GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:37
Tarih:14.12.2011

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan değerli milletvekilleri; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bütçesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakanlığın bütçesi hakkındaki görüşlerimizi sunmadan önce iki noktanın altını çizmek istiyorum.

Kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasında toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçe politikalarının çok büyük önemi vardır. O nedenle kadın örgütleri her yıl bütçe tartışmaları başlamadan önce taleplerini dile getirmektedirler. Bugüne kadar kadınların sesini bu Parlamento üyeleri duymadı ya da duymak istemedi. Bu yıl da bütçenin cinsiyet eşitliğini esas alan bir yaklaşımla hazırlanmadığı herkesin malumu. Bütçe görüşmelerinde sona yaklaşıyoruz, bu tartışmalarda da bunu çok net olarak gördük. Bu bütçe, eksik ve toplumun yarısı dikkate alınmadan hazırlanmış bir bütçedir. "Hayırlı olsun." diye bitirdiğimiz bu bütçe ne kadar topluma hayırlı olacak, doğrusu soru işareti taşımaktayız.

On iki Avrupa ülkesi 2003 yılında toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemeyi kabul ederek harekete geçti. Umuyorum ki gelecek bütçe görüşmelerinden önce Türkiye de bu konuda bir adım atar ve biz kadınların sesini duyar.

Sayın milletvekilleri, ikinci olarak belirtmek istediğim nokta ise Türkiye'de kadınların siyasal yaşama katılımı ile ilgili. Kadınların siyasete katılımında 189 ülke arasında 134'üncü sıradayız. Bu Parlamentonun sadece yüzde 14'ü yani 550 milletvekilinden sadece 78'i kadın. 2009 yerel seçimlerindeki durum Meclisteki durumdan pek farklı değil. 26 kadın belediye başkanı varken 2.877 erkek belediye başkanı var ve kadın belediye başkanı oranı sadece yüzde 0,9.

Bürokraside üst düzey yöneticilerin yüzde 93'ü erkek iken sadece yüzde 7'si kadındır.

Tablo buyken bugün bu Parlamentonun üyesi olan iki kadın milletvekilimiz, Şırnak Milletvekilimiz Sayın Selma Irmak ve Mardin Milletvekilimiz Sayın Gülser Yıldırım, halkın iradesiyle seçilmiş olmalarına rağmen kendileri hapishanede tutulmaktadır. Kendileri TMK mağdurları olarak âdeta siyasi bir rehine olarak hapishanededirler. Sadece milletvekillerimiz değil, şu an biri eski, ikisi de bu dönemde görevde bulunan üç kadın belediye başkanıyla birlikte beş yüze yakın politik kadın tutuklu, kadın siyasetçi de hapishanede bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'de kadınların siyasete katılımını düşündüğünüzde aslında siyasete kadınların neden daha az katıldığını bir kez daha göstermek açısından bu tablo önemlidir diye düşünüyoruz.

Kadınların politika yapmaları önündeki engelleri aşmak yerine bu Parlamento kadınların siyaset dışına itilmesine ne yazık ki seyirci kalmaktadır. Bugüne kadar "KCK" adı altında yapılan operasyonlara karşı ne yazık ki ne Sayın Bakanımız ne de diğer yetkililer herhangi bir açıklama yapmamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçesini görüşmekte olduğumuz bu Bakanlık Hükûmetin kanun hükmünde kararname ile apar topar oluşturmuş olduğu bir torba bakanlıktır. Bu Bakanlık bünyesinde Aile ve Toplum Hizmetleri, Çocuk Hizmetleri, Kadının Statüsü, Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün de bulunduğu on dört hizmet birimi bulunmaktadır.

