| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 20.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de grubum adına hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Ama ne yazık ki her gün yeni bir operasyonlarla güne başlıyoruz biz. Bu yolun çıkmaz yol olduğunu hep söyledik ama Adalet ve Kalkınma Partisi bu sorunu diyalog ve müzakerelerle çözmesi gerekirken, sorunu yargıya, kolluk kuvvetlerine havale ediyor. Bugün de ajanslara baskınlar düzenleniyor, hukuk bürolarına, belediye başkanlarına, il, ilçe teşkilatlarına?
Siz de oradan gülün. Bir gün sizin kapınıza da dayanır bu.
Bu yol çıkmaz bir yoldur. Bu yol Çiller'in, bu yol Demirellerin denediği bir yoldur. Biz size doğru yolu söylüyoruz. Biz sizin dostunuzuz. Bu sorunun çözümü bu şekilde olmaz. Ne havadan ne karadan operasyonlar ne de demokratik zeminde siyaset yapanları içeri tıkarak bu sorun çözülmez. Bundan kurtulmalısınız. Gerçekten Sayın Başbakanı bu konuda yönlendiren kimlerse, bu ülkeye ihanet ediyorlar. Bu yolun çıkmaz yol olduğunu hep de söylüyoruz. Ne yapacaksınız? Öldürecek misiniz? Herkesi tutuklayacak mısınız? Yaşanmadı mı? Yani 1990'lı yıllarda her gün patır patır sokaklarda insanlar ölüyordu. Ama buna rağmen boyun eğmediler. Biz, yine sizi uyarıyoruz, dostça uyarıyoruz. Bu yolun çıkmaz bir yol olduğunu söylüyoruz.
Sevgili arkadaşlar, dün yine burada konuşurken 19 Aralıktaki cezaevi operasyonlarıyla ilgili tam dramımızı anlatamadık. O yaşanan vahşetleri bir türlü sizlerle paylaşamadık çünkü hiçbirinizin vicdanı bu konuda sızlamıyor. Bakın, dünden bugüne kadar bizim dışımızda tek insan çıktı burada konuştu mu Kahramanmaraş'ı, bu 32 insanın cezaevinde nasıl katledildiğini? Bu insanlar sizin, bu ülkenin vatandaşları. Muhalifleriniz olabilir, sizin gibi düşünmeyebilirler ama bunlar eğer katlediliyorsa bunun adı bir katliamdır ve siz buna seyirci kaldınız, 32 insan yaşamını yitirdi ve o operasyonda 10 bin asker görev yaptı. Siz başka yere seferler düzenlemediniz. Kendi toprağınızda 10 bin askerle, sizin namusunuz olan o tutuklu ve hükümlüleri bir gece bastınız ve onlar öldürüldü.
Bakın, o gün, o dönemde arabuluculuk yapan Zülfü Livaneli'nin, Erbakan ve Ecevit'le ilgili bir makalesi var. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Diyor ki: "Erbakan ve Ecevit ve ölüm oruçları arka planı.
Genç insanların yaşamı üzerine çok pis oyunlar oynandı bu ülkede."
İSMAİL AYDIN (Bursa) - O dönemde iktidarda olanlara söyle.
SIRRI SAKIK (Devamla) - "Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyon raporuna göre 17.500 faili meçhul cinayet işlenmiş olan bir ülkede, adaletten, hukuktan, demokrasiden ne kadar söz edebiliriz? Her şey göstermelik. Ama beni hayatım boyunca en çok bazı yetkililerin vicdansızlığı ve acımasızlığı şaşırtmıştır. Bu yazıda anlatacaklarım birinci derecede bir tanıklığın beyanlarıdır." diyor.
"Yıl 1996. Ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte `arabuluculuk' ettik."diyor. "İstanbul Başsavcısı böyle bir misyon üstlenmemizi rica etti." diyor. "O dönemde Necmettin Erbakan, başbakandı -Allah rahmet eylesin.- cezaevine girdik. 12 kişi ölmüştü. Yemliha Kaya'nın ölü bedeninin başında nöbet tutuluyordu. Konuşmaya çalıştığımız 20-21 yaşındaki gençler ölmek üzereydi." diyor. "Bilinçleri kaybolmuştu. Bazılarının görme yetisi bir daha geri gelmemek üzere yitip gitmişti." diyor. "Geçen her saat, yeni genç ölüler demekti. Bir kenara çekilip ağladım." diyor. "Hatırlıyorum. Tek istekleri, hapishanedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit, hücrelerinde tek başına kalmamalarıydı talepleri. Bu isteği çok iyi anlayabiliyordum, çünkü o korkunç hapishanelerde bir dostla dertleşmenin ne kadar önemli olduğunu ben yirmili yaşlarımda acı bir şekilde öğrenmiştim."diyor. "Hem de hiçbir suç işlememiş bir genç adam olarak." diyor.
"Hükûmetle temas kurduk. Adalet Bakanı ters davrandı. Başbakan Erbakan'a ulaşmaya çalıştık. İstanbul'dan Ankara'ya giden uçakta olduğunu söylediler. Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların masum isteklerini anlattık. `Birçok genç bu geceyi çıkarmayabilir ve ölebilirler' dedik. `Peki' dedi. `Bu gece kandil gecesi. İsteklerini kabul ediyorum.' dedi. Hapishaneye müjdeyi verdik. Ambulanslar ölmek üzere olanları hastanelere taşıdılar. Beklemekte olan anneler ve babalar, aileler ellerimize sarıldılar, bize dualar ettiler." diyor. "Ama Ferzan Çitici, dönemin savcısı eğildi, kulağıma dedi ki: `Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü aradı. Biz ne güzel operasyon hazırlamıştık. Her şeyi berbat ettiniz diye çıkıştı bana.'" diyor.
"Basın bu süreçte olumlu davrandı. Hatta bizleri hak etmediğimiz övgülere boğdu. Hatta Hürriyet gazetesi bizleri kahraman ilan etti. Aradan dört yıl geçti."
Burayı iyi bir dinlemenizi rica ediyorum.
"Bu kez yine ölüm oruçlarında ara bulucu olarak hapishaneye gittik. Çünkü hükûmetin verdiği sözler tutulmamıştı. Yine genç insanlar ölüm döşeğindeydi. Aynı süreç yaşanıyordu ama bu sefer Başbakan Erbakan değildi, Bülent Ecevit'ti. Basın sürekli provokasyon yapıyordu. Dört yıl önce bize `kahraman' diyen Hürriyet, şimdi, ölüm oruçlarını cesaretlendirdiniz diye bize `hain' diyordu. Belki öldürme hazırlıkları tamamdı. Adalet Bakanı Sami Türk'ü bizzat aradım, `Ne olur!' dedim. `Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum.' Etkilendi. `Biraz bekleyin, Başbakanla konuşayım.' dedi. Nefesimizi tutup Ecevit'i bekledik. Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı, Hikmet Bey `Maalesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor.' dedi. Çaresiz, ölüm mahkûmlarına veda edip gözyaşları içerisinde ayrıldık. Sonra, lav silahlarıyla koğuşlara saldırdılar, insanları yaktılar. O akşam televizyonlar, yanan mahkûmlara başka cezaevlerinden cep telefonlarıyla ulaşıldığını ve `Kendinizi yakın.' talimatını verdiğini söylüyorlardı. Bangır bangır bağırıyorlardı ve yalan söylüyorlardı. Ali Kırca'ya konuk olduğum televizyon programında bunların yalan söylediğini, hapishanede cep telefonunun çalışmadığını, ara bulucular arasında yer alan Yaşar Kemal'in ölüm döşeğindeki karısı Thilda'ya ulaşmaya çalıştığını cezaevinde telefonların çalışmadığını? Ve bu tanıklık bütün yalanı çürütüyordu ama Hükûmet ve basın genç insanların kanını dökmenin şehvetine kapılmıştı bir kere. Kimse sağduyulu bir tanıklık edecek birini dinlemiyordu. Sonuçta, dinci Erbakan genç ölümlere yol açmamış ama solcu, şair, edebiyatçı Ecevit katliam emrini vermişti. Bunları anlatmak benim için bir tarihî görevdir." diyor Zülfü Livaneli, Cumhuriyet Halk Partisinde milletvekilliği yapmış önemli bir şahsiyet.
Şimdi, ne yazık ki böyle. Ben aslında çok fazla? Bir iki konuya değinecektim ama dün bir arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan burada bağırıyordu çağırıyordu bizim gözlerimizin içine baka baka "Kürdistan lafını kullandınız?" "Kürdistan" lafını sadece biz kullanmadık. Bakın, Kanuni Sultan Süleyman Fransa'ya I. François'e mektup yazdığında aynen şöyle diyor: "Ben Anadolu'nun, Trakya'nın, Filistin'in, Kürdistan'ın, Balkan'ın Sultanıyım." Mustafa Kemal de Birinci Mecliste "Ben Kürtlerin, Türklerin Meclisinin Başkanıyım" diyor. Dönün tarihe bakın, gizli celselere bakın. Aynen orada Kürt milletvekillerine "Kürdistan milletvekili", Laz milletvekillerine "Lazistan milletvekili" diyor ve Kürdistan denilen bir coğrafya var ama biz Kürtler kaderimizi Türk halkıyla bütünleştirmişiz. Bizim için kan, gen bağı değil duygu bağı önemlidir ama hak, hukuk ve adalet de talep ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SAKIK (Devamla) - Buraya çıkarken biraz tarihten, vicdandan ders alarak çıkmalıyız..
SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Hiçbir zaman Kürdistan olmamıştır. Sadece Hakkâri "Kürdistan bölgesi" diye anılır. Luristan bölgesidir, Kuzey Irak'tır. Coğrafya bilgin yok, tarih bilgin yok. Orası "Diyarbekir"dir?
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Burası Türkiye, Türkiye!
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sakık.