GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:39
Tarih:16.12.2011

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9'uncu madde üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, bütçe görüşmelerinin sonuna yaklaşıktık, aslında bu bütçe görüşmeleri sırasında dünyanın yaşadığı ekonomik krizin Türkiye'yi ne kadar etkileyeceği, önümüzdeki dönem bu ekonomik krizden nasıl etkileneceğimiz konuları burada daha güçlü tartışılabilirdi ama İktidar, Türkiye halklarını bu konuda bilgilendirmek, önümüzdeki ekonomik krizin riskleri, olanakları nedir, bunu paylaşmak yerine, daha çok Türkiye'nin 16'ncı büyük ekonomi olmasıyla övündü. Dolayısıyla çoğu zaman bu başarı, bazen toplumun yaşadığı sorunları örtmek açısından ciddi bir sorun oluyor yani aslında başarıyı söyleyip başarısızlıkların üzerini örtmek AKP İktidarının genel bir yaklaşımı ama ben buradan birkaç şey ifade etmek istiyorum bu krize ilişkin.

Kriz, anlaşılan o ki önümüzdeki dönem Türkiye'yi etkileyecek. Şimdiden bu krizin durağanlığa girdiği belli. Akademisyenler, sosyal bilimciler yani yine ekonomistlerin çoğu bunu açıklıyor çünkü Türkiye, sıcak parayla büyüyen bir ekonomi ve bu sıcak para çekildiğinde aslında çok ciddi anlamda sorunlar yaşacağız.

Diğer bir konu: Bu ekonomik durum büyüdükçe aslında bizim yoksullarımız çok daha fazla yoksullaşıyor çünkü zengin olan, 16'ncı ekonomik büyümeyi ifade eden kesim ne yazık ki çok düşük bir kesim.

Bakın, geçen dönem bu kürsüde dedik ki: Bu ülkede en yoksulla en zengin arasındaki fark 8,5 kat, Avrupa'da bu 2,5 kat ortalama. Şimdi geliyoruz, bu kat 14'e çıktı yani 14 kat en yoksulla en zengin arasında... Demek ki bu ülkede zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor. Bu, eşitsizlikleri büyüten bir durum ve bu çok ciddi bir sorun. İşte Orta Doğu'daki gelişmelere baktığınızda nereden çıktı isyan? Tam da bu eşitsizliklerden çıktı, adaletsizlikten çıktı. Zengin daha çok zengin oldukça yoksul buna itiraz etmeye başladı. Bunu buradan bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Yine, kadınlar, en yoksul, bu yoksulluktan en çok etkilenenler oluyor. Tabii burada hâlâ kadın-erkek eşitliği konusunda ciddi bir zihniyet sorunu var. Biraz önce CHP'den Sayın Milletvekili, hani kadınlara atıfta bulunarak -çok teşekkür ediyoruz- değer atfettiler ama "Onların da bizim gibi insan olduğunu unutmamak lazım." dediler yani lütfettiler. Bu, ciddi anlamda bir sorun ve bir dil. Yani aslında bu kürsüde her gün erkek egemenliği kendisini yeniden yeniden üretiyor. Bunları değiştirmediğimiz sürece ne eşitlik politikalarında ne demokrasi politikasında ne de ekonomik anlamda ciddi yol alabiliriz.

Sevgili arkadaşlar, bakın, yanı başımızda Yunanistan. Yunanistan'ın değerleriyle, krize girmeden önceki değerleriyle, büyümesiyle Türkiye'nin değerleri neredeyse aynı. Bu ne demek? Türkiye tedbirini almazsa ciddi anlamda bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacak demek. Dolayısıyla biz burada Hükûmeti uyarıyoruz. Muhalefetin görevi hükûmeti uyarmak. Sayın bakanlar eğer bu uyarılarımızı dikkate alır ve Türkiye ekonomisi konusunda tedbirler alırlarsa iyi olur.

