| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 14.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1980 askerî darbesiyle beraber kararlı bir şekilde yürürlüğe giren neoliberal politikaların, özellikle çalışma hayatında getirdiği, halk ve emekçi yığınlar üzerinde getirdiği yıkım projelerine tanıklık etmekteyiz. Özellikle, 2002-2011 yılları arasında AKP Hükûmeti döneminde uygulanan bu neoliberal politikaların toplum aleyhine, sermaye lehine gelişen bazı süreçleri getirdiğine hep beraber tanıklık ettik. Uygulanan bu neoliberal politikalarla zengin ile yoksul arasındaki makasın her geçen gün arttığını müşahede ediyoruz. Özellikle, ülkede orta sınıf olarak bildiğimiz pek çok kesimin, artık, orta sınıf vasfını yitirdiği ve yoksulluk sınırının altındaki alt sınıfa dâhil olduklarına tanıklık ediyoruz. Bu konuda, sağlık çalışanlarının, sağlık emekçilerinin, daha önce orta sınıfta yer alırken, bugün yoksulluk sınırının altındaki bir gelirle alt sınıfa dâhil olduğunu hepimiz biliyoruz.
Yine, zenginlikle ilgili makas açılırken özellikle 2004 yılında 4 olan milyarder sayısının 2011 yılı itibarıyla 28'e, hatta 28'in üzerine yükseldiğini hepimiz biliyoruz. Gelir dağılımının adaletinden bahsederken bizim için önemli olan kriter, artan milyarder sayısı değil, artan eşitlik, dikkate alınan gelir dağılımının adaleti taleplerinin önemseneceği uygulamalar olmalıydı.
Değerli milletvekilleri, AKP'nin iktidar olduğu bu dokuz yıllık pratik içerisinde özellikle yapmış olduğu uygulamaların Anayasa'nın sosyal devlet ilkesiyle de çok fazla bağdaşmadığını buradan belirtmek istiyorum çünkü Anayasa'nın 60'ıncı maddesinde, herkesin sosyal güvenlik haklarına sahip olduğu ve bu güvenliğin sağlanması yolunda gerekli tedbirleri alma, gerekli teşkilatları kurma görevinin devlete yüklendiği açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. Yine, Anayasa'nın 61'inci maddesinde ise devlet korunmaya muhtaç çocukların da topluma kazandırılması için gerekli tedbirleri almakla yükümlendirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, özellikle bu sosyal güvenlik politikaları ile ilgili, biliyorsunuz "Sosyal güvenlik sistemini yeniden inşa ediyoruz." söylemiyle işe koyulmuştu AKP, ancak gelinen aşamada sosyal güvenlik açıklarının her geçen gün arttığı, "kara delik" olarak tanımlanan bu açığın 2008 yılında 29 milyar, 2009 yılında 42 milyar 836 milyon, 2010 yılında 44 milyar ve nihayet 2011 yılında da 50 milyarın üstüne çıktığını hep beraber görüyoruz.
Şimdi görüşmelerini yaptığımız bu bütçenin gerek Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasındaki görüşmelerinde gerekse buradaki Genel Kurul görüşmelerinde bu kürsüyü kullanan bakanlarımızın çoğu ya da Hükûmet yetkililerimizin çoğu Türkiye'nin büyüyen ekonomisinin dünyadaki sıralamasından övgü dolu sözlerle bahsettiler. Özellikle 16'ncı en büyük ekonomi olmakla beraber, getirdikleri tablonun gerçek hayattaki yansımasının bu şekilde olmadığını da muhalefet olarak biz dile getirmeye çalıştık. Bakınız, burada, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Raporu'na göre satın alma gücünde kişi başına düşen millî gelir açısından Türkiye dünyada 67'nci sıradadır. Yine aynı Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi'ne göre de Türkiye dünyada 92'nci sıradadır.
