GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: KONYA MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART VE 32 MİLLETVEKİLİNİN, DENİZ FENERİ DERNEĞİYLE İLGİLİ SORUŞTURMA SÜRECİNE MÜDAHİL OLARAK GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANDIĞI İDDİASIYLA BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:87
Tarih:31.03.2012

BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben konuşmama sizlere bir hikâye anlatarak başlamak istiyorum. Meşhur bir hikâyedir, hepinizin bildiği bir hikâye ama  yeri geldi -et tekraru ahsen velev kane yüz seksen- bir sefer daha anlatayım: Memleketin birinde ağanın birisi, fazla böyle işle güçle de uğraşmayı sevmeyen bir ağa. Zaten ağaların büyük bir kısmı işle güçle çok fazla uğraşmaz. 100 tane koyununu, keçisini, çağırmış bir çobana vermiş. Fakat çoban da memleketin en bitirim, en uyanık -fazla da tasvir etmeyeyim belki üzerinize alınırsınız- tiplerinden biri. Bir sene geçmiş, iki sene geçmiş haber yok. Ağa demiş ki: "Hele bu çobanı bir çağırın bakalım, ne oldu, ne bitti, ne yaptı? Ne kadar yağ, ne kadar yapağı, ne kadar yün, ne kadar yoğurt, peynir alındı satıldı, kuzu yavruladı?" Neyse bulmuşlar, buluşturmuşlar. Tabii, bu arada da bir sürü kötü kokular geliyor kulağına ağanın. Diyorlar ki: "Bu, böyle bildiğin gibi değil." Geliyor, ağa da bir ağacın dibine uzanmış böyle gölgelikte, uzaktan yavaş yavaş bir bakıyor ki işte çoban gözüktü, biraz daha yaklaşıyor, bakıyor yanında bir topal keçi, elinde de bir kâse. Tabii, kâsenin içinde ne olduğunu da göremiyor ama sonradan anlaşılıyor ki o da bir kâse yoğurt. Öfkelenmeye başlıyor, anormal bir durum var. Soruyor: "Ne oldu, ne yaptın, ne ettin bu bir iki senidir?" "Ağam, ne sen sor ne ben söyleyeyim. Bu bana verdiğin 100 tane koyunun, keçinin 20'sini kurt kaptı, 7'si birbirine boynuz attı, 12'si şaşırıp kaçtı, 60'ı kendini bayırdan, uçurumdan aşağı attı, aha işte bu gördüğün topal keçi kaldı. Sabahleyin de bunun sütünü sağdım, akşama kadar zayi olmasın diye bir kâse yoğurt yaptım, aha işte bu yoğurdu da sana getirdim." diyor. Çıldırıyor, tuttuğu gibi yoğurdu vuruyor çobanın suratına. Çoban da şöyle bir yüzünü temizliyor, diyor ki: "Allah'a çok şükür, bu hesaptan da yüzümün akıyla çıktım." (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Aynen öyle!

ALTAN TAN (Devamla) - Şimdi, sevgili arkadaşlar, ben uzun uzadıya şeyi anlatmayacağım, Deniz Fenerinde ne oldu, burada ne oldu, dosyada ne var, mahkeme ne dedi, hâkimleri kim aldı, niye aldı, nasıl oldu, nereye gitti; bunların hepsi konuşuldu. Eğer bu konuşulanlar vicdanlarda bir sızı meydana getirmiyorsa, bir muhasebe doğurmuyorsa bunları konuşmanın bir faydası yok.

Şimdi, işte yarım saat, bir saat sonra tekrar "Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmemiştir." deyip çekip gideceğiz. Ben, o mevzuların hiçbirisine girmiyorum yani bu teferruat kısmı diye adlandırdığım adli kısmına, olayın kendisine kızmıyorum.

Yine bir hikâye daha anlatayım. Bir şeye üzülüyorum, sıradan bir yolsuzluk olsaydı söz de almayacaktım çünkü bu işler bu memlekette yeni değil yani neredeyse bu memleket var olalı beri var.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Antep'te baklava çalan on yıl cezaevinde?

ALTAN TAN (Devamla) - Efendim, İSKİ döneminde de var, daha başka zamanlarda da var yani bunlara alışkınız şimdi. Hani diyor ya "Tencere dibin kara, benimki senden kara." böyle. Fakat?

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) - Ne oldu?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - İSKİ'nin hesabı verildi, verildi.