Diğer bir konu, bu ülkede emekçiler, yoksullar, kadınlar mutlu değil, gençler mutlu değil. Bakın, 21'inde? Bu sağlık konusunda o kadar çok övünüyor ki AKP, şu kadar adım attık, bu kadar adım attık, ilaçlar şöyle olacak falan diye ama 21'inde sağlık emekçileri ve eğitim emekçileri alanlara çıkıyor. Madem bu kadar iyi bir noktadayız niye sağlık emekçileri protesto ediyor? Onlar diyor ki: "'Her işin başı sağlık.' diye başlıyoruz, bunu herkes kullanıyor." "Her işin başı sağlık." denen sektörde ciddi anlamda bir hukuksuzluk var, adaletsizlik var. Dolayısıyla, umuyoruz ki AKP Hükûmeti buradan değil, gidip o sağlık emekçilerinin yanında? Biz orada olacağız, kendilerini de davet ediyoruz; Sayın Bakanı da, sayın milletvekillerini de. Gelip, sağlık emekçileriyle birlikte o sokakta olsunlar ki ne demek istiyorlar, eğitim emekçileri ne demek istiyor, belki böylece daha iyi anlaşılır.

Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz bu hafta İnsan Hakları Haftası, 10'unda başlayan, 17 Aralığa kadar devam eden İnsan Hakları Haftası. Biraz önce bu kürsüde bir tartışma yürütüldü. İktidardaki arkadaşlarımız dediler ki: "Bu ülkede artık demokrasi, ileri demokrasi var. İşkence yok. Her şey yerli yerinde. İşte biz, aslında 12 Eylülde yaşananları, işte 90'lı yıllarda yaşanan faili meçhulleri falan hepsini çözdük, şimdi konuşabiliyoruz." diye. Evet, konuşabiliyoruz ama konuşabilmek için 17 bin tane faili meçhul cinayet oldu bu ülkede, konuşabilmek için neredeyse 50 bin insan yaşamını yitirdi; konuşabilmek için binlerce insan, insan hakları savunucuları gözaltına alındı, tutuklandı ve bu hâlâ devam ediyor. Eğer "İşkenceye sıfır tolerans." diyorsanız, demek ki İzmir'de, karakolda kadına yönelik, kadına uygulanan şeyi görmemişiz demektir ya da biz cezaevlerine gidiyoruz, biliyorsunuz -bu TMK mağduru- en çok Kürtler şu an TMK mağduru. Diyeceksiniz ki: "Bunu biz çıkarmadık." Doğru, 1991'de çıktı, siz 2006'da düzenlediniz, öyle düzenlediniz ki artık Terörle Mücadele Kanunu, toplumla mücadele kanunu hâline dönüştü. O yüzden, her gün "KCK" adı altında, "devrimci karargâh" adı altında bilmem ne adı altında operasyonlar oluyor, Türkiye'nin muhalifleri susturulmaya çalışılıyor, tek tip bir devlet anlayışı yaratılmaya çalışılıyor.

Şimdi, biliyorsunuz, son dönemlerde avukatlar gözaltına alındı İmralı'ya gittikleri için, Sayın Öcalan'la görüşme yaptıkları için gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Bir defa burada bir savunma hakkının ihlali meselesini bir kenara bırakıyorum. Sayın Grup Başkan Vekilimize bir örnek olması açısından, cezaevlerinde? Çünkü, devletin iktidarını en iyi gösterdiği iki yer var arkadaşlar: Bir, akıl hastaneleridir; iki, cezaevleridir. Burada kendi iktidarını nasıl gösterdiğini hapishanelerde biz çok iyi görüyoruz.

Geçenlerde avukatları ziyarete gittik, Ragıp Zarakolu'nu da beraberinde ziyarete gittim, dediler ki: "Biz tutuklandık, hukuksuzluk, şu bu, bunu bir kenara bırakıyoruz. Metris Cezaevinde tutulduk -burayı iktidar partisi milletvekillerinin çok dikkatli dinlemesini istiyorum- sonra Metris'ten Kandıra F Tipi Cezaevine getirilirken çırılçıplak soyulduk." X-ray cihazlarından geçirirken ancak ya soyunacaksınız buraya gireceksiniz? Bir cezaevinden, yani güvenlik kuvvetlerinin denetiminde olan, Adalet Bakanlığının denetiminde olan bir yerden başka bir yere götürülüyor. Buna itiraz eden avukatlar darp edilmişler ve haklarında da cezaevi yönetimine, işte oradaki gardiyanlara muhalefet etmekten disiplin cezası verilmiş. Bu sadece avukatlara uygulanmıyor, öğrendik ki bütün cezaevine giren tutuklular bu muameleyle karşı karşıya kalıyor, muhtemelen adli tutuklular da benzer bir şeyle?

