğünü varsayarsak, o zaman ciddi bir yanılgıya düşmüş olacağız. Dolayısıyla, bu tespiti yaparken aynı zamanda geçmişe de bakmak gerekiyor. Bu müzakereler geçmişte de yapıldı; Özal döneminde yapıldı, Sayın Erbakan döneminde, rahmetli Sayın Ecevit döneminde de yapıldı ve bütün bunlar yapılırken de yine bir devlet projesi kapsamında yapıldı.
Peki, yapıldı da kötü mü oldu? Bunların sonuçlarını hep beraber konuşmak gerekiyor.
Şimdi, ünlü bir düşünürün çok anlamlı bir sözü var: "Topraklarınızda eğer dişe dokunur bir şey söyleyen bir canlı topluluk yok ise, o zaman çok şey ifade eden sessiz ölülerin söylediklerine kulak kabartın."
Şimdi, biz bugünkü tartışmalara bakıyoruz, gerçekten dişe dokunur, bu halkın taleplerini ifade eden hiçbir şey çıkmıyor.
Bakın, ben size o sessiz çığlığını yükseltmeye çalışan ölülerin rakamını söyleyeyim. Ateşkes dönemlerinde, diyalog süreçlerinde yaşamını kaybeden, beş yılda yaşamını kaybeden askerlerin toplamı, çatışmalı süreçteki bir yılda yaşamını yitiren askerler kadar değildir. 2002'de 7, 2003'te 31, 2004'te 75, 2005'te 105, 2006'da 111 asker yaşamını yitirirken, sadece 2008 yılında 809 gencimiz yaşamını yitirmiştir. Dolayısıyla, buradan birtakım tartışmalar için çok önemli sonuçlar doğurmamız gerekiyor.
Bizim için önemli olan tartışma süreci şudur: Burada ortaya çıkan krizden bir fırsat yaratma becerisini göstermemiz gerekiyor. Ortaya çıkan fırsat, bu yaşanılan savaş konseptinin bir şekilde barışa, bir şekilde diyalog ve müzakereye evrilmesiyle ilgili tartışmaları olgunlaştırmaktır.
Şunu hepimizin bilmesi gerekiyor: Şu anda yürürlükte olan savaş konseptinde de devlet kurumlarının eş güdüm içerisinde, Bakanlar Kurulunda kararlaştırılan entegre projeler çerçevesinde yürütüldüğünü zaten Hükûmet yetkilileri söylüyorlar. Buradaki konseptte MİT, yargı, Emniyet, Millî Güvenlik Kurulu ya da Hükûmet birbirinden bağımsız bir faaliyet yürütmüyor. Dolayısıyla, tartışmayı odaklamaya çalıştığımız operasyoncular ya da diyalogcular anlayışı son derece yanlıştır. Buradan bizim çıkaracağımız en önemli sonuç, bir an önce artık müzakere ve diyalog sürecine tekrar dönmek olmalıdır. Tabii, krizin böylesi fırsatını maalesef iktidar partisi farklı bir şekilde değerlendiriyor.
Burada, daha çok tek parti hakimiyetini sağlayan anlayıştan, tek adam sultasına doğru giden ve Başbakana çok önemli yetkiler veren birtakım yasal düzenlemeler önümüze getiriliyor. Burada, şunu belirtmek istiyorum ki: Örneğin daha dün Meclis komisyonunda, izlenen Roboski'yle ilgili eğer bu teklif bu şekilde yasalaşırsa istihbaratı veren MİT görevlisi hakkında herhangi bir işlem yapılamayacaktır veya bombalama emrini veren kamu görevlisi hakkında herhangi bir işlem yapmak için Başbakanın özel yetkisine ihtiyaç duyulacaktır yani 34 insan savunmasız bir şekilde savaş bombalarıyla parçalanacak, bizler buradan kalkıp Başbakanın müsaade edip etmeyeceğine bakacağız. Bu mantığı gerçekten iyi çözmemiz gerekiyor.