AKP İktidarı torba yasaları çıkarmaya çok hevesli. Bunu geçen dönem de gördük. Anlaşılan öyle ki bu torba yasalardan iyi sonuç almış olacak ki bir de torba bakanlık denemesi yapmıştır. Hükûmetin çok önemli problem alanlarını tek bir bakanlıkta birleştirmesi, bu alanlara dair ne kadar ciddi politikalar oluşturduğunun, kadınların, çocukların, engellilerin yaşadığı sorunlara ve sosyal politikalara ne kadar önem verdiğinin açığa çıkması açısından bizlere önemli bir veri sunmaktadır. AKP Hükûmeti tüm bu toplumsal kesimleri aynı çatı altında toplayarak topluma şu mesajı vermektedir: "Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler toplumun öznesi değildirler. Kadın sağlıklı ailenin devamı için gereklidir, çocuklar, yaşlılar, engelliler yardıma muhtaç kişilerdir." Sözde kadınlar adına ciddi çalışmalar yapacak bu Bakanlığın isminde "kadın" kelimesinin yer almaması, bakanlığın isminin "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı" olması, bakanlığın icraatlarının neler olacağı konusunda çok şey anlatmaktadır. Bu Bakanlık, isminden de anlaşılacağı gibi, erkek egemen zihniyetin ürünü olan geleneksel, bizlere öğretilmiş kadınlık ve erkeklik rollerinin devam ettirilmesi ve kadını toplumda bir birey olarak değil, ailenin bir parçası olarak ele alarak kadın-erkek eşitsizliğinin devlet güvencesi altına alınmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.

Sayın milletvekilleri, geleneksel aile, devletin bir prototipi olarak  iktidar, hiyerarşi ve tahakkümün kadınlar üzerinden bir şiddet politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler geleneksel aile yapısının, aile bireylerinin kendisini tahakküm altında hissetmeden, anne, baba ve çocuğun birey olabildiği demokratik bir aile modelinin geliştirilebileceğine inanıyoruz. Ancak AKP'nin burada öngördüğü aile, geleneksel bir aile modelidir.

Sayın Bakanın bütçe görüşmeleri sırasında "insanı yaşat ki devlet de yaşasın " olarak ifade ettiği yaklaşım, tam da bu geleneksel yaklaşımı ifade etmektedir. Oysa önemli olan devlet değil, toplumdur. Devlet, toplumun daha iyi koşullarda demokratik, adil ve barış içerisinde yaşamasını sağlayacak bir  organizasyona dönüştürülmek durumundadır, görevi de bununla sınırlandırılmalıdır. Ancak bugünkü yaklaşım bireyi topluma, toplumu devlete heba etmektedir. Eğer bunlar arasında optimal denge kurulamazsa sonunda yaşadığımız şey aslında büyük bir kaos ve karmaşa olmaktan öteye çıkmayacaktır.

Biz bu zihniyeti şimdi görmüyoruz, aslında  16'ncı yüzyıldan itibaren bu zihniyet var. Ta 5 bin yıllık erkek egemen zihniyetin başlangıcına da götürebiliriz. 16'ncı yüzyılda, önemli bir düşünür olan ve ütopyasını eşitlik anlayışıyla oluşturan Thomas More felsefesini hatırlatıyor AKP'nin yaptığı bu çalışmalar bize. More'un eşitlik ütopyasında kadın kamusal alanın dışında ele alınarak kadına geleneksel roller atfedilmektedir. More'a göre ancak devletin sürekliliği ve esenliği söz konusu olduğunda kadınlar kamusal alanda yer alabilir. 21'inci yüzyıldayız, ne yazık ki aynı zihniyet, aynı yaklaşım devam etmektedir.

Bir yandan kadınlar adına çok şey yaptığını ifade eden Hükûmet, diğer yandan kadınlar için yaşlı ve çocuklara bakma, temizlik yapma, sosyal yardımlaşma alanlarında çalışma gibi geleneksel iş bölümünü bakanlık eliyle yeniden üreten yine aynı bakanlık olmaktadır.

