| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 16.12.2011 |
CHP GRUBU ADINA SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın 7'nci maddesi üzerine CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İnsan Hakları Haftası dolayısıyla, insan, haklarıyla insandır diyorum.
Değerli milletvekilleri, dokuz günden bu yana bütçe görüşmelerini yapıyoruz. Görüşülen bütçeler iktidar partisi oylarıyla kabul ediliyor.
Bütçe kaynaklarının büyük bölümü vergilerden karşılanıyor. Dolayısıyla da bedeli emekçi halk kitleleri ödüyor, ödeyecek; kaymağı da işbirlikçi, tekelci sermaye yiyecek. Artık, bütçenin kimlerin sırtına yüklendiğini tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.
24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları'yla finans kapital, bugün üretimin yoğunlaşmasıyla finans oligarşisi zirvesine ulaşmıştır. Dokuz yıllık AKP döneminde 9 olan dolar milyarderi sayısı 39'a yükselmiş, bunun karşısında geniş emekçi halk kitleleri daha da yoksullaşarak bunun bedelini ödemiştir.
Zenginin daha zengin olduğu, yoksulun daha da yoksullaştığı bir süreçten geçiyoruz. Dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi olarak övündüğümüz ülkemizde yurttaşlarının yaşam standardı ve seviyesi açısından dünyada 77'nci olduğumuzu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu da gösteriyor ki, biz, zengin bir ülkenin yoksul halkıyız. 1950 ile 2002 yılları arasında elli iki yıllık dönemde yapılan iç borç toplamı dokuz yılda katlanarak büyümüş, cari açığımız zirve yapmış, dış ticaret açığımız aleyhimize gelişmiştir. Düşük kur -yüksek faiz politikasıyla, maalesef dünyada en fazla faiz ödeyen ülke durumuna gelmişiz. Ekonomimiz sıcak paraya teslim edilmiş, üretimden vazgeçilmiş ve tüketim toplumu yaratılmıştır.
Değerli milletvekilleri, iş güvencesi kalmamış, sendikal haklar tırpanlanmış, 1980 öncesi 2,5 milyon olan sendikalı işçi sayısı 600 binlere düşmüştür. İşsizlik korkusu insanları güvencesiz çalışma koşullarına boyun eğmeye, düşük ücretlerle çalışmaya ve şükretmeye mahkûm kılmıştır. 21'inci yüzyılda Spartacus dönemleri yaşamaktayız.
Değerli milletvekilleri, tarımda geriledik. Üreticinin ürünü para etmiyor. Köyden kente göç hızlandı. Yabancı sermaye yoğurtları en yüksek köylerimize ulaştı. Köyde oturanlarımız maydanozu bile semt pazarlarından, marketlerden almak durumundalar. Canlı hayvan ve kurbanlıkları yurt dışından aldığımız gerçeği ortadadır.
Yüzde 50 oy ile iktidara gelen Hükûmet mutlu görünmüyor çünkü terör, Kürt sorunu, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk sorunlarını çözecek politikaları üretemiyor. Bütün bu sorunları unutturmak için dış politikaya sığınıyor. Hâlbuki bu sorunlar çözülmeden diğerlerinin hallolmasını beklemek ne kadar sağlıklı olacaktır?
Cumhuriyetimiz kurulduğundan bu yana ülkemiz, "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir." diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh." şiarıyla, başta komşuları olmak üzere, tüm dünya ülkeleriyle karşılıklı egemenlik haklarına saygı göstererek ve karşılıklı çıkar ilişkileri içinde, barış içinde bir arada yaşamayı bir yöntem olarak kullanmıştır. 28 Şubat sürecinden sonra, kendi güçleriyle hedefledikleri cumhuriyete kavuşamayacaklarını anlayanlar, inanç kimliklerini siyasetle özdeşleştirip emperyalist nitelik taşıyanlar, küresel güçlerle birlikte olma zorunluluğunu değişim olarak kabul ettiler.
Evet, daha önce millî görüş görüşündeydiler. Bu görüşün özelliklerinden bir tanesi de antiemperyalist nitelik taşımaktı. Örnekler verirsek, Sayın Başbakanımızın "Başkanlık sistemi Amerikan emperyalizminin bir oyunudur." demesi, Sayın Cumhurbaşkanımız Gül'ün "Avrupa Birliği bir Hristiyan kulübüdür. Bizi ancak sarayın kulübesine alırlar." demesi, bu antiemperyalist özellikleri göstermektedir. Gerçekten de günümüzde, karşı devrimler ve devrimlerin uluslararası destek olmadan başarıya ulaşması mümkün değildir. Örnekler günceldir; Mısır'dır, Tunus'tur, Libya'dır.
