GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÇOĞALTILMIŞ FİKİR VE SANAT ESERLERİNİ DERLEME KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:69
Tarih:22.02.2012

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Kanun Tasarı'nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Genel olarak, bu yasa maddesi görüşülmeye başladığından beri ifade edilen şey, aslında kültür olayına nasıl yaklaştığımızla alakalı.

Genel olarak kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği kuşaktan kuşağa akıtılan her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünü olarak değerlendirilir. Kültür bir toplumun kimliğini oluşturur ve onu diğer toplumlardan farklı kılar. Bu temel özelliği bile aslında Türkiye'de kültürün nasıl ele alınması gerektiğini ifade eder ama bu ülkede ne yazık ki, farklı kimlik ve kültürler her zaman için yok sayılmıştır, daha çok Türk kimliği üzerinden bir algılama, bir yaklaşım içerisine girilmiştir. O yüzdendir ki, bu, sadece Türkiye'nin sorunu değil, aslında tüm dünyada benzer sorunlar yaşanmıştır. Kültür olayını tartışırken yanında, bir "kültür emperyalizmi" ya da yanında bir "kültür asimilasyonu" ya da "kültürel yozlaşma" gibi tartışmaları da birlikte yapmak durumunda hissederiz.

Türkiye açısından da özellikle kültür emperyalizmi ve kültürel yozlaşma, tartışılması gereken konulardan birisidir. Bu, hem Türk kültürü açısından hem Kürt, Laz, Çerkez kültürü açısından da önemli bir noktadır. Sadece bir kültür açısından değil, bütün bu olanları birlikte tartışmak ciddi bir sorun. Hâlâ biz Türkiye'de tabii bunu tartışamıyoruz, sadece çoğaltılmış fikir ve sanat eserlerinin derlenmesi konusunu konuşmak iyi bir şey, hem yurt içinde hem yurt dışında bütün bu eserlerin bir arada toplanması, denetlenmesi iyi bir fikir. Bu konuda, Grubumuz adına konuşan Sayın Sırrı Süreyya Önder de ifade etmişti, destekliyoruz ama bu vesileyle aslında Türkiye'de kültüre nasıl yaklaştığımızı da tartışmak gerektiğini düşünüyoruz.

Dolayısıyla, kültür asimilasyonunu belki burada çok ciddi olarak tartışmak gerekir. Çünkü egemen olan Türk kültürü diğer kültürler üzerinde baskı unsuru oluşturmakta ve bugüne kadar yaşanan her şeyi Türklük üzerinde tanımlayan yaklaşım, ne yazık ki, kültür meselesi üzerinde de ciddi bir sorun. Bugüne kadar o yüzden Kürt kültürü üzerinde çok ciddi bir asimilasyon politikası uygulanmış. Ermeni, Laz, Çerkez, Gürcü, diğer halkların kültürleri üzerinde çok ciddi asimilasyon politikaları uygulanmış ve birçoğunda da sonuç alınmış. Sonuç alınmayan bölümler de var ama hâlâ bu kavganın devam ettiğini de görüyoruz.

Özellikle arkadaşlarımız başta bahsetti; dün, Ana Dil Günü'ydü. Ana dil, kültürün temel parçalarından birisidir ve bugün Türkiye'de konuşulmakta olan birçok dil ne yazık ki, kaybolmakla karşı karşıyadır. Kürt dili ise hâlâ baskı altındadır. Daha bugün örneğini gördük. Bugün Diyarbakır'da, içinde Genel Merkez yöneticilerimizin, Derik Belediye Başkanımızın da olduğu bir grup arkadaşımız mahkemeye çıkartıldı ve bilinen sonuç: Mahkemede Kürtçe krizi çıktığı için arkadaşlarımızın kimlik tespiti bile yapılamadan dava 30 Nisan'a ertelendi. Biz 2009'dan beri bunu izliyoruz. Türkiye'de, mahkemelerde Kürtçe kriziyle karşılaşıyor "Kürtçe bir dil midir, değil midir?" hatta en son, AKP Hükûmetinin yetkililerinin "Medeni bir dil midir?" tartışmasına kadar getirdiği, aslında ciddi anlamda bir problemli düşünce, problemli zihniyetin ürününü taşımak durumunda kalıyoruz. Hâlâ arkadaşlarımıza kendilerini bile savunma hakkı verilmiyor.