Bakın, bu tartışmalarda özellikle iktidar içi kavgasını tanımlayan iktidar partisine yakın yazarların söyledikleri var. Burada isim belirtmeyeceğim ama "Akıllı tüccar, hem kazanan hem kazandıran tüccardır. Sadece `Rabbena, hep bana' diyen tüccar bir kazanır, iki kazanır ama eninde sonunda kaybeder." demişti.
Şimdi, biz sizin ticaretinize karışmıyoruz. Ticarette kazanır mısınız, kendi aranızda paylaşır mısınız, buna karışmıyoruz. Ancak bu paylaşım savaşını yaparken bu algı yanılsamalarını bir kenara bırakmanız lazım. Burada sistemin ucu bir şekilde size yönelmiş durumda.
Hemingway'in İhtiyar Balıkçı kitabında çok güzel bir köpekbalığı tanımlaması vardır. Derin suların altında köpekbalığının ihtişamından bahseder. "O asalet, o görkem, o renk cümbüşüne baktığınız zaman büyülenmemeniz mümkün değildir." der. Ne zamana kadar? Köpekbalığı, kafasını çevirip o vahşi dişlerini gösterdiği zamana kadar.
Şimdi, aslında siz, iktidarın bu renk cümbüşü ve görkemini bir şekilde kendi önünüze almışsınız.
Bakınız, burada sistem, aslında kendi dişlerini sizlere gösteriyor. Eğer siz, burada sistemin size göstermiş olduğu dişlerden bir sonuç çıkarıp, asıl meselelerle ilgilenirseniz, yani örneğin, özel yetkili mahkemeleri kaldırırsanız, Terörle Mücadele Kanunu'nu kaldırırsanız, hatta Milli Güvenlik Kurulunun kaldırılmasını getirip bu Mecliste tartıştırırsanız, o zaman bu sistemin görkeminden bahsetmeniz mümkün olur; aksi takdirde, sistemin dişlerini sizlere gösterenler yarın, öbür gün Suriye kriziyle ilgili, İran kriziyle ilgili size önermiş oldukları, sizin önünüze koymuş oldukları taşeronluk görevinde herhangi bir şekilde ters düşerseniz, bu vahşi dişlerle size saldırmaya da başlarlar ve bu ülkenin siyasi tarihinde hükûmetlerin nasıl devrildiğine bir bakarsanız bu söylediklerimiz sanırım hak etmiş olduğu yeri bulur.
Değerli milletvekilleri, burada -Tabii, edebiyattan açıldı.- sürekli yüzde 50'lik bir oy oranı ve çoğunluktan bahsediyorsunuz. Bir de Kazancakis'in Günaha Son Çağrı kitabında bir heykel betimlemesi vardır. Demirden, tunçtan ya da bronzdan, neden yapılmış olursa olsun, bir heykelin ihtişamının temsil etmiş olduğu güçten bahseder. Ancak, heykel ne kadar görkemli olursa olsun, heykelin herhangi bir yerinde, örneğin ayaklarında başlayan aşınmaya karşı eğer tedbir alınmazsa, o aşınmanın yaratacağı tahribatla bu görkemli heykelin yüzüstü yere kapaklanıp tuzla buz olma hikâyesini anlatır.
Şimdi, aslında siz, mevcut iktidarınızla, çok görkemli bir heykeli burada temsil ediyorsunuz. Ancak, halkın sesine kulağınızı tıkayarak, halkın muhalefetine kulağınızı tıkayarak ve cezaevlerine atarak heykelin diz kapakları altında sürekli bir aşınmayı yaşıyorsunuz. Eğer bu şekilde giderse, eğer bu şekilde kulaklarınızı tıkarsanız, korkarım ki yapılmış olduğu malzeme?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) - ?ne kadar sağlam olursa olsun, bu heykelin tuzla buz olacağı günler yakındır.
Ben, tabii, konuşma süremiz de yetersiz olduğu için, daha fazla ifade edecek birtakım şeyler vardı, bunları burada ifade edemiyorum. Ancak, hepinizi tekrar, önümüzdeki tehlikeli süreçler açısından, bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baluken.