Buradan Sayın Adalet Bakanına soruyoruz: Sayın Adalet Bakanımız, hani işkenceye sıfır toleranstı, hani insan hakları ve özgürlüklerdi? Sizin denetiminizin olduğu yerde bile siz insan onurunu rencide edecek uygulamalara imza atıyorsunuz.

Biz buradan öneriyoruz: Adalet Bakanlığı, siyasi parti gruplarından da milletvekilleriyle -İnsan Hakları Komisyonumuz var, illa buradan seçmek durumunda değil- cezaevlerini bir ziyaret etsin. Sohbet hakkı uygulanmıyor.

Bakın, 19 Aralık, daha önümüzdeki günlerde 19 Aralığın ayıbını Türkiye ortadan kaldıramadı. Şimdi ortaya çıkıyor bu 19 Aralıkta Bayrampaşa Cezaevinde nasıl bir katliam yapıldığı, nasıl sahte tutanaklar tutulduğu. İşte,  yeniden bir yıl dönümüne geldiğimiz dönemde benzer uygulamaların cezaevlerinde olduğunu görüyoruz yani. On saatlik...

Onun için ne dediler? "Boşaltıyoruz; daha iyi koşullarda, F tipi odalarda, lüks yerlerde size yaşam olanağı tanıyoruz." dediler. Öyle anlattılar ki herkes, Türkiye kamuoyu, gerçekten F tipi cezaevlerinin çok iyi bir yer olduğunu söyledi ama şimdi, onun için o kadar ölüm oruçlarında yaşamını yitirenler, sakat kalanlar, onun için o kadar işkence gören tutukluların yaptıkları, öldükleriyle, gördükleri işkenceyle sakatlıkları yanlarında kaldı, kâr kaldı onlara. Devlet bu konuda hiçbir adım atmadı.

Bakın, Kandıra'da, örnek veriyorum, üç ayda sadece yedi buçuk saatte uygulanıyor. Yerimiz yok, görüşme saatleri var, cezaevleri çok dolu gerekçesiyle bunlar yapılıyor.

Diğer bir hak ihlali, tutukluların yakınlarına da benzer uygulamalar yapılıyor, onlar da soyunduruluyor, x-ray cihazlarından geçerken ötüyorlarsa tacizde bulunuyor resmen. Birçok insan çocuklarını görmeye gitmek istemiyor sayın milletvekilleri.

Şimdi 90'lı yıllardan ne fark var? Şimdi bunu düzeltecek miyiz, düzeltmeyecek miyiz? Hani ileri demokrasi? Şimdi bu konuda ciddi sorunlar var. Görüşme sırasında, bilmiyorum cezaevlerine gitmişsinizdir, şöyle bir masa var. Masanın bir tarafında tutuklu ya da hükümlü, diğer tarafında da ailesi. Başında da polisler, gardiyanlar bekliyor. Beğenmediğinde düdük çalıyor. 12 Eylülden ne farkı var? Birbirine dokunamıyor insanlar, tutuklular birbirine dokunamıyor, sarılamıyor.

Yani, şimdi, mesela Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi. Şimdi, Sayın Bakan, hani ileri demokrasi? Bu sorunları nasıl çözeceğiz biz? Defalarca ifade ettik.

Hasta tutuklulara değinmiyorum bile. Yani hasta tutuklular cezaevi koşullarında nasıl kalıyor belli değil.

Bakın, bir örnek, Ankara F tipi Cezaevinde, yanı başımızda, üç kişilik odalar var, odalar aynı koğuşta. Bir tutuklu genç, üniversite öğrencisi, aynı zamanda bizim gençlik çalışmalarımızdaydı, "KCK" adı altında tutuklandı. Mektup yazmış, diyor ki: "Bir odadan bir odaya geçtiğimiz diye, niye izin vermediniz gerekçesiyle işkence görüp sen aynı, kendi yatağında yatacaksın diye?" Yani odalar içerisinde bile serbest gezinim hakkı yok. Şimdi, buradan soruyoruz: Hani insan hakları? Hani işkenceye sıfır tolerans?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tuncel.