Şimdi, böyle bir durumda, gerçek anlamda kültürel zenginliklerimizi ne kadar koruyacağız meselesi önemli.

Tabii, bu kültür meselesini konuşurken dil de önemli, zihniyet de önemli. Hangi bakış açısından, hangi zihniyetten bakıyorsunuz? Dolayısıyla, Türk kültürünü geliştirmek; evet, önemli ama bir o kadar da Kürt kültürünü de geliştirmek önemli.

Dolayısıyla bütün bu kültürel zenginlikler, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin zenginliğidir. Böyle ele almadığımız sürece bir kültürü her şeyin önüne koyup, diğerlerini asimile etmek ya da yozlaştırmak ya da baskı altına almak gibi bir yaklaşım ne yazık ki, kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye'nin bu işi her zamankinden daha ciddi tartışması gerekiyor.

Sayın milletvekilleri, bakın, Azadiya Welat Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü geçen dönem Vedat Kurşun yüz altmış altı yıl ceza aldı, sırf Kürtçe gazete çıkarıldığı için. Yani bir ülkenin, aslında, siz kültürüne, diline böyle bir ceza veriyorsunuz. Bugün de işte Tayyip Temel, yine Azadiya Welat gazetesinin Yazı İşleri Müdürü, savunma hakkını ana dilinde yapamadığı için tekrar bu süreci yeniden yaşamak durumunda kalıyoruz. Türkiye, umuyoruz, bu ayıplı şeye, tarihine bir şekilde son verecek ve bütün kültürleri, Türkiye içerisinde yaşayan bütün kültürleri kendi kültürü olarak görecek ama aynılaştırmadan, ama asimile etmeden, ama yozlaştırmadan. Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Ermeni, Gürcü, Roman bütün kültürlerin aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devletinin kültürü olduğunu, hiçbir kültürün diğer kültürden üstün olmadığını, sayısal olarak çok olmak ya da az olmanın bunu getirmeyeceğini ifade etmek, sanırım en temel şeylerden birisidir. O açıdan, bunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum bu kürsüde.

Sayın milletvekilleri, diğer bir konu: Tabii, Türkiye'de hep bu kültürü konuşurken dili, kimliği de beraberinde konuşmak durumunda kalıyoruz. Türkiye'nin en temel sorunlarından birisi hâlâ bu dil, kültür ve kimliğin inkârından ortaya çıkan demokrasi sorunu. Özelikle bundan da en çok Kürtler yara görüyor ve bugün buna dikkat çekmek için Türkiye'de Kürt kültürü üzerindeki baskının, zorun aynı zamanda savaşa neden olduğunu, dolayısıyla bu baskı politikalarından vazgeçilmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz. Bu kürsüde belki de birçok kez bize şu suçlama da getirildi: "Siz her defasında bu meseleyi götürüp Kürt meselesine bağlantı kuruyorsunuz." diye. Evet, çünkü, sayın milletvekilleri, bu meselenin de yine Kürt meselesiyle alakası var.