ALTAN TAN (Devamla) - Arkadaşlar, vicdanlarınıza sesleniyorum, olan vicdanlara: Tekrar ediyorum, sıradan bir yolsuzluk olsaydı, sıradan bir dolandırıcılık olsaydı söz almayacaktım çünkü tekrar ediyorum, bu memleket böyle davaları çok gördü. Ziya Paşa yüz otuz sene evvel yazdı, dedi ki:  "Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz/Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir." Bu memlekette büyük yolsuzluk sahipleri her zaman itibar görür yani yeni bir olay değil bu, padişahlar zamanından beri böyle. Peki, niye üzüldüm bu kadar, onu söyleyeyim.  Yine bir hikâye anlatayım bununla alakalı.

Arabistan çölünde en meşhur Arap aşiret reislerinden birisi o bölgenin en muhteşem atının üzerinde, çölde tek başına aslan avına çıkmış; işte, eski kahramanlardan birisi, en büyük meziyetlerinden birisi. Bir bakıyor ki böyle çölün ortasında bir yerde birisi can çekişmekte; iniyor, bir damla su yok. Hemen matarasını çıkarıyor, ağzına birkaç damla su damlatıp kendine getirmeye falan çalışırken, o an adam canlanıyor, ayaklanıyor bu büyük aşiret reisinin en meşhur atına biniyor ve dörtnala sürüp kaçıyor. Feryat figan, bağırıyor, çağırıyor, feryat ediyor, oturuyor hüngür hüngür ağlıyor. Arkadan aşiretin öbür fertleri geliyor, diyorlar ki: "Niye bu kadar ağlıyorsun yani sen bu kadar şan şöhret sahibi bir adamsın. Bir atın gitti, ne olacak yani bir attan? Yani neticede ne kadar meşhur olursa olsun bir at, sende de bundan onlarca var." Diyor ki: "Bu dolandırıcılık eğer şüyu bulursa, yayılırsa Allah'a yemin ederim ki kıyamete kadar insanlar çölde susuzluktan ölse kimse bir damla su vermez artık."

Sevgili arkadaşlar, Deniz Feneri böyle bir dava. Bu millet en samimi, hasbi, kalbî iyi niyetiyle elinden geldiği kadar? İşte, biraz evvel Sayın Arınç dedi ki: "Benim eşim kumaşları dikti, arkadaşlarıyla dağıttı." Bu bir hasbiyetin ifadesidir, sembolik de olsa ve milyon dolarlar, milyon marklar, milyon eurolar, avrolar toplandı. Şimdi, eğer burada bir koku geliyorsa "Ben demedim, o demedi, o yoktu, filan evrak sahteydi, feşmekân bilmem neydi." Ayıptır. Hiçbir şey yoksa, bunu temizlemek için madem bu kadar eminseniz, buyurun, bu Meclis bir komisyon kursun, bir araştırma yapsın, doğru düzgün insanların da, toplumun da içi rahat etsin. Eğer bu insanların gerçekten suçu yoksa onlar da aklansın. Ama bundan sonra, sevgili arkadaşlar, bakın, dikkat edin, bu yardım yapan kuruluşların yardım alma oranları neredeyse 5 misli, 6 misli düştü, yani insanlarda, tıpkı o çöldeki Arap aşiret reisi gibi güven sarsılması oldu. Bunu tamir edemezsiniz yani en büyük günah bu. Yoksa ne kadar vardır, ne vardır, ben de şu an bütün dosyaları bilmiyorum -bir sürü rakam, bir sürü evrak, bir sürü iddia, bir sürü belge- ancak bildiğim birkaç şey var, şimdi de onları anlatmak istiyorum size.

Ben kırk bir yıldır, şu anda da dâhil, Türkiye'de bütün İslami grup ve cemaatlerin bir şekilde içindeyim. Sevgili arkadaşlar, hayatı boyunca bir kuruş ticaret yapmayan Sayın Erbakan, servetiyle ilgili ağzımızı açtığımızda -ki buradaki arkadaşların büyük bir kısmı yıllarca beraber politika yaptılar- kıyametler kopuyordu, "Fitne yapıyorsunuz, fesat çıkarıyorsunuz, camiayı bölüyorsunuz." Bakın, ne oldu -bugünkü gazetelerde okudunuz- ne hâle geldi camia.

