GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:38
Tarih:15.12.2011

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hakkında görüş belirtmek üzere Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçesini görüşmeden önce bir kez daha? Aslında, kanun hükmünde kararnameyle korsan bir şekilde oluşturulmuş bir bakanlığın bütçesini görüşüyoruz. Dolayısıyla, bu Bakanlığa aslında bütçe ayırmak iyi mi değil mi? Çok da iyi bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Yani aslında? Biraz sonra analizlerini yapacağım, neden bu Bakanlığın Türkiye'de özellikle ekolojik dengeyi bozma, insan yaşamını bozma üzerinden bir yaklaşımı olduğunu? Dolayısıyla, böyle bir bakanlığın, asli görevi yerine, gerçekten, rant oluşturacak, Türkiye'de dereleri, bütün yaşam alanlarını ranta dönüştürecek bir bakanlığa dönüştürüldüğü ortada. İsminden de belli. Çevre ile şehirciliği yan yana koyarsanız, buna da eski TOKİ Başkanını getirip Bakan yaparsanız? Aslında tablo ortada, hiç konuşmaya bile gerek yok. Dolayısıyla, bu meselenin, çevreyi nasıl rant alanına dönüştürürüz, nasıl yeni binalar yaparız, "kentsel dönüşüm" adı altında nasıl yeni rant alanları açarız, "2/B" adı altında ormanlarımızı nasıl talan ederizin bakanlığıdır. Dolayısıyla, kanaatimizce, bu Bakanlığa bütçe ayırmak Türkiye halklarına büyük bir zarardır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde kısa vadede en büyük rant ve buna paralel olarak politik çıkar, özellikle doğal alanlarda arazinin arsaya dönüştürülmesi ve sonra imar planı uygulamaları ile elde edilen arsa ve yapılaşma rantının bölüşümünden kaynaklanmaktadır. Bu defa TOKİ ve Tapu Kadastroyu bünyesine alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kanun hükmünde kararnameler ile tepeden inme plan, proje ve hatta inşat ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi verme yetkileri ile donatılarak büyük inşaat projelerinin daha çabuk ve engelsiz yürütülmesi sağlanmıştır.

Hükûmet, Çevre ve Şehircilik Bakanlığını oluşturarak özellikle kıyı alanlarında, meralarda, ormanlarda, sulak alanlarda, doğal ve arkeolojik sit alanlarında dilediği gibi inşaat yapılmasını önleyen yasal mevzuatı tek elde toplayıp, bağımsız kurulları baypas etmiştir. O yüzden de aslında bunun bir rant Bakanlığı olduğunu söylememiz çok da yabana atılır bir şey değildir. Daha önce Çevre ve Orman Bakanlığı üzerinden en azından ekolojik dengeyi kısmen koruyan bu şeyi, Çevre ve Orman Bakanlığı değiştirilmiş, şimdi tamamen rantsal alana dönüştürmüştür. Böylece uluslararası inşaat firmalarına, HES ve nükleer enerji pazarlamacılarına büyük projelerin önü açılmıştır.

Bu kararname ile hükûmetin seçim öncesinde rafa kaldırdığı, çevre örgütleri tarafından karşı çıkılan, bunun için eylemler yapılan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu hükümleri yürürlüğe konulmuştur. Çünkü kanun hükmünde kararnamede bu yasayı beklemeden Biyoçeşitlilik Yasası'ndaki bazı maddeler bu kanun hükmünde kararnameyle bu Bakanlığın görevi altına alınmıştır.

Maliye Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ve 2863 sayılı Kanun'da çok önemli değişiklikler yapılarak rantın önündeki engeller kaldırılmış, bu Kanun, kanun hükmünde kararnameyle özellikle devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kamu arazileri, arsaları, binaları çok kısa süre içerisinde inşaat sektörüne pazarlanabilecektir.