Bakın, biz, pazartesi ve salı günü burada Türkiye'nin bu Parlamentoda bulunan 4'üncü büyük partisinin milletvekilleri olarak açlık grevine girdik iki gün, bir şeye dikkat çekmek için: Cezaevinde bulunan Şırnak milletvekillerimiz Sayın Selma Irmak ve Sayın Faysal Sarıyıldız bu ülkede barış için, -bakın, dikkatinizi çekiyorum- kendisi için değil, "Koşullarımız düzelsin ya da cezaevinden çıkalım. Biz milletvekili seçildik, niye cezaevindeyiz?" diye değil, "Bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden gerçek anlamda demokratikleşme olmayacak, halkımızın, dili, kimliği, kültürü üzerindeki yasaklar ortadan kaldırılsın, savaş politikaları bir an önce son bulsun ve barış için adım atılsın." diye. Selma Irmak arkadaşımızın söylediği "Sadece elimizi değil, bütün bedenimizi taşın altına koymaya karar verdik." sözü, bence bu Parlamento tarafından tartışılmalıdır. Farkında mısınız sayın milletvekilleri, bu Parlamentonun 2 üyesi süresiz, dönüşümsüz açlık grevinde, yani kendi bedenini ölüme yatırmış durumda? Şimdi bu durumda buradaki arkadaşlarımız ne kadar rahat oturabiliyor? Bu kolay bir karar değil, kendi bedenini ölüme yatırmak öyle çok kolay bir karar değil, ama bu ülkede sorunlara dikkat çekmek için ne yazık ki ölmek gerekiyor ya da kendini ölüme yatırmak gerekiyor. Şimdi, biz pazartesi, salı kendi genel merkezimizde tam da bu soruna dikkat çekmek için açlık grevindeydik, ama bu, Türkiye'nin gündemi olmadı, sadece gazetelerde ya da televizyonda bir haber olmanın ötesine gidemedi. Bu Parlamento ne zaman bu sorunu tartışmaya başlayacak diye çok merak ediyoruz doğrusu.

Sadece iktidar partisinden de değil, muhalefet partisinden de beklentilerimiz var. Gerçekten birlikte yaşayacaksak, o zaman çok kimlikli, çok kültürlü yapımızı birlikte koruyacaksak; eğer bu, sadece bir denetleme, bütün kimliklerin, kültürlerin eserlerinin toplanıp bir binaya sıkıştırılmasından öte bir anlam ifade ediyorsa; yani bu, yaşamımızın kendisiyse, bu ülkede onlarca farklı kimlik, kültür yaşıyor ve bir arada barış içerisinde, eşitlik temelinde bir kardeşlik içerisinde yaşayacaksak bütün bunları bizim konuşmamız gerekiyor, ama biz öyle bir şey yapıyoruz ki burada konuşurken hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, Türkiye'nin sorunları sadece bu Parlamentodan ibaretmiş gibi sadece bunları tartışıyoruz sayın milletvekilleri. İşte o yüzden Türkiye gerçek anlamda demokratikleşemiyor, o yüzden biz bu ülkede barışı konuşamıyoruz, o yüzden farklı kimlik ve kültürler üzerinde oluşan baskıyı bir şekilde buradan sineye çekiyoruz. Biraz önce Sayın Milletvekilimiz söyledi, o yüzden Ermeni mezarlığında son dua yerinin kepçelerle yıkılmasını doğal görüyoruz ya da yerine daha iyiyi yaparız diye ya da o yüzden yine yanı başımızda, Yenimahalle'de cemevi yapıldı diye belediye yer vermiyor, "Orayı yıkacağız, başka yer vereceğiz." anlayışı aslında bütün şeylerde devam ediyor. Yani iktidarıyla da muhalefetiyle de farklılıklarımızı kabul etme, bunlarla eşit hukuk geliştirme konusunda ne yazık ki ciddi bir tartışmamız yok. Sadece bunun siyasetini yapma, bunun üzerinden politika yapmak bize bir şey kazandırmaz.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum. Evet, Kültür Bakanlığının düşünmesi gereken bir şey daha var: Burada farklı kimlik, kültürler de var. Bunların ismini de sayarak, sadece Mem u Zin'i bir reklam aracı olmaktan çıkartıp -aynı zamanda Mem u Zin gibi binlerce eseri- "Türkiye Cumhuriyeti devletinde Kürtlerin de farklı kimlikleri ve kültürleri var, Mezopotamya'nın en kadim halklarındandır. Yine bu farklı halkların da kültürleri var." deyip kendisine yeni bir yol haritası belirlemesinin Türkiye demokrasisi açısından da önemli olacağını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tuncel.