İhlas Finans olayını yaşadık, YİPMAŞ olayını yaşadık. Yani Anavatan döneminden itibaren, Refah döneminde de, şu an Mecliste görev yapan arkadaşlar da dâhil, onlarcası, bakanlık yapanların da bir kısmı dâhil, bu firmaların açılışlarına katıldılar, kamuoyunda destek verdiler, yanlarında durdular. O adamlar o gün de yanlış yapıyorlardı. Benim, şahsen, bütün bu saydığım şahısların servetleri ve davranışlarıyla ilgili yazılarım var, hepsi o tarihte, en güçlü oldukları zamanlarda. Ama düştükten sonra dediler ki? İsmini vermeyeceğim "Ağabeyinize dua edin." diye toplantılar düzenleyen bir zat, bilmem hangi artiste -onların adını vermeyeyim, kayda da geçmesin, yazık yani Meclise ayıp- yok, işte helikopterle baklava götürdü ona, yok öbürüne cip aldı, bilmem ne aldı. Bu dinî, bu samimi, bu halis fikirlerle ve duygularla toplanılan paraların başına neler geldi? Konya'da yine bu konuyla ilgili faaliyet gösteren firmalar neler yaşadı.

Şimdi buradan nereye varmak istiyorum: İskenderpaşa tarikatının varisi bütün malı mülkü o da oğlunun üzerine yaptı, vefat etti gitti, o da kavga gürültüyle devam ediyor.

Şimdi, Hazreti Peygamber'in meşhur bir hadisi var: "Hırsızlık yapan Kızım Fatıma da olsa haddi uygularım ona." diyor. Biz camilerde senelerce şunu anlattık: "İşte, çıktı dedi ki Hazreti Ömer'e bir sahabe: `Üzerindeki gömleği nereden aldın?" Ben bunu kendi hayatımda ağabeylerimden en az elli sefer, yüz sefer dinledim, camilerde ne kadar dinledim bilmiyorum.

Peki, bugün bir şeyi sorma hakkımız yok mu? Yani bırakın kanunu, evrakı, bilmem neyi, hepsini bırakın, hele inanan insanlar için söylüyorum, yani bizim bunları sorma, araştırma hakkımız yok mu, bunlar fitne mi, bunlar şeytanlık mı, bunlar desise mi? Yani Halife'nin gömleğini soran bir inançtan gelen insanlar, bugün eğer liderine, liderlerine, öne çıkanlarına "Ya, biz seninle beraber öğrenciyken İstanbul'da Sultanahmet Köftecisinin önünden geçmeye korkuyorduk. Kasımpaşa'daki işkembeci dükkânında beraber işkembe içiyorduk daha ucuzdur diye, paramız yetmez diye. Bugün bu servet, bu mal, bu mülk nereden geldi?" diye sormak günah mı?

Sevgili arkadaşlar, belki burada aklanabiliriz hepimiz, hiçbirimiz de belki sütten çıkmış ak kaşık değiliz, ben de dâhil; yanlışlıklarımız, eksikliklerimiz, haramlarımız olabilir ama bütün bir camiayı bağlayacak, bağlayan ve ilzam eden, ilzam edecek hadiseler karşısında biraz vicdanlı davranmak zorundayız, bu arkadaşlarımızı ikaz etmek zorundayız. İslam tarihi bunun örnekleriyle dolu. Hazreti İsa'nın geliş sebebini hepiniz biliyorsunuz: Yahudi şeriatını düzeltmek. Hahamla havralarda faizcilik yapıyorlardı, bankerlik yapıyorlardı; fakirlere cezayı, haddi, hukuku uyguluyorlardı, zenginlere uygulamıyorlardı.

Şimdi, hukuk da böyle bozulur, din de böyle bozulur, toplum da böyle bozulur. Hele toplumda inanç kırılırsa, konuşmamın başında da belirttiğim gibi, o güven duygusu zedelenirse artık o toplumda kimse kimseye bir bardak su da vermez, veremez, imtina eder bundan; güvenmez, herkese dolandırıcı muamelesi yapılır, yani samimi niyetle de, hasbi olarak da bir iş yapmak isteyen çıktığı vakit ortaya, insanlar baştan mahkûm ederler onu.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, camiamızdaki yani İslami kesimdeki, toplumun diğer kesimlerindeki bu niyetleri istismarları da arttırmak mümkün. Ben uzun uzadıya başınızı ağrıtmak niyetinde de değilim. Sadece eğer bir iki kelime hissiyatlara hitap edebiliyorsam o benim için kâfi. Bir polemik de yapmak istemiyorum. Yani senin hırsızın kötü, benim hırsızım iyi; senin dolandırıcın, efendim, kötü, benim dolandırıcım iyi.

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Hepsi kötü, hepsi.

ALTAN TAN (Devamla) - Sevgili arkadaşlar, ben bu kürsüden bir sefer daha söyledim. Babam otuz iki sene evvel Çamlıca'da arsa aldı, gitti belediyeye baktı, Çamlıca tepesinde, dediler ki: "İmar yok." Geri verdi sahibine. Bugün, bütün İstanbul bir imar talanı içerisinde. Efendim, gerekli miydi, gereksiz miydi; bu ayrı bir konu. Başka bir şey soruyorum: Bu gayrimenkuller imara açılmadan evvel kimin mülkiyetinde, kaça alınmış, imara açıldıktan sonra kimin mülkiyetinde, ne olmuş? Otuz bir yıllık inşaat mühendisiyim. Rant, para, TAKS, KAKS, emsal nedir ezbere biliyorum. Şimdi, bunların üzerini örttüğünüz vakit, örttüğümüz vakit vallahi vicdanınız rahatsa yani bu dünyada kimsenin gücü yetmezse öbür dünyada Cenabı Rabbülâlemin hesaba çeker.

Milyar dolarlar dönüyor ortada. İşte, biraz evvel bir arkadaşımız, yeni düzenlemelerle 1 trilyon dolarlık bir ranttan bahsetti, belki az söyledi. Yani hesaba kitaba otursak belki de az söyledi. Bu mevzuyu burada noktalamak istiyorum. Hani çok meşhur bir laf var, diyor ki: "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az."

Bir başka mevzu hakkında da birkaç kelime daha söyleyeceğim, oraya geçmeden evvel, Bakanlar Kurulunun bu Deniz Fenerine tanıdığı ayrıcalık hâlen devam ediyor ama Sarmaşık Derneğinin Van depreminde yardımları engelleniyor. Yani bunlar da işin teferruat kısmı size göre veya bazılarına göre, bunlara da dikkatlerinizi çekiyorum ve ondan sonra Diyarbakır Valiliğinin 26 Mart 2012 tarihli bir yazısını sizlere göstermek istiyorum. Diyarbakır Barış ve Demokrasi Partisi il teşkilatı, yeni anayasada 4 konudaki talebini maddeleştirerek "Ben bunları istiyorum." diye imza stantları açtı arkadaşlar. Bakın, bunun haricinde bir faaliyet varsa -yine sayın bakanlar burada- mutlaka Diyarbakır Valisi de bir şekilde haberdar olur, cevap verir, yazı da kendi yazıları. Bu imza stantlarının, bankolarının, yerlerinin tamamını Valilik emriyle kapattı. Niye kapattı biliyor musunuz? Bakın okuyorum -hepsini de değil, çok az bir kısmını- bu üç-dört tane madde şu: Kürtçe ana dilde eğitim, Kürtçenin kamusal alanda kullanılması, bölgesel yönetim talebi, vatandaşlık tanımı, vesaire; dört maddede özetlenmiş bunlar, dört madde, o maddeleri sayıyor.

Diyor ki: "Yeni anayasada yer almasını içeren imza toplama kampanyasını stant ve gezici ekipler oluşturulmak suretiyle başlatacağınız bildirilmiştir." Üstünü okumadım. Devam ediyor: "Kürt sorununun çözümü için yeni anayasa yapım süreci tarihî bir fırsat sunmaktadır. `Biz Kürtler olarak eşit, özgür, adil ve onurlu bir yaşam için aşağıdaki maddelerin yeni anayasada yer almasını talep ediyoruz' ibareli bir metin de bulunmaktadır bu imza kâğıdının içinde..."

Peki, ne olmuş? Şimdi cevap veriyor: "Yeni anayasanın hazırlanmasına yönelik taleplerin dile getirildiği iddia edilen imza kampanyasında konu edilen dört maddenin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Siyasi Partiler Kanunu'nun ilgili maddelerine aykırı olduğu, üniter devlet yapısına muhalif ve bölünmüş bir yapının temellerinin atılması konusunda faaliyet içerisinde olduğu? Bunlardan dolayı yasaklanmıştır." diyor.

Bakın, sevgili arkadaşlar, hatırlarsanız geçen ay Türkiye'de basında bir kıyamet koptu. Denildi ki: "Anayasa Uzlaşma Komisyonuna gelen ve görüşlerini bildiren kurum ve kuruluşların görüşlerini Anayasa Uzlaşma Komisyonu yayınlamıyor, bunlar gizli işler yapıyorlar." Nasıl yayınlayacak peki, bu durumda? Şimdi, geldi biri, dedi ki:  "Ben Anayasa'nın  değiştirilemez maddesi olmasını istemiyorum." görüşü böyle. Bir başkası geldi, dedi ki: "Ben cemevlerinin açılmasını istiyorum." Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını teklif etmek şu anki Anayasa'ya göre bir partinin kapatılma sebebi, dedi ki: "Diyanet özerk olsun." veya "Kaldırılsın." Bunların hepsini de söylediler bizim Komisyonda. Yüzlerce kurum, kuruluş, parti, dernek, vakıf, baro geldi, geliyor, pazartesi yine var. Bizim vali diyor ki: "Bunları söyleyemezsin." Peki, bunları söyleyemezsem nasıl anayasa yapacağım? Biz, bunu Sayın Cemil Çiçek'e defalarca Komisyonda anlattık, dedik ki: "Bakın, insanlar gelip kendilerini ifade bile edemezlerse, ağızlarından çıkan bir şeyden dolayı kapıdan, buradan, Komisyondan çıktıktan sonra yargılanırlarsa, buradan ne demokrasi çıkar ne de yeni bir anayasa çıkar. Gelin, önce bunların nasıl konuşulabileceğini, konuşulmasının serbest olduğunu, her türlü görüşün serdedilebileceğini ilan edelim, açıklayalım, kanun, yönetmelik, neyse yani bunun için ne gerekiyorsa bunu çıkaralım." "Gerek yok." dediler.

Sevgili arkadaşlar, defalarca söylememize rağmen, durum bu. Bu durumda, Diyarbakır'daki vatandaş görüşlerini bir beyaz kâğıdın altına imza koyarak vermek isterse bundan daha masum ne olabilir? Ondan sonra, vatandaş tepkisini ortaya koyduğu zaman, bu sefer de en ufak bir tepki terör eylemi olarak lanse ediliyor.

Ben, burada sesleniyorum Diyarbakır Valisine de, Diyarbakır Valisinin amiri durumunda olan İçişleri Bakanına da, Sayın Başbakana da: Bu gidilen yol yol değil yani vatandaşın kendini ifade etmesini ve bir imza kampanyasını bile engelleyecekseniz o zaman bu Anayasa'yı kiminle yapacaksınız?

İşte, biz bu akşam Bursa'ya gidiyoruz, yarın Bursa'da Anayasa bölge toplantısı var. Biz orada insanlara 52-53 soru soruyoruz yani Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve 20'ye yakın büyük sendika ve kuruluşun birlikte yaptığı bu soruların tamamını soruyorlar vatandaşlara, tamamını. Bugüne kadar Ankara'da iki toplantı yaptık. Edirne'de, İzmir'de, Antalya'da, Konya'da, Diyarbakır'da toplantılar yaptık ve vatandaşa bunların tamamını sorduk, sordular arkadaşlar. Bunların tamamı istatistikler olarak raporlandı, önümüze geldi.

Sevgili arkadaşlar, eğer bu iklim devam ederse, özellikle bölgedeki bu -tırnak içinde söylüyorum- devlet terörü devam ederse, vatandaşın kendini ifade etmesinin bütün yolları kapatılırsa, atılan her adım yasaklanırsa bundan hayırlı bir şey çıkmaz.

Bakın, en ortaya kelimeyi kullandım, "hayırlı" bir şey çıkmaz. Çünkü ikinci bir kelimeyi kullansanız diyor ki: "Bizi tehdit mi ediyorsun?" Ya sen vatandaşı tehdit ediyorsun, sen. Vali Bey, kendine gel! Bak, bir hafta evvel kıyamet koptu. Yüz binlerce Diyarbakırlı seni dinlemedi, sokaklara çıktı her sokağa bir panzer koymana rağmen. Şu an birer beyaz kâğıdı imzalamasını da eğer engelleyeceksen nasıl yöneteceksin bilmiyorum.

Ben konuşmamın ilk bölümündeki hissiyatımı da, bu konudaki görüşlerimi de mümkün olduğunca en sakin şekilde sizlere arz ettim.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Altan, isterseniz üç dakika uzatabilirim diğer konuşmacılara yaptığım gibi.

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim efendim, kendimi ifade ettim.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.