Bir kez daha bu kürsüden -defalarca hatırlattık- kadınlar adına şunu belirtmek isteriz ki, kadın-erkek eşitliğini esas almayan hiçbir çalışmanın başarıya ulaşma şansı yoktur. Öncelikle kadın ve erkek eşitliği olduğuna inanarak devletin tüm kurumlarını bu eşitlik yaklaşımına göre yeniden düzenlemek, kadın-erkek eşitliğinin özgürlükler, demokrasi, adaletin ve barışın temeli olduğu bilinciyle toplumu dönüştürecek eşitlik politikalarını geliştirmek zorundayız. Eşitlik politikalarına öncelikle bu çatı altında başlamak durumundayız çünkü aslında eril zihniyet, erkek egemen zihniyet bu çatı altında devam ettirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yıllardır kadın örgütlerinin kadın mücadelesini görünür kılma ve kadınların toplumsal yaşamın tüm alanlarında daha etkin olmalarını sağlamak için verdikleri mücadelelerle elde ettikleri kazanımlara anlam vermeyen, kadını bir birey olarak değil ailenin bir parçası olarak gören, geleneksel kadınlık ve erkeklik rollerini yeniden üreten bu dili devletin güvencesine alan bir zihniyeti yansıtmaktadır.

Sayın Bakan Fatma Şahin, kadın kollarından gelen ve kendisi kadın mücadelesi konusunda çabası olan ve bu isimdeki bakanlığın yapabileceklerinin sınırlarını bilen birisidir. Sayın Bakan, Hükûmetin erkek vekilleri bilmeyebilir ama siz kadın mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. O nedenle, kadın çalışmalarının bağımsız bir bakanlık altında yapılanmasının kadınların yaşamlarının değişmesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve bu konuda zaman geçirmeden bu torba bakanlıktan kadın bakanlığını çıkarmanızı, kadın ve eşitlik bakanlığını kurmanızı öneriyoruz. Biz BDP'liler olarak -sadece kadınlar değil- sizi destekleyeceğiz, bunu ifade etmek istiyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; TÜİK verilerine göre, Türkiye nüfusunun yüzde 12'si engellilerden oluşturmaktadır ve yaklaşık 9 milyon nüfus demektir bu. Nüfusun önemli bir kesimini oluşturan engellilerin yaşamın tüm alanlarına engelsiz olarak katılabilmeleri için daha kapsamlı ve ciddi politikalar oluşturulmalıdır. Bu bağlamda, 3 Mayıs 2008 tarihinde, 20 ülke tarafından kabul edilen ve Türkiye'nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi'nin gereklerinin yerine getirilmesi oldukça önemlidir. Engellilere yaklaşımda ise dışlayan, ötekileştiren bir zihniyet söz konusudur. Engellileri bir birey olarak görmekten ziyade zavallı, yardıma muhtaçlar olarak gören yaklaşım değişmediği sürece, engellilerin yaşamı ne yazık ki değişmeyecektir. Bazen bu kürsüde engelli vatandaşlarımıza ilişkin çok sözler söylense de hiçbir zaman engellilerin yaşamını kolaylaştıracak iş yapılmıyor. Örneğin, burada engelli bir milletvekilimiz var. Engelli milletvekilimiz bu salona pantolonuyla bile giremiyor. Bu konuda bile sınıfta kaldık, bu düzenlemeyi bile gerçekleştiremedik. Eğer burada yapamıyorsak sokakta vay hâlimize! Bunun nasıl yansıdığını görmek gerekiyor.

Engellilerin bir ricası var, bu kürsüde bir kez daha iletmek istiyorum: "Projeler istemiyoruz, sadece bize üç ayda bir verdiğiniz 655 TL'lik maaşı üç ayda değil, ayda bir istiyoruz." diyorlar. Umuyorum Sayın Bakanlık bu konuda gerekli adımları atar ve ayda bir engelli yurttaşlarımıza 655 TL verir.