Burada istihdam ve işsizlikle ilgili yine övgü dolu birtakım konuşmalar yapılmıştı. Bakın, sadece TÜİK rakamlarıyla konuşalım ki bu TÜİK'in vermiş olduğu verilere muhalefet sıralarının tamamı, bu sıralarda oturan milletvekillerinin tamamı güvenmiyor; AKP içerisinde de, TÜİK'in vermiş olduğu bu sayıların ne kadar yanlı olduğunu, aslında Hükûmet politikalarını aklamaya yönelik birtakım sayısal oyunlar olduğunu da eminim ki sizlerden birçoğu düşünüyor.
Bu TÜİK rakamlarını baz alacak olursak bile, Türkiye'de 2011 yılında işsizlik oranının 11,9 olarak verildiğini görüyoruz, OECD ülkelerinde bu oran 8,3'tür. OECD ülkeleri arasında Türkiye işsizlik oranı en yüksek olan ülkelerden biridir. Uluslararası Çalışma Örgütüne göre işsizliğin en yoğun olduğu 5 ülke arasındadır Türkiye. Yine istihdamla ilgili, 2009 yılında Türkiye'deki istihdam oranı yüzde 44,3 olarak verilmiştir. OECD ortalamasına baktığımızda, bu oranın yüzde 66,1 olduğunu görüyoruz. Burada açıktır ki uygulanan politikalarla gün geçtikçe artan bir işsizler ordusuyla karşı karşıyayız. Burada uygulanan politikaların bu işsizler ordusuna istihdam yaratma arayışından çok, işsizler ordusunu çalışan, istihdam edilen kesimlere karşı, işçilere karşı bir tehdit aracı olarak kullanma gibi bir yöntemle karşılaşıyoruz. AKP döneminde emekçilerin üretimden aldıkları payın yüzde 50 oranında azaldığını görmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, gelir dağılımındaki adaletsizlikten bahsetmiştim, bunun iyi anlaşılması için sadece şu örnekleri vermemiz yeterli: Türkiye'de nüfusun yüzde 20'si toplam gelirin yüzde 47,6'sını, yani yüzde 50'sini elinde bulunduruyor, en yoksul olan yüzde 20 kesim ise toplam gelirin yüzde 5,6'sına hitap ediyor. Yani bir tarafta, yüzde 20'lik bir kesimin yüzde 50'lik bir gelire hitabı, diğer tarafta da en yoksul kesimin yüzde 5,6'ya hitabı gelir dağılımındaki adaletsizliği en iyi şekilde gösteriyor. Bakın, OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaleti açısından sondan 3'üncü sırada bulunmaktayız.
Ülkede yaşanan yoksulluğun resmini göstermek açısından birtakım istatistiki verileri sizlerle paylaşmak istiyorum: 2002 yılında 200 gram ekmek 25 kuruş iken bugün aynı gramajdaki ekmek 60 kuruşa alınıyor, 12,5 litrelik bir mutfak tüpü 14 lira iken bugün 55 liraya çıkmış durumda, yani artış oranı yüzde 300'lerin üzerinde. Yine dünyanın en pahalı benzininin, dünyanın en pahalı etinin tüketildiği ülke konumundayız. Şimdi bu verileri tamamen alt alta saatlerce burada sıralayabiliriz ancak burada sorunun temeline, asıl sorunun kaynağına inmek gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, özellikle ülkenin son otuz yıl içerisinde Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı içerisinde bulunduğu savaş ortamının ve ülke kaynaklarının bu savaş ortamına harcanmasının getirdiği birtakım tablolarla karşı karşıyayız. Aslında ekonomiyi zora sokan, dış açık, cari açık miktarını her gün artıran, sosyal güvenlikteki kara deliği her gün artıran olgu, bu savaşın, bahsetmiş olduğumuz savaşın kaynakları tüketen olgusudur.