Övgüyle anlattıkları değişimle değiştiler. Değişimi bir vizyon ve perspektif olarak anladılar. Anlamadıkları ise, hedefe varmak üzere küresel sermayeye teslim oldular. İşte, küresel güçlerin desteğiyle iktidarda olmanın faturasını da ödemek zorunda kaldılar. Bugün, bu yüzden korunmaktalar. Bir anlamda AKP ile küresel güçlerin ortak paydada bir araya gelmeleri neticesinde ülkemizin yer altı ve yer üstü kaynakları ile insan emeği sorumsuzca talan ettirilmektedir. Bugün, emperyalizmden, küresel güçlerden bağımsız hareket etme şansları zaten kalmamıştır. Hâlbuki ulusal Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmi yenen, bağımsız cumhuriyeti kuran ve mazlum milletlere örnek olan ülkemiz bugün küresel güçlerin baskısı altında karşı devrim ihraç eder duruma gelmiştir. Kapitalist, emperyalist sistem, kendi bunalımlarını çözmek için güçsüz ülkelere müdahale hakkını kendinde görmektedir, enerji kaynaklarını ele geçirmek için karşıki devrimci güçleri desteklemekte ve kendi silah sanayisini güçlendirmektedir; Arap baharı projesi hedefi de budur. "NATO'nun Libya'da ne işi var?" diyenlerin birkaç gün sonra müdahalede en önde olması, ayni ve nakdî destekte bulunmaları düşündürücüdür. Günümüzde demokrasi, barış, özgürlükler ve insan hakları gibi insanlığın vazgeçilmez değerlerini kullanarak ve bu bahanelerle karşı devrim ihraç edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, şimdi sırada Suriye var, sonra İran, daha sonra sıra bize mi gelecek? Emperyalizm ile dost olunmaz. Dün komünizm tehlikesine karşı önemli bir dost olan Türkiye, Sovyetler dağıldıktan sonra önemsiz hâle gelmiştir. Artık, ABD emperyalizmi tarafından parçalanma senaryoları İtalya'da NATO toplantılarında ABD subaylarının gösterdiği parçalanmış Türkiye haritalarıyla tartışmaya açılmıştır. Bugün el, adama sormaz mı: "Sizde demokrasi var mı da bize demokrasi öneriyorsunuz?" 17'nci yüzyıl düşünürü Voltaire diyor ki: "Düşüncenizi tasvip etmiyorum ama düşüncenizi özgürce söylemeniz için mücadele ederim." İşte demokrasi budur, işte burjuva demokrasisi budur. Halktan aldığı yüzde 50 oyu "Ben istediğimi yaparım." diye kullananın demokrasi ile uzaktan yakından alakası olamaz. Dokuz yıldır iktidardasınız, soruyorum: Muhalefetin, Allah için, söylediği doğru hiçbir şey mi yoktu? İktidarın görevi, bu ülkede düşünme özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün değerini, o grupların yüzde 1 oyu olsa bile ifadesini ve örgütlenme özgürlüklerini güvence altına almasıdır. Demokrasi, kaybetmeyi ya da kazanmayı hazmedebilme kültürüdür. Feodal bir anlayıştan demokrat üretmek zordur. Yargının gücünü muhalifleri terbiye etmek için kullanmamalıyız. Özel yetkili mahkeme ve savcılara güvenmemeliyiz. Yüksek yargının, Başbakanın tercihlerine karar ve hukuki gerekçe üretmesine ortam hazırlamamalıyız.
Sayın milletvekilleri, yüce Mecliste kürsüdeki milletvekillerine kaba güç gösteren, milletvekillerine küfreden anlayış demokrat olabilir mi? Meclis açıkken kanun hükmünde kararnamelerle milletvekillerini, Meclisi yok saymak demokratik bir anlayış olabilir mi? Kendini eleştirenlere yaşama hakkı tanımayan, ilericileri, aydınları, gazetecileri, yazarları çizerleri ve özellikle halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerini zindanlarda çürüten anlayış demokrat olabilir mi? Siyasallaşan yargının, dinlenen insanların, korku toplumunun demokrasi anlayışı ile alakası olabilir mi?
Bugün ülkemiz, emperyalizme, küreselleşmeye organik olarak bağlı finans kapitalin en gerici, en bağnaz diktatörlüğüyle karşı karşıyadır. Bütçe, iş birlikçi sermayenin geleceği için yapılmaktadır. Her zamanki gibi bedelini de geniş emekçi halk kitleleri ödeyecektir. Bu anlamda bu bütçeye "hayır" diyoruz.
Ben otuz beş yıllık eczane eczacısıyım. Mesleğim süresi içinde, 1977-1980 ve 2007-2011 arasındaki dönemlerinde eczacılık mesleği en zor günlerini yaşamaktadır.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karaahmetoğlu.