Sayın milletvekilleri, bu bakanlıklardan birisi de çocuklara ilişkin. Tabii biraz önceki bölümde Sayın Bakanımız şöyle bir şey ifade etti: "Her sorunda BDP'liler Kürt sorununu dile getiriyor." İnanın ki sayın milletvekilleri, biz BDP'liler olarak, her defasında Kürt sorununu konuşmaktan çok istekli değiliz ama, bu, ülkenin bir gerçeği. Burada bir çatışma var, insanlar yaşamını yitiriyor. İşte, bugün on beş yaşında bir çocuk -Sayın Bakana bunu hatırlatmak isterim- Fırat İzgin, Mardin Nusaybin'de kendi bedenini ateşe vermiş ve şöyle bir not düşmüş: "Halkım için yapıyorum. Barışın sesi olmak istiyorum." Sadece Fırat değildi, Evrim de kendisini yaktı, Ebumüslüm de kendisini yaktı. Oysa dünyada, Tunus'ta nasıl başladı isyanın ateşi sevgili arkadaşlar? İsyanın ateşini, bir çocuk, kendi işi için, üniversite mezunu bir çocuk, elinden tablasını aldılar diye kendi bedenini ateşe verdiğinde, orada bir devrimin fitilini ateşlemiş oldu ve Orta Doğu'da "Arap Baharı" denen bir süreç başladı. Bırakalım, yanı başımızda Yunanistan'da nasıl bir süreç başladı? Eşitsizliğe karşı, orada on yedi yaşındaki bir çocuk öldürüldü, isyan oldu ama bizim ülkemizde, sevgili arkadaşlar, çocuklar öldürülüyor ve çocukların adı bile yok. Onlar çok genel kapsamda terörist ilan ediliyorlar, zaten bu şey yapılıyor. İşte bu Meclis Kürt sorununu çözemediği için çocuklarımızın omzuna kalmış durumda ne yazık ki. Onlar belki de kendi öfkesini taşla atamadığı için, belki de öfkesini sunamadığı için kendi bedenini ateşe veriyor. Şimdi, bunun hesabını kim verecek? Tabii ki burada siyasi sorumluluk üstelenen bizlerin vermesi gerekiyor. Sadece iktidara, muhalefete de söylemiyorum, biz kendi açımızdan da bunu söylüyoruz ve diyorum ki: Sevgili Fırat, keşke barışı getirebilseydik de sen yaşıyor olsaydın, keşke barışı getirseydik de Evrim, Ebu Müslüm sen yaşıyor olsaydın ama burada böyle bir yaklaşım yok.

Bakın, sevgili arkadaşlar, bu ülkede yirmi dört yılda asker, polis, güvenlik güçleri tarafından öldürülen çocuk sayısı 500 iken AKP Hükûmeti döneminde 152 çocuk öldürülmüş. "Bir Göz de Sen Ol inisiyatifi" açıklama yapıyor "Bugüne kadar ne kadar çocuk öldürüldü?" diye. İşte Dersim'i konuşuyoruz, Dersim'in çocuklarını, kayıp kızlarını konuşuyoruz "Nedir, ne kadar çocuk sürgün edildi, kaç tanesi asimilasyon politikasına uğradı?" diye. Peki, şimdi neyi konuşuyoruz? Sayın valiler, AKP'nin sayın valileri "Taş atan çocukları şefkat evlerine alalım." diye konuşuyor. Peki, alalım, bu sorunu çözecek miyiz? Asimilasyon politikasını yeniden 21'inci yüzyılda yaşama geçirerek bu sorun çözülecek mi? Sayın Başbakan'ın dediği gibi, asimilasyon insanlık suçudur. Dolayısıyla, bu meseleleri aklıselim, bütün grupların bir araya gelerek siyaset üstü bir mesele olarak ele alması ve çözmek zorundadır. Bizim çocuklarımıza karşı böyle bir borcumuz olduğunu düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, diğer yandan AKP'nin 2006 yılında TMK'da yaptığı değişiklikler nedeniyle biliyorsunuz çocuklar cezaevine girdi, sonra bazı düzenlemeler yapıldı ama o çocuklar dışarı çıktığında, on sekiz yaşını doldurduğunda yeniden terörist olarak tutuklandılar ve onlarca yılla cezalandırılıyorlar. Bu sorunları çözmek zorundayız; aksi takdirde, bu sorunlar her zaman karşımıza çıkacaktır.