Değerli milletvekilleri, bakınız, bir F-16 savaş uçağının sadece bir saatlik havada kalma maliyeti 255 bin dolardır. Bir F-4 uçağının bir saatlik havada kalma maliyeti 30 bin dolardır. Sadece bu yıl Türkiye ile ABD arasında yapılan 109 helikopter ihalesinin miktarı 3,5 milyar dolardır. İyi anlaşılması açısından şöyle söyleyebiliriz: Bu helikopter ihalesine harcanan 3,5 milyar ile her kente 400 yataklı bir hastane yapılabilirdi, bine yakın ilköğretim okulu her kente inşa edilebilirdi. Bakınız, bugün basına da yansıdı, 2003 Bingöl depreminden sonra Bingöl'de Yüzüncü Yıl İlköğretim Okulu, ödenek olmadığı için, ödenek çıkarılmadığı için her gün yüzlerce öğrencinin can güvenliğini tehdit edecek şekilde eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Biz, bu şekildeki bir okula, hasarlı bir okula kendi öğrencilerimizi gönderirken, can güvenliklerini bu şekilde riske atarken, aynı zamanda helikopter ihalelerine bu şekilde devasa miktarlar aktarıyoruz.
Bakın, bu ihale miktarındaki 3,5 milyar doları bir doğal afet yaşanan Van'a gönderilen yardımlarla bir mukayese etmenizi istiyoruz. Bugüne kadar devletin "Van'a aktardım." dediği miktar 17 milyon dolardı ve bu 17 milyon doların içerisinde de çoğunluğunu Emniyete ve Millî Eğitime harcayacak şekilde, aktaracak şekilde bir planlamayı esas almışlardı. 3,5 milyar doları helikopter ihalesine veren bir anlayış, bir doğal afet sonucu altyapısı tamamen çökmüş bir kentin belediyesine bugüne kadar tek bir kuruş aktarmamıştır. Hatta, belediyenin "Artık gücümüzün son noktasına geldik, gelirlerimizde tamamen bir tükenme noktası olduğu için hizmet veremez noktaya geldik." gibi çağrılarını da hiçbir şekilde dikkate almamaktadır. Biz, bu nedenle sorunun asıl kaynağının ortaya konulması gerektiğini önemsiyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de kayıt dışı ekonominin hızla büyüdüğü ve sendikalaşma oranının da hızla dibe doğru çöktüğü, dibe doğru gittiği bir süreci yaşıyoruz. Bakın, kayıt dışı ekonomide yüzde 45'lik oranla OECD ülkeleri arasında 1'inci sıradayız. Sendikalaşma oranında ise 5,9'luk bir oranla OECD ülkeleri arasında son sıradayız. Özellikle son dönemde sendika yöneticilerine, sendika aktivistlerine ve üyelerine karşı yapılan tutuklama operasyonlarını hepimiz biliyoruz. Bakınız, bugün Türkiye'nin en büyük konfederasyonu olan KESK'in Genel Başkanı dâhil olmak üzere, pek çok sendikacı, hakkında yüz elli yıldan fazla cezalar istenen birtakım mahkeme süreçleriyle karşı karşıyalar.
Özellikle TÜİK'in vermiş olduğu bazı rakamları yine burada paylaşalım. Türkiye'de her 5 kişiden 1'inin yoksul olduğu TÜİK tarafından belirtiliyor. Aslında biz bu oranın çok daha yüksek olduğunu çok daha iyi biliyoruz. Ancak bu 5 kişiden 1'inin yoksul olması bile Orta Doğu ve Afrika'daki pek çok ülkenin yoksulluk sınırlarının üstündedir.
Özellikle yoksullukla mücadeledeki genel sosyal politikalara baktığımızda, AKP Hükûmeti döneminde bu yoksulluğu bitiren, yoksullukla mücadele eden sosyal politikalardan çok, yoksulluğun âdeta devam etmesini sağlayan, bir şekilde halk yığınlarını kendisine muhtaç hâle getiren sosyal yardımlaşma politikalarının önemsendiğini biliyoruz. Seçim dönemlerinde, makarna yardımı olarak halkımızın söylediği bu sosyal yardımlaşma politikalarının halkımızın yoksulluğunu gidermediği, tam tersine bu yoksulluğu sistemle ve Hükûmetle bağımlı hâle getirdiği gibi bir gerçeklik var önümüzde.
Bakın, AKP'nin uyguladığı bu politikalarla yoksulluk oranı yüzde 26'dan yüzde 23,6'ya düşmüş, yüzde 2,4'lük bir fark var. Aynı süreç içerisinde Avrupa Birliğinde yoksullukla yapılan mücadelede oranlar yüzde 43'ten yüzde 16'ya düşmüş. Çünkü bahsettiğim gibi, temel mantalite açısından çok önemli farklılıklar bulunmakta.
Özellikle çalışma hayatına yönelik, AKP Hükûmetinin her geçen gün reform olarak sunduğu, çalışan kesimlerin, işçilerin, emekçilerin yüreğini ağzına getiren uygulamalara sıkça tanıklık ettik. En son, kıdem tazminatının ortadan kaldırılmasına yönelik istemleri yine hepimiz biliyoruz. Buradan Sayın Bakanımıza da çağrıda bulunuyoruz: Bu kıdem tazminatı işçilerin, emekçilerin mücadeleleriyle bir hak olarak kazandıkları bir fondur. Dolayısıyla, bununla ilgili süreçlerin tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Sivil toplumun, siyasi partilerin, toplumsal muhalefetin söylemlerine veya emekçi yığınların söylemlerine artık Hükûmetin bir şekilde duyarlı olması ve bu söylenenleri kendi politikalarına yansıtması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu amaçla, özellikle bugünkü Anayurt gazetesinde çıkan bir haberi de yine Sayın Bakanımızla paylaşmak istiyorum: "Şanlıurfa'da çiftçilik yapan ve geçimini zor sağlayan binlerce kişi, Bakan Faruk Çelik'ten, emekli yaşını doldurduğu hâlde, prim yetersizliğinden dolayı emekli olmayı bekliyor. Şanlıurfalı seçmenler, kendi Bakanlarından, SGK ve BAĞ-KUR'lulardan emekli yaşını dolduranlara, beş yıl geriye dönük hizmet borçlanması yaptırmasını bekliyor."
Aslında, binlerce kişi -sadece Şanlıurfa'da değil- Türkiye'de, emekli yaşını doldurduğu hâlde, geriye dönük hizmet borçlanması yapmak istiyor. Şimdi, binlerce çiftçiyi, binlerce emekliliği gelmiş insanımızı rahatlatacak böylesi süreçlerin, böylesi muhalif seslerin bir şekilde Hükûmet tarafından önemsenmesi ve hayata geçirilmesi gerektiği noktasında bir duyarlılık beklediğimizi belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, özellikle AKP'nin bu çalışma hayatında uygulamış oldukları politikalarda, genel olarak, işsizliğin yüksek oranlarda seyrettiği, emeğin verimliliğinin düşük olduğu, taşeronlaşmanın her geçen gün arttığı, iş güvencesinin her geçen gün uygulanan politikalarla bilinmez noktalara doğru gittiği politikaları hep beraber gördük. AKP tarafından yürürlüğe sokulmak istenen ulusal istihdam stratejisini biliyoruz. Özellikle bu ulusal istihdam stratejisinin en önemli ayaklarından birisini "bölgesel asgari ücret" uygulaması oluşturuyor. Bakın, burada, bu bölgesel asgari ücret uygulamasında hedeflenen temel şey: Özellikle sosyoekonomik seviyesi düşük olan Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki asgari ücretin düşük tutulmasına yönelik bir uygulama söz konusu. Biz biliyoruz ki Kürt halkı üzerinde şekillendirilmeye çalışılan bu uygulama, doğrudan, Kürt halkının iş gücü anlamında sömürüsünü hedefleyen bir uygulamadır. Günümüzde, tüm ağır emek işlerinde, özellikle Doğu ve Doğu Güneydoğu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşayan Kürtlerin bir şekilde kullanıldığını biliyoruz. Mevsimlik işçilerin dramını -her mevsim- biliyoruz. Göç yollarına düşen, kendi hayatını idame ettirmek için düşük ücretlerle, güvencesiz bir şekilde çalışan mevsimlik işçilerinin, gittikleri yerde, kimliklerinden dolayı, bazen o kentlere sokulmadıkları, bazen kente sokulduklarında linç kültürlerine, linç saldırılarına tabi tutuldukları süreçleri hepimiz biliyoruz.