Kanun Hükmünde Kararname incelendiğinde Bakanlığın havza koruma planları yapmak yetkisinin kaldırıldığı görülmektedir. Ayrıca Bakanlık görevlerini belirleyen 2'nci maddede çevre düzeni planlarının yapılması yazılı değilken 7'nci maddede bu görevin ilgili genel müdürlüğe verildiği görülmektedir. Çevre düzeni planları havza bazında yapılması gereken ve ilk amacı da çevresel veya ekolojik koruma olması gereken planlardır. Dolayısıyla, bir çevre bakanlığının asli görevinin bu Bakanlıkta çıkartılmış olması bu Bakanlığın hangi amaçla kurulduğunu çok net göstermektedir bize. Yine kararnameyle eklenen fıkra ile devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yani ormanlar, meralar, sulak alanlar ve kıyılar gibi ekolojik açıdan diğer alanlara göre gerek ulusal ve gerekse uluslararası hukuk ile daha iyi korunan alanlara el atılmak istendiği açıktır. Yine aynı maddeye eklenen bir diğer fıkra ile devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu tip alanlarda kentsel dönüşümler ve en üst imar planından inşaat sonrası son aşama olan kat mülkiyetine geçişe kadar her işlemin yapılma yetkisi Bakanlığa verilmiştir.

Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmış ve 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de belirtilen iş ve işlemler, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının birimlerince yürütüleceği hükmüne bağlanmıştır. Bu, çevre ve doğal varlıkların korunmasına yönelik en büyük darbedir. Bu bölgelerin rantsal talana açılacağı açıktır.

Unutulmaması gereken bir konu da ülkemizde korunan alanların toplam ülke yüz ölçümüne oranı sadece yüzde 4'tür. Dünya ortalaması, sevgili arkadaşlar, yüzde 12'nin üzerindedir. Öyle anlaşılıyor ki bu yüzde 4 oran bile AKP Hükûmetine fazla gelmiştir ki AKP Hükûmeti, yeni alanları da rant alanı olarak açmak istemiştir.

Sayın milletvekilleri, küresel iklim değişikliğinin dünyanın başına nasıl bela olduğunu, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin dünyanın küresel iklim değişikliği konusunda tedbirler almaya zorlandığını, dolayısıyla bunun ekonomik krizden daha büyük krizlere neden olduğu herkesin malumu. Bütün dünya bu konuda çalışmalar yürütüyor ama biz ne yapıyoruz bu konuda? Ekolojik dengeyi bozacak planlara, projelere, bakanlıklara yol açıyoruz. Dolayısıyla, bu ciddi bir problem Türkiye halkları açısından. Demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü bir perspektife sahip olmayan bir yaklaşım, olsa olsa insanlığa ancak kaos getirir, insanlığın yaşamını yaşanmaz hâle getirir. "Ekoloji" deyince sadece aklımıza çoğu zaman şöyle bir şey geliyor: Çevrenin korunması. Oysa ekoloji yaşamın kendisidir. Dolayısıyla, bunlar olmadığı sürece Türkiye'de ciddi anlamda sorunlar yaşanacaktır.

Bakın, dikkat ederseniz, son dönemlerde özellikle HES'lere karşı çok ciddi bir toplumsal muhalefet var. İnsanlar kendi derelerine HES yapılmasını istemiyor ve bunun karşısında da itiraz ediyor. Onlar aslında bunu yaparken sadece işte, hidroelektrik santrallere karşı olmaları ekolojik dengeyi bozduğu için değil, itiraz ettikleri nokta yaşam alanlarının elinden alınmasıyla alakalıdır çünkü hidroelektrik santrali kurduğunuz yerde o insanların evini başına yıkıyorsunuz, o insanları zorunlu olarak göçe tabi tutuyorsunuz. Kendi bulunduğu doğal yaşam alanından koparıp başka alanlara, hatta o işte TOKİ'nin yaptığı, çok övündüğü kocaman kocaman binalara sıkıştırıyorsunuz ve kendi yaşamından uzaklaşıyor. O yüzden insanlar itiraz ediyor yani kendi yaşam alanı elinden alındığı için itiraz ediyor. Tabii, diğer boyutu da HES'lerle birlikte aslında işte derelerimiz tahrip ediliyor, orada insan yaşamı sadece orayı değil, bütün Türkiye'yi hatta bütün dünyayı etkileyecek ekolojik tahribatlara neden oluyor.

Şimdi bu küresel iklim değişikliği konusunda biliyorsunuz dünya da tedbirler aldı, biz de geçen dönem burada Kyoto Protokolü'nü imzaladık. Onu da bütün siyasi parti grupları da alkışladı, iyi bir şey ama bu protokolün süresi doluyor sevgili arkadaşlar, 2012'de bu protokolün süresi doluyor ve bugüne kadar Hükûmet altına imza attığı bu konuda hiçbir yükümlülüğünü yerine getiremedi. Geçenlerde Güney Afrika'nın Durban kentinde Birleşmiş Milletler İkilim Değişikliği Çerçeve Toplantısı yapıldı ve bu çerçeve toplantısında dört tane sonuç belgesi çıktı yani ortaklaşılamadı. Bu anlamda çok ciddi sorunlar var ve Türkiye bu konuda hâlâ Türkiye kamuoyunu ikna edecek çok ciddi adımlar atabilmiş değil.

Sayın Milletvekilleri, bilim ve fen bakımından "nitelik kaybetmiş orman" olarak nitelendirilen oysa bizzat insan eliyle ormanların tahrip edilmesi şeklinde ortaya çıkan 2/B arazileri, 1961 Anayasası ile hayatımıza girmiştir. 1983-2010 yılları arasında 384 bin hektar orman alanı kaybedilmiştir. Ormanlara ilişkin sorunları çözmek amacıyla düşünülen 2/B, hem ormanlarımızın tahrip olmasına neden olan bir kansere hem de kırk bir yıldır çözülmeyen bir sorun yumağına dönüşmüştür.

Şimdi, biraz önce küresel iklim değişikliğinden bahsettik. Bu konu da ciddi bir sorun. Yani bu kadar ciddi kuraklık, iklim değişikliği varken ve buraya TBMM'ye sunulmuş Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından sunulan İklim Değişikliği ve Kuraklık Analizi var. Burada iki tespit var, arkadaşlar bakabilir. Bir tanesi Türkiye'deki ısınmanın temel nedeninin hızlı şehircilik olduğuna yönelik. İkincisi de alınması gereken önlemler konusunda -sonuna doğru- "Ağaçlandırmaya büyük önem verilmelidir. Hızlı yetişen, yangına ve susuzluğa dayanıklı, çok uzun süreli yeşil kalabilen ağaçlarla boş alanlar ağaçlandırılmalıdır." diye bir öneride bulunmuş. Ama biz ne yapıyoruz? 2/B uygulamasıyla zaten var olan ormanları da kentsel dönüşüm alanlarına dönüştürmek için ormanları şey yapıyoruz. Yani bu, aslında, geleceğimizin, çocuklarımızın, halkımızın nefesini kesmekten başka bir şey değildir. Dolayısıyla, bu 2/B uygulamasından bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor. Ama ne yazık ki AKP Hükûmeti bunu önüne temel bir proje olarak koymuştur.

2/B konusu geçmişte defalarca Anayasa Mahkemesinden dönmüştür ve en son 2003 yılında yapılan iki anayasa değişikliği girişimi, onuncu Cumhurbaşkanı tarafından bir daha görüşülmek üzere TBMM'ye geri gönderilmiştir.

Çevre örgütleri, 2003 yılından beri 2/B arazileri adı altında ormanların satılmasının önüne geçmek için mücadele etmektedir. Oysa AKP Hükûmetinin bu son 2/B'yle ilgili çıkarmış olduğu kanunla birlikte ormanların talan edilmesi, inşaat sektörüne yeni arazilerin kazandırılması, dolayısıyla ormanlarımızla birlikte aslında Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğinin yok edilmesinin de önü açılmış olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Şehircilik ve Çevre Bakanlığının programı incelendiğinde öne çıkan politikaların yapılaşma olduğu görülmektedir. Bunu gösteren en önemli gösterge ise Van depremi sırasında ve sonrasında izlenen politikalar olmuştur. Eski TOKİ Başkanı Sayın Bayraktar Van'a gittiğinde "Yeni ve modern bir Van kuracağız." diyerek yeni yapılaşma ve inşaatların peşinde olduğunu açıkça dile getirmiştir. Depremin yol açtığı insani ve çevresel yıkımları onarmayı tamamlamadan ilan edilen kentsel dönüşüm projeleri, TOKİ aracılığı ile Van ve diğer birçok kent için inşaat sektörünü harekete geçiren bir gerekçe olmuştur.

