| Konu: | KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU İLE BAZI YATIRIM VE HİZMETLERİN YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE YAPTIRILMASI HAKKINDA KANUN VE KAMU İHALE KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 31.03.2012 |
MHP GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Katma Değer Vergisi Kanunu ile bazı yatırım ve hizmetlerdeki yap-işlet-devret modeli çerçevesinde KDV muafiyetiyle ilgili, grubumuz konuşmacılarının da daha önce beyan ettiği gibi, bunun sisteme fayda getireceğine inanıyoruz. Dolayısıyla bunda herhangi bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum ama arada sunulan bazı maddelerin üzerinde verdiğimiz önergelerin kabul edilmemesi, her seferinde AKP'nin "Ben yaptım, oldu." felsefesini burada da yansıtıyor.
Biraz evvel 2 bakan hakkında gensoru görüşmeleri yapılırken Adalet ve Kalkınma Partisi Kocaeli İl Genel Meclisi üyesi Hacı Kocabay'ın, Adalet ve Kalkınma Partisinden, ihale yolsuzluklarının olduğunu iddia ederek istifa ettiği haberi geldi aklıma.
2010 yılının dokuzuncu ayında bir istinat duvarı yapılacak -yapılmış, bitmiş dokuzuncu ayda- 2011'in birinci ayında, ayın 10'unda ihale yapılıyor. Yapanların üstelik yeterlik belgesi yok, işi de başka bir firma üzerinden yapıyorlar. "İşi önceden bitirmişler." diyor Adalet ve Kalkınma Partisi İl Genel Meclisi üyesi. Sonra, Kaymakamlığa, Valiliğe, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanına olayı bildiriyor. Cumhurbaşkanının inceleme başlattığını söylüyor, Kaymakamlık da soruşturma için izin verdiğini söylüyor. Henüz daha sonuç çıkmadı.
Ben, Sayın Beşir Atalay hakkında verilen gensorunun, Sayın Atalay'ın kişiliğinden kaynaklanan? Herhangi bir yolsuzluk meselesinde Sayın Atalay'ı suçlamanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Şahsi kanaatim bu Sayın Atalay'ı tanıyan birisi olarak.
Yalnız, genç Sayın Bakan Kardeşimizin 3-5 bin lira gibi, 6 bin lira gibi, 10 bin lira gibi bir rakamla bu işe tevessül etmesinden dolayı üzüldüm. Genç bir arkadaşımız, ileride siyaseten gelecek vaat eden bir arkadaşımız. Bu meselenin izahı da çok zor. Önergeyi hazırlayan Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarımız, gerek Levent Gök gerek Hasan Ören Bey, bütün mesnetleriyle, dayanaklarıyla beraber ortaya getirdiler. Ha, ne olur? Siz reddettiniz. Ama ben Sayın Başbakanın bu konudaki hassasiyetini biliyorum. Geçmiş dönemde Hilmi Güler'in başına ne geldiyse, Kürşat Yılmaz'ın başına ne geldiyse?
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Kürşat Yılmaz kim?
BAŞKAN - Sayın Türkkan, lütfen?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - ? Dengir Mir Mehmet Fırat'ın başına ne geldiyse, Sayın Bakanın da, önümüzdeki dönem başına bunun geleceğini biliyorum.
BAŞKAN - Lütfen Sayın Türkkan?