Yine, en ağır sektör olan inşaat sektöründe çalışanların çoğunluğuna bakın aynı bölgedeki insanları görürsünüz. Katı atık toplama bölümünde, hizmetinde çalışanlara bakın, yine daha çok Kürtler karşınıza çıkar. İşte şimdi devreye sokulmak istenen bu bölgesel asgari ücret uygulaması da, Kürtlerin zaten çalışmış oldukları bu ağır iş kollarının dışında bir de asgari ücretin bölgesel farklı ücretlendirilmesiyle, daha fazla emek sömürüsüne tabi tutulmasını da beraberinde getirecektir.
Biz, siyasi alanda yürütülen siyasi soykırım operasyonlarından bahsediyoruz. Bakın, bu ulusal istihdam stratejisi bu yönüyle bölgesel asgari ücreti eğer önümüze getirirse, bunun adını da Kürt halkına yönelik yapılan bir emek soykırımı olarak ilan edeceğimizi ve bu yönlü halkımıza deklere edeceğimizi belirtmek istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin son dönemde uygulamaya çalıştığı kanunlardan birisinin de terörün finansmanının engellenmesi hakkındaki kanun tasarısı olduğunu yine hepimiz biliyoruz. Bu kanun tasarısının özellikle bir varlık vergisi faciası şeklinde yürürlüğe sokulmak istendiği ve önümüzdeki aylarda önümüze getirileceği bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.
Bakın, burada hedeflenen, Kürt emek sınıfının bu bahsetmiş olduğumuz uygulamalarla gelmiş olduğu mağduriyeti aynı şekilde Kürt sermaye sınıfına da uygulamaktır. 90'lı yıllarda Kürt iş adamlarının, sermaye sahiplerinin ölüm listelerinde, Marmara Bölgesi'ndeki bermuda şeytan üçgenlerinde hangi kanlı infaz süreçlerinden geçtiğini hepimiz biliyoruz.
Şimdi yapılmak istenen şey, bu kanlı infaz süreçlerinin bir şekilde ekonomik soykırımı önceleyen bir forma kavuşturulmasıdır. Dolayısıyla burada oynanan oyunun son derece tehlikeli olduğunu belirtmek istiyoruz. Bir taraftan Kürtlerin emekçi kesimine yönelik yapmış olduğunuz uygulamalarla mağduriyet getireceksiniz, bir taraftan da bu sermayenin her geçen gün yıkımına neden olacak birtakım tasarıları kanun olarak önümüze getireceksiniz.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi geçen yıl 35 milyar TL iken bu yıl yüzde 12 gerileyerek 31 milyar 552 milyon TL olarak şekillenmiştir. Burada ön plana çıkması gereken anlayış şudur: Yapılmak istenen neoliberal iktisat anlayışının devleti piyasadan işverenler lehine çekmesinin bütçeye yansımasıdır. Bunu niçin söylüyoruz? Çünkü işçi sağlığı ve özellikle iş kazalarının en yoğun olarak yaşandığı hükûmet dönemiyle karşı karşıyayız.
Bakınız, 2000 ile 2009 yılları arasında işçi ölümleri yüzde 60 oranında artmıştır. 2011 yılının ilk dokuz ayında 419 işçi iş kazası sonrası yaşamını yitirmiştir. Sadece 2011'in ekim ayında iş kazası sonrası 52 işçi yaşamını yitirmiş, 142 işçi ağır yaralanmıştır. Silikozis hastalarının, kot taşlama işinde çalışan işçilerin dramını hepimiz biliyoruz. Bugüne kadar ölen silikozis hastalarının sayısı 67'yi buldu. Bu şekilde iş kazalarının ve işçi kayıplarının olduğu bir yerde Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin yüzde 12 oranında düşürülmesini biz kabul edilemez olduğunu düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bu nedenle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bu bütçesine ret oyu vereceğimizi belirtir, hepinize saygılarımı sunarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.