Bugün Batı metropollerinde iflas etmiş bir sosyal konut politikasının ürünü olan toplu konut projeleri, TOKİ tarafından Türkiye'ye yeni icat edilmiş bir proje olarak sunulmaktadır. Oysa bu konutlar, özellikle insan yaşamı için gerekli olan sosyal bir çevreyi sağlamada başarısız olmuştur. Kentsel dönüşüm adı altında yapılan bu şeyler, toplum içerisinde aslında ayrıştırıcı, ötekileştirici bir projedir de aynı zamanda. Çünkü insanların yaşamına göre, sınıflarına göre bir kentleşme yaklaşımı içerisindedir. Dolayısıyla, kentsel dönüşüm projesi insani değil, gayriinsani bir projedir ve aslında bu projeden vazgeçmek insanlık açısından önemli bir kazanım olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin diğer bir kanayan yarası, Türkiye'nin her yerinde yapılan -biraz önce söylediğim- HES'ler. HES'lerle Türkiye'nin elektrik ihtiyacının karşılanacağı söyleniyor. Oysa mevcut kullanılan doğal gaz ve elektrik enerjisinin taşındığı boru ve kablolardaki yüzde 20'leri bulan enerji kaybı giderilirse -2.700 HES projesinden elde edilecek enerjiyle- bu ortadan kaldırılacaktır. Dolayısıyla, doğamız tahrip edilmeden, ekolojik denge bozulmadan da biz enerji elde edebiliriz.

Bu tabii, özel bir politika, mesele sadece enerji elde etmek değil, mesele gerçekten yeni rant alanları açmak. Bu konuda biliyorsunuz çok çeşitli mücadeleler var ve bu mücadeleler yerelde kazanılmış durumda. Rize Hara köyünde, Sinop Gerze'de, Trabzon Solaklı Vadisi'nde, Erzurum Tortum'da halkımız direnmektedir. Biraz önce söylediğim gibi, sadece ekolojik dengeyi bozmaya değil, zorunlu göçe hayır demek için burada direniyor. Biz buradan Hükûmete öneriyoruz, "Bir an önce bu HES politikalarından vazgeçin ve insanların doğal ekolojik yaşam alanlarından sürgün edilmesine karşı durun." diyoruz.

Sayın milletvekilleri, yine bu konuda diğer bir konu güvenlik barajları. Aslında bir yanda Karadeniz'de derelerimizi tahrip ederken, gasp ederken Kürtlerin yoğun yaşadığı bölge, Şırnak-Hakkâri arasına da on bir tane güvenlik barajı yapılacaktır. Bunun da doğayı ne kadar tahrip ettiğini, aslında meselenin güvenlik barajlarıyla çözülmeyeceğini, hep söylediğimiz gibi Kürt sorunu konusunda daha ciddi, gerçekten barışçıl, demokratik bir adımın atılmasını, dolayısıyla nefesimizi daraltacak, yaşanacak alan bırakmayacak bir projeye izin verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Sonuçta bu coğrafya hepimizin, yani Şırnak'ta güvenlik barajı yapıyorsanız, oranın ekolojisini tahrip ediyorsanız Ankara'dakiler bundan etkilenmiyor değil, birebir etkileniyor, bunun görülmesi gerekiyor.

Sayın milletvekilleri, zamanımız azaldı, bu konuda bir şey daha ifade etmek istiyorum: Tabii, Türkiye yeni bir anayasa tartışmasında. Anayasa yapılır mı, yapılmaz mı yoksa AKP kendi istediği bir anayasayı mı yapar? Umarım halklarımızın istediği bir anayasa olur ama bu anayasa yapım sürecinde özellikle "Ekolojik Anayasa Girişimi." diye bir girişim var ve bu girişimin anayasanın aynı zamanda ekolojik olarak ele alınması, doğanın bir hak öznesi olarak ele alınması gerektiği üzerinde ciddi önerileri var. Bu önerilerin, bu Parlamentoda da dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Yani biz insanlar olarak doğanın hâkimi değiliz, doğa olmadığında aslında biz bir hiçiz. O zaman doğayı gerçekten yaşanabilir bir noktada, nefes alabileceğimiz bir noktada korumak durumundayız. Eğer onu koruyamazsak yarın yaşayacak bir coğrafyamız olmazsa istediğiniz kadar kanun istediğiniz kadar yasa çıkartın istediğiniz kadar HES projesi yapın hiçbir anlamı olmayacaktır. Bizim nefes alacak bir doğaya ihtiyacımız var. Dolayısıyla, anayasada doğanın bir hak öznesi olarak tanımlanması önemlidir. Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak da bunu önemsiyoruz.

Hepinize selamlar. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Tuncel.