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Kimseyi töhmet altında bırakmayalım.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Göreceksiniz. Ben de buradayım, siz de buradasınız. Sayın Başbakan, kendisinden habersiz yapılan, hele hele böyle ufak tefek yolsuzluklara asla müsaade etmez. (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın, burada, biz 3-5 bin liralık birtakım şahsi menfaat sağlamaktan bahsederken, o arada elektriğe, yüzde 8,1 sanayiye, yüzde 9,2 konut kullanıcılarına zam gelmiş. Enerjiyi her gün biraz daha çoğaltıyoruz, pahalı hâle getiriyoruz. Bunun neticesinde, sanayi üretimi yapamaz hâle geliyoruz her geçen gün. Dünyadaki enerji fiyatlarının artmasını buna mesnet olarak gösterebilirsiniz. Ama bakın, Amerikan Büyükelçisinin Sayın Başbakan İran'da iken verdiği bir talimat üzerine, "İran'a yaptırımlara başlayın, petrolü yüzde 20 oranında azaltın." dedi, aynı gün biz de petrolü yüzde 20 oranında İran'dan az almaya karar verdik. Yerine kimden alacağız? Libya'dan. Hani, Amerika Birleşik Devletleri'nin demokrasi götürdüğü Libya'dan alacağız! "Bize ne? Ne fark eder?" demeyin. Çok şey fark eder. En azından 27 sent varilinde fark ediyor navlunundan dolayı. Yani elektriğe zam yapıyoruz, petrolü Amerika istedi diye İran'dan vazgeçip Libya'dan alıyoruz ve petrolü de 27 sent pahalı almaya başladık.
Bakın, İran meselesiyle ilgili, Sayın Başbakanın bir gün bekletilmesi bir Türk milliyetçisi olarak benim gerçekten onuruma dokundu; samimiyetle söylüyorum. Burada siyaset dışı bir iştir. Benim Mecliste grubu bulunan arkadaşlarım, yurt dışındaki toplantılarda Türkiye aleyhine herhangi birisi söz sarf ettiğinde -hatta Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlara karşı- ne denli şedit muhalefet yaptığımı, şedit ifadeler kullandığımı bilir. Biz Türkiye'de yaşayan Türk milletinin mensubuyuz, bizim Başbakanımız da bizi temsil ediyor orada. İran'ın bir gün bekletmesini asla ve kata kabul edemiyorum. Ama aynı İran, Kürecik'teki radarın, Kürecik'teki o radarın konulması üzerine füze sistemlerini bize doğru çeviren bir İran. Düşünün, biz İran'la 1639 yılından itibaren hiçbir sıcak temasa girmemişiz. Dört yüz seneye yakın olmuş. Rusya, füzelerini Malatya'ya çevirmiş. Rusya'yla da 1961 Küba Devrimi sırasında bir füze krizi olmuş. O soğuk savaş dönemlerinde dahi Rusya'yla hiçbir sürtüşmeye girmemişiz. Ama Amerika istedi diye oraya koyduğumuz o radar yüzünden, İsrail'i koruyacağız diye koyduğumuz o radar yüzünden Rusya'nın da füze sistemi Türkiye'ye çevrilmiş. Bakın, bütün bunlardan sonra dış politikada geldiğimiz nokta gerçekten bir garabet.
Ben her seferinde bu kürsüden söylüyorum. Sayın Bakan on yıl evvel hayallerini kaleme dökmüş, çok güzel bir kitap yazmış, ismini "Stratejik Çukur" koymuş amma o, on yıl evvel; on yıl sonra dünya değişiyor, dengeler değişiyor. On yıl evvelki hayallerinizle Türkiye'yi yönetmeye kalkarsanız, Türkiye'nin dış politikasına yön vermeye çalışırsanız, başımıza gelenler, çok ciddi, Türkiye'yi ileride sıkıntıya koyacak şeyler hâline gelir. Ben "Türkiye'nin bundan sonra dış politikada rastlayabileceği noktaları düşünebiliyor musunuz?" diye size sormak istiyorum.