Sayın milletvekilleri, on sekiz yaşı doldurmamış her birey çocuk olarak kabul edilmeli ve her ne sebeple olursa olsun çocuğun gelişimi için her türlü ortamın sağlanması gerektiğini söyleyen Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne rağmen, Türkiye bu Sözleşme'nin gereğine uymamaktadır.

1992 yılında Dünya Emek Örgütü ILO'nun dünyada çocuk işçiliğinin en kötü koşullarının sona erdirilmesi programı dünyada altı ülkede başlatıldı ve bu ülkelerden birisi de Türkiye. 99 yılında ILO Sözleşmesi'ne göre, Türkiye'de on beş yaş altı çocuk çalıştırılması yasaklanmış olmasına rağmen çocuklar en kötü koşullarda, tekstil atölyelerinde, temizlik şirketlerinde ya da sokaklarda çalışmak zorunda kalmaktadır. Hâlen 1 milyon çocuk işçinin olduğu bir ülkedeyiz ve bunların 630 bini çok ağır koşullarda çalışmaktadır. Kriz zamanlarında ucuz emek olarak görünen çocuklarımız yani geleceğimiz, kanunen yasak olmasına rağmen hâlâ sokakta çalıştırılıyor.

OECD'nin üye 30 ülke arasında ilk kez yaptığı Karşılaştırmalı Çocuk Raporu'na göre Türkiye'deki çocuklar, maddi durum, sağlık ve çevre ile eğitim konularında en alt sırada yani 30'uncu sırada yer alıyor. UNICEF, Türkiye'de sokakta yaşayan çocukların sayısının her geçen gün arttığına dair uyarılar da yapmaktadır.

AKP Hükûmeti ise bütün bunlara çözüm üretiyoruz dese de uygulamada hâlâ bu sorunlar yaşanıyor. Bakanlık konusunda da aslında Bakanlığın bütçesine baktığımızda ne kadar ciddiye alındığını da bir kez daha görüyoruz. Bu Bakanlığın bütçesi, Diyanete ayrılan bütçenin dörtte 1'i, Diyanete 4 kat fazla bütçe ayrılmış. Sosyal politikalar, kadın, gençlik, engelliler gibi bir bakanlığa ayrılan bütçe ortada. Dolayısıyla, bu konuda nasıl bir çalışma yapılacak, doğrusu merak ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, bu Bakanlıkla "sosyal politikalar" adı altında AKP Hükûmetinin iktidarındaki en iyi yaptığı iş "yoksulluk yardımları" adı altındaki sadaka kültürünü geliştirmesidir. Türkiye'de yoksulluk oranı 2002'den beri değişmemesine rağmen, yoksulluk yardımları 20 ila 30 kata kadar artmıştır. İç Anadolu ve Doğu, Güneydoğu bölgelerinde yoksulluk oranları yaklaşık aynı oldukları hâlde, bu bölgelere, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere yoksulluk yardımları daha fazla gitmektedir. İç Anadolu'da dağıtılan yoksulluk yardımlarının 5 ila 10 katı yardım, Kürt halkının yaşadığı yerlerde yapılmaktadır. AKP döneminde günlük yemek yardımı harcamaları 11 katına, dağıtılan kömür miktarı 3 katına, kömür alan aile sayısı 2.5 katına, şartlı nakit transferi harcamaları 147 katına çıkmıştır. Ancak tüm bu yardımların artmasına rağmen, yoksulluk oranlarının değişmemesi çok dikkat çekici bir noktadır. Vatandaşın kendi verdiği vergilerle aslında bir sadaka kültürü yaratılmış durumdadır ve bu, sorunları çözmemektedir. Sadece seçim dönemlerinde, aslında oy almak üzerinden yapılan bir çalışmadır. Buna en iyi Dersim örneği verilebilir. AKP İktidarına yakın Valilik çamaşır makineleri dağıtmıştı. Sonra orada yeterince oy almadığı için -duyduğumuza göre basından- o beyaz eşyaları geri toplatmış.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kadın istihdam sorunu Türkiye'nin en büyük sorunlarından biridir. Türkiye 2010 Temmuz ayı istatistiklerine göre yüzde 30 kadın istihdamı oranı ile Avrupa Birliği ülkelerindeki ortalama yüzde 62 olan bu sayının çok gerisindedir. Yine kadınların iş gücüne katılım oranı da yüzde 30 civarındadır. İşsizlik oranı tüm Türkiye'nin yüzde 11'lere çıkmış durumda iken kadınlarda bu oran yüzde 13'tür. Kadınların iş gücüne katılım oranlarına baktığımızda ise tablonun 2002 yılından beri hiç değişmediğini görmekteyiz.

Daha ayrıntıya girdiğimizde, Türkiye'de çocuk sahibi kadınların istihdam oranı OECD Kadın Raporu'na göre yüzde 20'lerin altına düşmektedir. Oysa bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 45 civarındadır. Yani eğer bir de çocuklu bir kadınsan, çalışma hayatında olma ihtimalin beşte 1'e düşüyor. Bütün bunlara rağmen iş gücüne katılabilen kadınlar ise erkeklerden daha az ücret almaktadır.

Yine, yapılan araştırmalar göstermektedir ki kadınlar daha çok ücretsiz işlerde, sosyal işlerde çalışmaktadır. AKP Hükûmetinin 2010 yılında "Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması" adı altında çıkardığı genelge eksikliklerine rağmen önemli bir adım olmuştur. Ancak rakamlarla görüldüğü üzere kadın istihdamında bir gelişme sağlanmamıştır. Aksine, 2002 yılında kadın işsizlik oranı yüzde 9,4 iken 2010 yılında yüzde 13'e çıkmıştır. Türkiye ILO'nun kadın erkek eşitliğini sağlayan ve kadın istihdamını teşvik eden 100, 111, 122 ve 142 sayılı sözleşmelerini imzalamış bir ülke olmasına rağmen kadın istihdamında başarısızdır.

Sıcak paraya, yüksek faize ve yüksek borçlanmaya dayalı, şişirilen ve aslında her an patlamaya hazır bir balona dönüştürülmüş Türkiye ekonomisindeki bu şişirilmiş zenginlik, yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapmaktadır. 2010 yılında zengin ile yoksul arasındaki fark 8,5 kat iken 2011'de bu 14 kata çıkmıştır.

Sayın milletvekilleri, 16'ncı ekonomik sıradayız ama eşitsizlik konusunda da 1'inci sıradayız, bunu hiç kimsenin unutmaması gerekiyor.

Kadınların diğer bir sorunu da aslında kadına yönelik şiddettir. Bu kadına yönelik şiddet konusunda bugüne kadar çok çalışmalar yapıldı. İstanbul Sözleşmesi imzalanmış olması bu açıdan önemli ama yeterli değildir. Bir bütün, kadınlar olarak daha örgütlü, daha etkin mücadele yürütmek durumundayız.

Zamanım bitti. Söyleyeceğim birkaç şey vardı ama sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Kadın-erkek eşitliğini esas almayan bir bütçe ne yazık ki halkın bütçesi olamayacak; sadece, aslında, buradan beslenen bazı küçük grupların bütçesi olacak. O açıdan, yine de emeği geçen arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz ama halkımız için ne kadar hayırlı olur, bu konuda şüphelerimiz var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.