Suriye konusunda Amerika, sıcak teması Türkiye'nin üzerine yıkmaktan başka bir çözüm bulamadı. Şu anda Türkiye'den bir gayret bekliyor, "Gidin, Suriye'yi halledin, gelin?" Yahu, bizim Suriye'deki yönetimin değişmesiyle ne işimiz var Allah aşkına? Sayın Başbakan da ifade etmiş, "Bana ne, kim gelirse gelsin, halk kimi istiyorsa o gelsin." demiş. Yani Suriye'ye demokrasi götürmek bize düştü de Suudi Arabistan'a demokrasi götürmek bize niye düşmüyor? Katar'a demokrasi götürmek bize niye düşmüyor? Yarın -zannediyorum- Suriye'nin Dostları Toplantısı yapılacak, Kofi Annan, Birleşmiş Milletlerin Özel Temsilcisi, gelmekten vazgeçiyor. Artık, Suriye konusu yavaş yavaş Türkiye'nin üzerine ihale ediliyor. Böyle bir dış politikayla Türkiye'yi sıkıntıya koymak kimsenin harcı olmamalı diye düşünüyorum.
Ekonomide geldiğimiz noktayla ilgili birkaç rakam vermek istiyorum sizlere: Türkiye'de eğilimler üzerine doğru analizler yapan uluslararası refah endeksine göre, Türkiye, 110 ülke arasında 75'inci olarak toplumsal refah açısından "Avrupa'nın en geri ülkesi" unvanını almış. 2008 yılından bu yana hazırlanan raporda, 2011 listesini hazırlarken küresel nüfusun yüzde 93'ünü oluşturan 110 ülkeyi sekiz farklı kategori açısından değerlendirmişler. Bunlardan bir tanesi eğitim, diğeri sağlık, güvenlik, sosyal ilişkiler ağı. İncelemeler sonucu, 54 bin doları bulan gayrisafi millî hasılasıyla Norveç 1'inci olmuş, 2009 ve 2010'da da listenin başında yine Norveç yer almış. Bu listede Norveç'i girişimcilik ve fırsat eşitliğinde dünya 1'incisi olan Danimarka izliyor. 3'üncü sırada eğitim olanaklarıyla, hükûmet bürokrasisi ve gelişen ekonomisiyle Avustralya yer alıyor. Dünyanın en mutlu 20 ülkesinin 14'ü Avrupa kıtasında, 3'ü Asya'da yer alırken raporda Türkiye 14 bin dolarlık kişi başı gayrisafi millî hasılasıyla 75'inci sırada yer alıyor. Yani kişi başı gayrisafi millî hasılası 14 bin dolar olan bir ülkenin? Dünyada ekonomisi en büyük 16'ncı ülke olarak avunmanıza hiç gerek yok, 75'inci sıradayız yani fakir ülke olarak yer alıyoruz buralarda. Ekonomide 78'inci sırada Türkiye, 110 ülke arasında 78'inci sırada. Raporda, enflasyon yüzde 6'nın üzerinde, yurt içi tasarruflar ise gayrisafi millî hasılanın yalnızca yüzde 14'ünü oluşturmuş, yüzde 14 işsizlik oranı ile de dünyada 94'üncü sırada. Halkın sadece yüzde 52'si yaşam standartlarından memnun Türkiye'de. Türklerin sadece yüzde 44'ü mali kurumlara güveniyor.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Rakamlar sağlam değil.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - "İşsizlik" denilmişken size bir açıklamada bulunacağım. Bakın, ikide bir Avrupa Birliğindeki işsizliğe, hele İspanya'daki yüzde 23'ü bulan işsizliğe gönderme yapılarak sahte bir başarı öyküsü alınıyor. Bakın, bizde işsizliğin tarifi, iş bulmak üzere yola çıkan insanlardan yol açılıyor. İspanya'da on beş yaşını doldurmuş her insan iş arar konumunda bulunuyor. Bizde evde oturan hanımları işsiz olarak kabul etmiyoruz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - On sene önce de öyleydi.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - İspanya'nın rakamlarında, evde oturan hanımlar işsiz olarak kabul ediliyor. Böyle, rakamlara başvurarak, rakamları maniple ederek Türkiye'deki işsizliğin düzeldiğini söylemek bizi, milleti kandırabilir ama gerçeği değiştirmiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bunu en yakın yaşadığım sanayi kenti olan Kocaeli'de de görüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkkan.